|
|
14 Ocak tarihli Sabah gazetesi manşetinde ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi Mark Parris'i "Pentagon'a danışmanlık yapan savunma politika kurulu üyesi ve Bush'un Irak politikasının entelektüel mimarlarından James Woolsey" olarak takdim ediyor.
Türkiye ABD'nin Irak seferine katılsın mı katılmasın mı? Söz konusu seferin Türkiye'de getirisi, götürüsü... Uzunca bir süredir bunu tartışıyoruz. İşte sonunda "iş dünyası" da ikiye bölündü. Akşam'dan (14 Ocak) Zülfikâr Doğan'ın yazısına seçtiği başlıktan hareketle söylersek: "TOBB'dan 'RET', TÜSİAD'dan 'Evet' ". Bu arada medya dünyasının yerli "muharip" kalemleri yetmiyormuş gibi, Türkiye'yi savaşa özendiren birtakım Amerikalı akıl hocaları da ortaya çıkmaya başladı. Bunlardan birisi, geçenlerde büyük bir gazetenin manşetine kadar tırmanabilen ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi Mark Parris oldu. Eski büyükelçi, bize çok "tahammülsüz" bir ABD ve çok "kinci" bir ABD Başkanı portresi çizerek "Hadi ama, siz de pek yavaştan alıyorsunuz!" dedi. Bugün (14 Ocak) benzer bir Amerikalı ile Sabah'ın manşetinde karşılaştık. Bu Amerikalı, eski büyükelçi olanından da "kurnaz"! Aslı Aydıntaşbaş, Sabah'ın manşetini ele geçiren haberinde bu yeni Amerikalı'yı "Pentagon'a danışmanlık yapan Savunma Politika Kurulu üyesi ve Bush'un Irak politikasının entellektüel mimarlarından James Woolsey" olarak takdim ediyor. Adamın "entellektüel" olduğu, gazetenin manşetine taşıdığı şu açıklamasından belli: "Ortadoğu'ya Atatürk modeli"(!) Evet görüyorsunuz, her şey tamam bir bu eksikti! "Entellektüel mimar"ın açıklamaları akıl alır gibi değil... Bu açıklamalar öyle bir özellik arzediyor ki, Woolsey hakkında ancak iki ihtimalden söz edilebilir; yani "üçünçü şıkkın imkansızlığı" durumu. Bu iki ihtimal şöyle: 1- Woolsey ya adına "Türkler" denilen milleti, halkı, toplumu hepten "saf", hatta "ahmak" sanıyor. 2- Ya da adı Woolsey olan bu uzman birinci ihtimalde saklı olan sıfatları fazlasıyla hakediyor! Ama bu arada şu bahsi de (yani Kronik Medya'nın has alanına giren bahsi de) unutmayalım: Hadi diyelim ki Woolsey aklına geleni destursuz sallıyor; peki ya Sabah? Türkiye'de hazırlanıp, basılıp satılan bir gazetenin bu derece saçma sapan bir açıklamayı manşetine taşıma hakkı var mı? Woolsey, ABD'nin Irak seferinin amacını şöyle özetliyor: "Ortadoğu'nun çehresini Atatürk'ün ilkeleri doğrultusunda yapılandıracağız. Gelin beraber yapalım."(!) "Entellektüel mimar"ın aklından zoru olsa gerek; bu "proce" de nereden çıktı? Ama Woolsey tezine iyi hazırlanmış, bayağı ısrarcı: "Bu başkan (yani oğul Bush) ise (ideolojik olarak) George Washington ve Kemal Atatürk'ün takipçisi. Dünya tarihinde general olarak bağımsızlık mücadelesi verip sonra cumhuriyet kurmuş, o cumhuriyeti seçilmiş lider olarak yönetmiş yalnız bu iki kişi var. Atatürk, Ortadoğu'da izlenmesi gereken rotayı çizmiştir."(!) Siz şu kurnazın açtığı fala bakın! Woolsey, Atatürk'ü bir Amerikan "Babası" ile karşılaştırmayı yeterli bulmamış olacak ki, sözü Thomas Jefferson'a da getiriyor: "Atatürk ve Thomas Jefferson'un bulduğu formüller bugün hâlâ geçerli. Türkiye, Ortadoğu'nun geleceği. Bu kolay olacak demiyorum. Zorluklar ve tehlikeler var önümüzde. Ancak Irak'ı Türkiye'nin önderliğinde laik ve anayasal ve belki federatif bir yola sokabilirsek, Ortadoğu'nun çehresini değiştiririz. Böylece yalnız Türkiye makul komşular edinmiş olmakla kalmaz, tüm Arap ülkeleri için gerçek bir model haline gelir." Çok kurnaz çoook.... Hadi bakalım kolay gelsin! Hem Woolsey, hem de Sabah'a... (K.B.)
Ortada başka 'dublörler" de olmasın!
Gazetelerimiz hakkında sık sık "Çok can sıkıcılar!" dediğimiz muhakkak. Ama unutmayalım ki, gazetelerimiz aynı zamanda çok da eğlenceli... Kendilerine haddinden fazla "ciddi" bir hava vermeye çalışan gazetelerimizde bile sırasında öyle "eğlenceli" haberlerle karşılaşıyoruz ki, okurlar olarak "Hay Allah ömrünüz uzun olsun!" demeden edemiyoruz. Önümüzde 16 Ocak tarihli Vatan'da yer alan bir haber var. Gazete "Tüzmen dublörle mi görüştü" iddiasını araştırıyor. Biliyorsunuz, Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen'in Irak gezisi sırasında Saddam ile üç saate yakın başbaşa görüşmesi ardından bu iddia da ortaya atılmıştı. Vatan gazetesi, söz konusu iddiayı "şaşırtıcı" bulmayarak gecikmeden başlığını atıvermiş: "En az 3 dublörü var". Öyle "eğlenceli" bir haber ki, okuyanların şairin ünlü "umurunda mı dünya" dizesini ellerindeki gazete için de kullanmaları gayet meşru hakları... Vatan, "Alman araştırmacılar"dan (kimse bunlar) naklen şu bilgileri veriyor: "Irak lideri Saddam'ın dublörüne estetik yapılıyor, özel ders veriliyor. Dublörü bir tek Irak halkı ayırabiliyor"(!) Çok tuhaf bir bilgi değil mi? "Dublör"ü herkes gerçeği sanıp yutarken sadece "Irak halkı" işin farkında! Peki bu iş nasıl oluyor? Vatan gazetesi bu safhada da Washington Post gazetesinin tanıklığına başvurmuş. Irak halkı"na Saddam'ın "dublörü"nü yutturmak imkansız, çünkü "Törene Saddam yerine dublörü gelmişse korumalar ilgisiz davranıyor. Saddam ekran hastası. Televizyoncular yakın yüz çekimleri yapmıyor, uzaktan çekiyorsa 'dublörü' deniliyor."(!) Ama görüyorsunuz, "dublör"ü gerçeğinden ayırmak çok kolaymış; sadece "Irak halkı" değil Washington Post gazetesi bile işin farkında! Vatan'ın haberinde çok "gırgır" bir bölüm daha var. Gazetenin görüş aldığı "araştırmacı" Aytunç Altındağ, Ecevit'in de 70'li yıllarda dublör kullandığını söylemiş. (Ecevit başbakanlık yaptığı son dönemde de "dublör" kullanmış olmasın!) Altındağ ciddi ciddi, Tüzmen'in görüştüğü kişinin "dublör" olmadığını belirtmeyi de unutmamış. Dublör kullanımının 2 saat 20 dakikalık görüşmede "mümkün olmadığını" ciddi ciddi açıklıyor. Peki Saddam için üretilen bunca "dublör" sonunda ne oluyor? Cevabı Vatan'da: "Görevleri bitince öldürülüyor."(!) Vatan gazetesi bu "eğlenceli" haberini süslemek için iki de fotoğraf kullanmış. Bu fotoğrafların ikisinde de Saddam'ı görüyoruz; birisinde profilden, diğerinde cepheden... Ama gazete birincinin üzerine "dublör", ikincinin üzerine ise "gerçek" notunu düşmüş. Bir gazetecilik hizmeti işte... Okurlar karıştırmasın diye! Vatan'ın bu "eğlenceli" haberine göz atmamız tamamlanınca, kafayı bu "dublör" işine iyiden iyiye takan gazetenin geleceğini düşünerek biz de şu soruyu formüle ettik: Her tarafı sarmış olan bu "dublörler" sakın Vatan'a da sızmış olmasınlar? Gazetenin künyesinde yukarıdan aşağıya yer alan isimlerin koltuğunda aslında "dublörler" oturuyor olmasın? Eğer böyle bir durumla karşı karşıyaysak yandık demektir, çünkü biliyorsunuz halkımızın "Irak halkı" gibi bir özelliği de yok, "dublörler"i gerçeklerinden ayırdetmesi epeyce zaman alıyor! (K.B.)
'Soğuk Savaş' bitti, ama gazetesi hâlâ 'efsane'!
Bugün (17 Ocak) için "Tercüman hoş geldin!" başlıklı bir yazı tasarlıyorduk doğrusu... Ama mümkün olmadı, çünkü sabah sabah iki Tercüman ile karşılaştık. Şimdi ne diyelim; "Hoş geldiniz Tercümanlar!" başlığının epeyce tuhaf kaçacağı muhakkak. En iyisi tasarladığımız bu başlıktan hepten vazgeçmek! Hikayeyi artık duymayan kalmadığı için uzatmayacağız: "Tercüman" adının kime ait olduğu tartışması sona ermeden, Mehmet Ali Ilıcak ve Mehmet Emin Karamehmet aynı adı taşıyan iki gazeteyi basıp dağıttılar bile... (Bu yazıyı kaleme aldığımız saat itibariyle, Karamehmet'in başvurusunun mahkemece reddedildiği söyleniyor.) "Cılız" olan Tercüman İsterseniz, diğerine nazaran çok "cılız" olan "Çukurova Grubu"nun Tercüman'ından başlayalım: Bu Tercüman (ifade biraz tuhaf kaçtı ama suç bizde değil!) doğrusu "aslına" daha uygun. "Çukurova Grubu" (tabii ki grubun medya işlerine bakan Tuncay Özkan'ın marifetiyle) bu Tercüman'ı "İşte gerçek Tercüman" diye takdim ediyor. Şaşırtıcı bir biçimde, Özkan'ın Tercüman'ı da aynen Ilıcak'ın Tercüman'ı gibi herşeyden önce "Kemal Ilıcak'ın gazetecilik mirası"na sahip çıkıyor. Özkan'ın Tercüman'ı (bundan sonra: "Tercüman 1" olarak anılacak) bu konuda Kemal Ilıcak'ın oğlu Mehmet Ali Ilıcak'a sürmanşetten şöyle seslenmeyi de unutmamış: "O miras senin değil M.Ali!" Çünkü "Tercüman 1"e göre, Kemal Ilıcak vefat ettiğinde oğul Ilıcak "reddi miras"da bulunmuş. "Tercüman 1"in manşeti gerçekten de "eski günleri" çok hatırlatan bir biçimde "dizayn" edilmiş. Şöyle: "PKK yine silaha sarıldı / İç ve dış hainler elele". Evet yalan değil, "Hoş geldin Tercüman!" "Tercüman 1"in yazarlarını da tanıdık. Nitekim bu yazarlar "Tercüman'ın gerçek kalemleri" başlığı altında duyurulmuş. Ergun Göze, Sırrı Yüksel Cebeci, Nursul Erel, Servet Kabaklı, Naci Bostancı, Emre Alkin, Fehmi Çalmuk. Tuncay Özkan belli ki bayağı kurnaz da bir yönetici. İmzalarıyla epeydir karşılaşmadığımız bir kadroyu toparlayıvermiş. Tabii ki en başta, o eski Tercüman'ın her bakımdan en "kuvvetli" kalemi Ergun Göze olmak üzere... Sırrı Yüksel Cebeci soruyor: "Tercüman neden bu kadar çok özlendi, neden bu kadar çok beklendi?" Biz kendi payımıza bu soruyu çok abartılı bulduk; Tercüman'ı kim özlüyordu ki? Daha doğrusu kim hatırlıyordu ki? Neyse, Tercüman madem ki çok özleniyordu, alın size bir değil iki Tercüman! Gelelim "Tercüman 2"ye: Eski Yeni Şafak yazarı Nazlı Ilıcak tabii ki gazetenin "bel kemiği"ni oluşturuyor. Gazetenin patronu, söylediğimiz gibi oğlu Mehmet Ali Ilıcak. Oğul Ilıcak, ilk günün şerefine bir yazı kaleme almış. Mektup merhum babasına hitaben yazılsa da, okuyuculara yönelik mesajlar de barındırıyor. Mesela şöyle bir bölüm: "(Tercüman) Senin dönemindeki gibi, esnafın, emeklinin, öğretmenin, öğrencinin, doktorun, adaletin, polisin, ordumuzun yanında, kısaca nerede Türk varsa Dünden Bügüne Tercüman oradadır ilkesini benimseyecek." Epeyce tuhaf vaadler tabii ki... Bir gazetenin "polisin, ordumuzun yanında" olacağını vadetmek de ne demek? Oğul Ilıcak, gazetesinin aynı zamanda "Devletimizin bölünmez bütünlüğünü" savunacağını, "gelenek ve göreneklerimize uygun" magazin sayfalarını barındıracağını da müjdeliyor. Tercüman 2'nin yazarları "Tercüman 2"nin yazarlarının kimler olduğunu bildiğinizi farzederek "Tercüman 1" için yaptığımız gibi tam listeyi vermeyeceğiz. "Tercüman 2"den yer alan bazı yazılar özellikle dikkatimizi çekti. Bu yazılardan birisi, Vatan'dan "Tercüman 2"ye geçen Gülay Göktürk'e ait. Göktürk ilk gün için çok güzel bir yazı başlığı bulmuş: "Sağım solum sobe". Yazar, başlıktan da anlaşıldığı gibi, günümüzde "sağ" ve "sol"dan söz etmenin ne kadar anlamsız olduğunu hatırlatıyor. Ve böylece, bambaşka "tarihi"ne rağmen Tercüman gibi (kendi ifadesiyle) "geleneksel sağ-sol saflaşmasının iki koçbaşından biri" olan bir gazetede yazmasının niçin yadırganmaması gerektiği açıklıyor. (Laf aramızda "yadırganmayacak" gibi de değil doğrusu... Vatandaşlarının Türkler gibi bu derece "yatay" ve "dikey" hareketlilik içinde bulunduğu ülke azdır herhalde!) Ancak bizim dikkatimizi çeken bir husus, Göktürk'ün Tercüman'ın "bu ikinci doğumunun, birincisinden oldukça farklı olacağını" düşünmesine rağmen, oğul Ilıcak'ın az önce aktardığımız "açılış" yazısından da anlaşıldığı gibi, bu işin o kadar kolay olmayacağını söyleyebiliriz herhalde. Yeni Şafak'tan arkadaşımız Cengiz Çandar'ın yazısı, kendisinin de ifade ettiği gibi "kaldığı yerden" devam ediyor. Kıbrıs üzerine, Çandar'ın tanıdığımız tezlerini geliştiren bir yazı. Ancak burada da bir husus özellikle dikkatimizi çekti: Çandar'ın Denktaş siyasetini özellikle eleştirdiği Kıbrıs yazısının hemen yanında yer alan Kıbrıs haberi tamamen ayrı telden çalıyordu! Çandar, Kofi Annan planına her zamanki gibi çok olumlu yaklaşırken, söz konusu haber "İşte Kıbrıs'taki tuzak" başlığı altında tamamen aksi tezleri savunuyordu. Neyse... Belki ilk günün karışıklığı ve heyecanı içinde araya giren bir yazıdır! Birkaç söz... Şimdi de "Tercüman" üzerine genel birkaç söz: Yazımızın başlığında da ifade etmeye çalıştığımız gibi Tercüman gazetesi tam bir "soğuk savaş" gazetesiydi. Oysa biliyorsunuz, "soğuk savaş" epeydir sona erdi... Tercüman (eskisi) bugün pek çok "merkez" gazeteye dağılmış yazar ve çizeriyle (Rauf Tamer, Güneri Cıvaoğlu, Yavuz Donat, vs.) "soğuk savaş" döneminde kendisine temel görev olarak "anti-komünizm"i seçmişti. Oysa biliyorsunuz, bir öğretiyi eleştirmek, ona katılmamak başka bir şey, onun "anti"si olmak bambaşka bir şeydir. Dolayısıyla, Tercüman tarihinin bu ülkeye yararı olduğunu söyleyebilmek çok zor. Tercüman'ın "soğuk savaş" diliyle yayın yaptığı dönemde diğer gazetelerin de bu "soğukluk"tan tamamen uzak olduğunu söylediğimiz sanılmasın. Hiç şüphesiz bu kötü dönemde, dönemin rüzgârlarından nasibini almamış gazete bulmak neredeyse imkansızdı. Ama hakkını vermek gerekir ki, Tercüman gerçekten bu konuda da bir "efsane"ydi! Göreceğiz bakalım; önümüzdeki günlerde Tercümanlar savaşı nasıl gelişecek ve Tercümanlar neye, kime tercüman olacak? (K.B.)
O. Ekşi'den AK Parti'ye: Savaşa karşı politikanız doğru
Hürriyet gazetesi başyazarı Oktay Ekşi'nin 17 Ocak tarihli "Doğruya doğru..." başlıklı yazısından...
BİR kere adınız çıkmayagörsün, herkes üstünüze üşüşür ve ne yapsanız o ilk bıraktığınız izlenim açısından değerlendirilirsiniz. Doğrusu Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarının ''siyasi konularda dağınıklık ve tutarsızlık'' içinde olduğu izlenimi hemen zihinlere yerleşti. (...) Ama hakkını yememek lazım: AKP ve hükümeti Türkiye'nin ''Irak'' politikasında bugüne kadar, ne boşa bastı ne de tutarsızlık yaptı. Dahasını söyleyelim: Biz AKP'nin ''ABD'ye hoş görünmek'' için, gereksiz ödünler vererek her şeyi berbat edebileceği endişesini taşıyorduk. Öyle olmadı. Anımsarsanız... Partinin Genel Başkanı Tayyip Erdoğan daha seçimler yapılmadan, bir televizyon programında kendisine ''ABD' nin Irak'a yapmayı planladığı operasyon karşısında ne gibi bir politika izleyecekleri'' sorulunca son derece net bir şekilde; ''Biz Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin vereceği karara bakarız. Çünkü bu operasyonun meşruiyetini gösterecek olan Güvenlik Konseyi kararıdır'' anlamında bir yanıt verdi. AKP iktidarı döndü dolaştı ama başta deklare edilen bu noktadan ayrılmadı. (...) Buna rağmen Başbakan Abdullah Gül'ün ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ın, hükümetin bu tutumunu eleştiren bazı köşe yazarlarıyla iş dünyasının sözcüsü geçinen bazı kişilerin, ABD'ye yaranmak amacıyla söylediklerinden ve yazdıklarından olumsuz yönde etkilendikleri görülüyor. Biz de işte o yüzden AKP iktidarına sesleniyoruz: Yolunuz doğrudur. Hiç aldırış etmeyin. (A.G.)
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |