|
|
Felsefe kitaplarının Türkçe çevirilerine ne kadar güvenebiliriz? (II)
-"Biz nesneleri içlerinden birbirine bağlayıcı ağlar ören örümcekler ya da sadece toplayan karıncalar ya da hem toplayıp hem düzenleyen arılar gibi olmamalıyız." Bacon'un bu benzetmeyle ne demek istediğini tayin etmeye çalışmış ve biraz gayret ederek örümceklerle karıncaların nasıl bir zihniyeti temsil ettiklerini sanırım biraz anlar gibi olmuştuk. Fakat iş arılara gelince, anlam verme işlemi akim kalmış kendimize çıkar bir yol bulamamıştık. — "Burada arılara ve karıncalara biraz haksızlık ediliyor. Fakat Bacon'un ne demek istediği anlaşılıyor!" Bertrand Russell'ın bari bu açıklaması olsun doğru çevrilseydi! Efsus! Bu ibare de yolumuzu karartmaktan başka bir işe yaramıyor! Eserin aslına gitmekten başka bir çare kalmadığını söylemiştik, o halde hemen gidelim de bakalım işin aslı neymiş?!? — "He says, to be neither like spiders, which spin things out their own insides, nor like ants, which merely collect, but like bees, which both collect and arrange." Yani ne kendi hallerinde ağlarını örmekle meşgul örümcekler gibi, ne de malzeme toplamakla ömür tüketen zavallı karıncalar gibi olunmalıymış, bilakis bilimadamları hem veri toplayan, hem de bu verileri düzenleyen arılar gibi hareket etmeliymişler. Russell'ın söylediği ise şu: — "This is somewhat unfair to the ants, but it illustrates Bacon's meaninig." Yani o kendilerine haksızlık yapılanın sadece karıncalar olduklarına işaret etmekle yetiniyor. ("Örümcek kafalı" deyişi buradan geldiği için midir ki mübarek örümcekleri savunan kimse çıkmıyor?!) Muammer Sencer çevirisinin hiçbir ilmî değeri olmadığını ötedenberidir bildiğim halde bu kitaptan bir misal seçmemin nedeni, bu çevirinin bugüne değin nice akademik teze kaynaklık yapmış ve halen yapmakta olmasıdır. (Arzu edilirse, bu eseri kaynak olarak kullanan doktora tezlerinin küçük bir listesini sunabilirim.) Şimdi de hep dilinin güçlüğünden yakınılan Heidegger'in "Was ist das -die Philosophie?" adlı eserinin "Nedir Bu Felsefe?" adıyla yayımlanan Türkçe çevirisinden basit bir misal verelim. — "Soru, bir tarih, yani bir yazgı sorusudur. Dahası, bu, bizim Batılı-Avrupalı varoluşumuza ilişkin tarihsel 'bir' soru değil, varoluşumuzun tarihsel sorusudur." (s. 17, çev. Dürrin Tunç, Logos Yayınları, İstanbul, 1990) Laf aramızda, okuyana "peh peh" dedirtecek türden yakışıklı bir söz gibi görünüyor değil mi? Zahiren öyle, çünkü kitapta birşey söylüyormuş gibi duran ama hiçbir şey söylemeyen nice boş sözden biri de bu. Heidegger'in esasen ne demek istediğini anlamak için eserin aslına gitmeye gerek yok; zira aslı hemen yanıbaşında çeviriyle birlikte neşredilmiş… (Die Frage ist eine geschictliche, d.h. geschick-liche Frage. Mehr noch: sie ist nicht "eine", sie ist die geschictliche Frage unseres abendländisch-europäischen Daseins.) Karşılıklı okunacak olursa, bu çevirinin bir heveskârın temrin maksadıyla karaladığı tipik basılma talihsizliğine uğramış müsveddelerinden biri olduğunu anlamak hiç de zor olmayacaktır. Her kimse, metni hiç anlamamış, üstelik çevirdiği Türkçe cümlelerin —Almancasının tam da aksine— karşıt olduğunu dahi farketmemiş! Heidegger'e önce soru'nın tarihsel olduğunu, sonra olmadığını, daha sonra yine olduğunu söyleten mütercimin kendi yazdıklarını bile okumadığı anlaşılıyor.) Burada sorunu basitçe dilbilgisi yetersizliğiyle izah etmek isteyecekler yanılır. Felsefî yetersizlik mi? Ne o, ne bu, belki de hepsi! Ancak "hepsi"nden de önemlisi haddini bilmezlik! (Son yıllarda anlaşılır nedenlerle Heidegger'den çeşitli çeviriler yayımlanmaya başladı, bir kısmının da yayımlanacağı duyuruluyor. Heidegger'i İngilizce aracılığıyla anlamaya çalışmak konusundaki ısrarın ardında heveskârlıktan ya da ticarî kaygılardan başka ne bulabileceğinizi sanıyorsunuz?) Tekrarlayacak olursak, dinî/felsefî metinleri bir türlü anlayamamaktan şikayet eden kimseler (bilhassa gençler) suçu üzerlerine almakta acele etmemeli; bunun yerine ellerindeki çevirinin kalitesini (!) soruşturmayı denemeliler. Mütercimlere ve yayıncılara teslimiyet (!) 'hamakat' demek olup humekanın bu metinleri okuyup okumamaları müsavidir. Sözümüz, her hakikat arayışının aynı zamanda bir liyakat arayışı demek olduğuna inananlara! İmdi, liyakatsız hakikat arayışını skolastiklere (okul felsefecilerine) bırakalım o halde!
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |