T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K R O N İ K  M E D Y A
Kayda geçsin: Gazeteci,
patronuna kefil oldu!

Akşam gazetesi yazarı Güler Kömürcü, patronu Mehmet Emin Karamehmet'le ilgili olarak başlığından itibaren "sımsıcak" bir yazı kaleme aldı (3 Ocak 2003). Yazının başlığı "MEK..." Yakın dostları Mehmet Emin Karamehmet'e böyle hitap edermiş...

Kömürcü, bu işi ilk ve son defa yaptığını yazarak başlıyor yazısına:

"Şu ana kadar gelmiş geçmiş hiçbir patronumun aleyhine veya lehine tek kelime yazı yazma gereği duymadım, hiçbir patronum da benden 'malum anlamda bir 'servis' vermemi istemedi, ki isteselerdi de ben 'patronlarımın talimatıyla sipariş yazı yaz-maz-dım, bundan sonra da yazmayacağım. Bir dönem patronuma yaranmak için kraldan çok kralcı davranan 'bazı profesyonellerin' 'yazılarıma sansür' cesaretlerine karşın düşünmeden istifamı verdim..."

Kömürcü, "inandıkları gibi ve biraz da çizgi üzeri yaşayanlar"ın kendisini anlayacaklarına olan inancını şu gerekçeye dayandırıyor: "(Çünkü) her an-çizginin diğer tarafına geçişe hazır olanlara 'kendi beyin ve kalp rızası olmadan' iş yaptırmak im-kan-sız-dır."

Akşam yazarı, "Şimdi, ilk defa, YOLSUZLUKLARIN ÇETELESİNİ KİTAPLAŞTIRMIŞ bir gazeteci-yazar olarak hatta gazeteci kimliğimin ötesinde vatandaş kimliğimle de, MEK'e, Mehmet Emin Karamehmet'e senin de sahip çıkmanı sağlamak için ey okur, yazılı düşünmeye karar verdim" diye sürdürdüğü yazısında şu tür değerlendirmelerde bulunuyor:

"Karamehmet'in yaşamakta olduklarına 'sonuç' noktasına baktığınızda, hepinizi bire bir ilgilendiren bir kara noktayı fark etmeniz gerekiyor artık, işte o kara-kör nokta; el konulan Pamukbank'ın borçlarına karşılık devredilecek 'şirket hisselerinin arasında 'TURKCELL'e atıfta bulunulması... Akla 'yoksa son hedef TURKCELL mi, birileri TURKCELL'i mi istiyor, yoksa' kurdunu düşürüyor... (...) Yorumları aynen özneye, Mehmet Emin Karamehmet'e aktardım, 'işte buna kimse izin vermez Güler' dedi.

"Karamehmet, bilinçli vatandaş ruhuyla 'milli düşünceyle' beslenen bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti üyesi, her işadamı gibi hatalı iş politikaları, hatalı borçlanma trafiğinde seyretme gibi nedenlerle 'sıkıntıya' girebilir, 'Karamehmet'in 'banka hortumcusu olduğuna ben inanmıyorum, inananlar onun hortumculuğunu ispat etmek zorundalar..." (Enteresan bir talep, ama biz burada öncelikle Karamehmet'in bir "Türkiye Cumhuriyeti Devleti üyesi" olarak takdim edilmesine dikkatinizi çekmek istiyoruz. –Kronik Medya.)

"Yerli firmalarına sen sahip çıkacaksın ey bilinci güçlü okur; sahip çıktığın o yerli firmalar şayet senin vergini hortumlamaya kalkarsa da elbette ' alacağını-borcunu, YERLİTÜRK mahkemelerinle, kurumlarınla, son kuruşuna kadar tahsil edecek-sin... Ne alacağını, ne vergini ne de'senin TURK' firmalarını, 'dünya devleri' sıralamasında TURK adını en üste yazdırmış müteşeb-bislerini de 'el-aleme kaptırmayacaksınız' değil mi ey okur?!. Hassas günler yaşıyoruz, hepimize gece nöbetleri yazılmış, gözümüzü asla kapatmamalıyız, siz de yazılı düşünün haydi."

Artık "içten" mi bulursunuz, "iç paralayıcı" mı bilemeyiz, yazı burada bitiyor… Bu Akşam gazetesinin bazı köşe yazarları bir tuhaf…Onlardan biri, Nuray Başaran da "57. Cumhuriyet Hükümeti" döneminde Hüsamettin Özkan hakkında bir güzelleme yazmıştı. Hani, baştan sona " Siyasal reklamdan fersah fersah uzak, imaja karşı doygun, makam, koltuk ve cilalanmaya küskün, şöhretten tiksinen böyle birisi şu kriz dönemlerinde Allah'ın bu millete lütfu gibi..." cümlelerle akıp giden... (Dileyen okurlar 25 Mayıs 2002 tarihli Akşam gazetesinden yazının tamamına ulaşabilir, eşine dostuna göstermek üzere çıkış alıp cebine koyabilir...)

Güler Hanım'a gelince... Biz "İnandıkları gibi ve biraz da çizgi üzeri yaşayanlar"dan olmadığımız için herhalde, kendisini anlayamadık. Ve emin olsun, normal, medeni bir ülkede gazetecilik yapıyor olsaydı, "çizgi altındaki" yayın yönetmeni, kendisine, o yazıyı gazeteye koymasının mümkün olmadığını söyleyecekti... (A.G.)

Hürriyet'in dayanılmaz ağırlığı:
Hatası da bulaşıcı!

(Okurlara uyarı:
Bu yazının sonunu okumadan başlığına inanmayın!)

Tuhaf, çok tuhaf bir şey anlatacağız size... Dünkü Kronik Medya'da "küçük dev hata" başlığı altında hatırlattığımız bir "küçük" hata ertesi gün öyle büyüdü, öyle büyüdü ki, o kadar aşılı olduğumuz halde, ortaya çıkan tablo karşısında az kalsın küçük dilimizi yutuyorduk...

Kısa bir hatırlatmayla başlayalım... Dün, "Küçük dev hata" başlığı altında 10 satırdan ibaret şu karşılaştırmayı okumuştunuz: "Bütün gazeteler (2 Ocak 2003): 'AKP lideri Erdoğan, Kıbrıs'ta 30-40 gündür yürütülen siyasetten yana olmadığını belirterek, Kıbrıs Sayın Denktaş'ın kişisel olayı değil, milletin varlık mücadelesidir, diye konuştu...' Hürriyet (2 Ocak 2003): 'AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan, Kıbrıs'ta 30-40 yıldır devam eden siyasetin sürdürülmesinden yana olmadığını belirterek, siyaset sorun üretme değil çözüm üretme sanatıdır. AKP de bu çözümün adresidir, dedi...' "

3 Ocak tarihli gazeteleri okurken, biz bu küçük hatayı çoktan unutmuştuk; ne var ki Cumhuriyet gazetesi yazarı Mümtaz Soysal'ın yazısı ister istemez yeniden dönmemizi gerektirdi konuya. Çünkü Mümtaz Hoca, kendi gazetesi de dahil olmak üzere bütün gazetelerin "30-40 gün"üne değil, Hürriyet'in "30-40 yıl"ına itibar etmiş, bu bilgiyi aktardıktan sonra, ona uygun bir de yorum yapmıştı:

"(...) Rize'nin bir kahve köşesinde edilen 'Kıbrıs'ta 30-40 yıldır sürdürülen siyasetin sürdürülmesinden yana değilim' sözünün anlamı nedir? Bu konudaki 'devlet siyaseti'nin değiştirileceği mi? O zaman, Sayın Erdoğan Türkiye'de 'devlet siyaseti' denen ve önemli konularda birçok kurumun katkısıyla iyi düşünülüp tartışılarak ortaya çıkarılan ana ilkeleri oluşturmuş ve oluşturabilecek durumda olan kişi ve kurumlarla teker teker konuşarak mı bu sonuca varmıştır?"

İçtenliğimize inanın, mesele bu kadarla kalsaydı, "Mümtaz Hoca sadece Hürriyet okumuş" deyip geçecektik, fakat 7. sayfada bir başka Cumhuriyet yazarı olan Orhan Birgit'in de "sadece Hürriyet okuduğunu" fark edince durum değişti. O da şöyle yazmış:

"Rize'de bir yerel televizyon antenlerinden, KKTC Cumhurbaşkanı'na ders verircesine 'Kıbrıs'ta 30-40 yıldır sürdürülen siyasetin... (...) diyebilmektedir. Kıbrıs'ta, 1974'ten bu yana sürdürülen politikanın öncelikle Kuzey Kıbrıs halkının, her belirli dönemde sandık başına giderek tek dereceli seçimle cumhurbaşkanı seçtiğini, Cumhuriyet Meclisi'ne üye gönderdiğini, herkes gibi Sayın AKP Genel Başkanı da bilmek durumundadır..."

Meselenin burada kalacağını, Hürriyet'in, iki Cumhuriyet yazarını yanılttığını söylemekle yetineceğimizi sanırken, şeytan dürttü, gazetelere de bir göz atalım dedik. İşte o andan itibaren tuhaflıklar biribirini izledi...

Birinci gün Erdoğan'ın konuşmasını "30-40 gün" diye aktaran gazetelerden ikisi (Zaman ve Akşam), bu kez Denktaş'ın Erdoğan'a cevabını haberleştirirken "30-40 yıl"a dönmüştü... Hem de haber içinde bunu ısrarla tekrar ederek... İlk gün haberi her nedense vermeyen tek gazete olan Milliyet de ikinci gün Erdoğan'ın sözlerini aktardığı haberinde "30-40 yıl"cı gazetelerin arasında yerini almıştı...

İşte geldik, başlığın hemen altındaki tuhaf uyarıya... Mesele şu değerli Kronik Medya okurları: Yazının sonuna gelmiş, şaşkınlıklar içinde "bağlama cümlesi"ni ararken, bütün bu olan bitenin gerçek olamayacak kadar absürd bir şey olduğu kuşkusuna kapıldık ve Erdoğan'ın o demeci verdiği Rize TV'yi aradık... Şansımıza, Erdoğan'ın o söyleşiyi verdiği gazeteci Adnan Onay çıktı karşımıza. Söylediğini aynen aktarıyoruz:

"Erdoğan 30-40 yıl dedi, yani sadece Hürriyet'in haberi doğruydu... Hürriyet Doğan Haber Ajansı'nın (DHA) haberini kullanmış, öbürleri Anadolu Ajansı'nın... Benim anlamadığım, ikisinin Rize muhabiri de aynı kişi, herhalde geçerken bir hata olmuş..."

İşte son durum böyle... Birinci gün haberi kullanmayan Milliyet'in ikinci gün DHA haberinden, işin doğrusunu yazmasının nedeni de böylece anlaşılmış oluyor... Zaman ve Akşam da, "Hürriyet'in hatasının da bulaşıcı olmasından dolayı" değil, birinci gün verdikleri haberin doğru olmadığını öğrendikleri için öyle yapmışlar demek ki...

İlave birkaç tuhaflıkla bitirelim bu işi: Rize'den Adnan Onay'la görüşmeden Anadolu Ajansı'nı (aa) arayıp duruma bir açıklık getirmelerini istedik. Oradaki meslektaşlarımız haber metnini bulup okudular bize. İnanamayacaksınız ama, aa'nın metninde de "30-40 yıl" diye geçiyordu... Bu durumda şu "30-40 gün"ün nereden çıktığını anlaşılan hiç anlayamayacağız...

Bir de şu var: Cumhuriyet, aa'nın haberini değil, kendi haberini kullanmış (mahreç olarak "Rize-Cumhuriyet" deniyor), fakat o haberde de "Son 30-40 günlük politikalar"dan söz ediliyor...

İçinden çıkılması imkânsız bir durum yani, en iyisi burada noktalamak... (A.G.)

Şimdi de 'yataklı vagon' tefrikası...

Yeni Şafak okurlarının haberi yoktur diye yazıyoruz: Türkiye bugünlerde sadece YAŞ toplantısında olup bitenler ve TBMM Başkanı Arınç'ın "lojmanlar" hakkında yaptığı açıklamayla meşgul değil. Gündemimizde bir de Tamer Karadağlı-Deniz Akkaya ilişkisi var! Karadağlı'nın kim olduğunu tabii ki biliyorsunuz; hani şu ünlü dizinin "taşfırın erkeği" olarak ün kazanan baş oyuncusu. Akkaya, zaten malûm...

Türk basınının birisi epeyce yaşlı (Milliyet), diğeri henüz çok genç (Habertürk) iki gazetesi bugünlerde bu ikilinin Ankara'ya "yataklı tren"de birlikte gidip gitmedikleriyle ilgilendikleri kadar Kıbrıs sorunuyla ilgilenmiyor, desek yalan değil... Besbelli ki ikisi de kafaya iyiden iyiye koymuş; ne yapıp edip, yeni evli Karadağlı çiftini sonunda ayıracaklar... Göreceğiz, bakalım bu "bomba haber"i duyurmak ilk Milliyet'e mi, yoksa Habertürk'e mi nasip olacak? Bizim bu enteresan habercilik yarışında dikkatimizi çeken bir diğer husus da, adı Habertürk'ün künyesinde "Yayın Koordinatörü" olarak geçen Reha Mağden'in kendisini tutamayıp konuya ilişkin "Yataklı tren kaçamak değil, ayrıcalıktır" başlıklı bir "deneme" kaleme alması oldu. Mağden, "Kenan Çetingöz'ün ilginç haberi yalnız kalmasın, bu yayını bir deneme ile koordine edeyim" diye düşünmüş olacak ki, bir sigara yakıp "yataklı vagon"da olup biteceklere ilişkin hayale dalmış... Aslına bakacak olursanız kalemi de hiç fena değil doğrusu; az biraz gayretle Milliyet genel yayın yönetmeni Mehmet Y. Yılmaz'ın pazar denemelerinin papucunu dama atması pekâla mümkün...

Baştan söyledik; duymamışsınızdır, bilgi sahibi olasınız diye yazıyoruz...

Ne tuhaf bir milli medya bu böyle... Millet öyle yapsa da kabahat, böyle yapsa da... "Modern yaşam tarzını" benimsese de medyaya yaranamıyor, "Ortaçağ yaşam tarzını" benimsese de...

Yahu sizin başka işiniz yok mu Allah aşkına? (K.B.)

Henüz sağken bir haberine daha yer verelim!

  • Mutlaka farkediyorsunuz; son günlerde Gazete Habertürk ile özellikle ilgileniyoruz... Bu ilgi tabii ki nedensiz değil. Gazete çok kısa zamanda 200 bin lira olan fiyatını 150 bine indirdi; bu yetmiyormuş gibi can havliyle "Dünya Klasikleri"ne de sarıldı... Yani (Allah gecinden versin) Gazete Habertürk'ün sağlığı hiç de iyi görünmüyor... Dolayısıyla biz de henüz fırsat varken kendisine mümkün mertebe öncelik tanıyoruz.

  • Cuma günü söylemiştik, bu devirde magazin sosuna batırılmış siyasi haberler artık okuyucu çekmiyor. Hatırlayın; iki gün öncesinin "Arınç'ın bu lafı kriz çıkarır" manşetini bu devirde kim ne yapsın? Vitrinde bu manşetle karşılaşan okur, manşetin devamını niçin merak etsin? Gazete dediğin karşısına kurulup "kum saati"nin saatler süren akışını izlediğin ekran değil ki... Okurlar Taki Doğan'ın eğlenceli "magazin-siyaset" şovunu bir de gazeteden niçin takip etsin? Zaten "teknik" olarak da mümkün değil; Ankara Temsilcisi'nin arkada kamera ona buna yaklaşarak aldığı "eğlenceli" mülakatların gazetede aynı tadı vermesi mümkün mü?

  • Bakın 3 Ocak tarihli Gazete Habertürk'ün manşeti yine okur kaçırıcı türden: "Genelkurmay şerhe şerh koydu"(!) İmza, tahmin ettiğiniz gibi Taki Doğan. Bu kadarı yetmezmiş gibi şöyle bir not da düşülmüş: "Taki Doğan'ın tarihe not düşen haberi"(!) (K.B.)

  • Peki ne olmuş ne bitmiş de bu "tarihe not düşen haber" gazeteye manşet olmuş? Merak etmeyin, ortada olup biten bir şey yok! Taki Doğan'a göre, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları bir öğle yemeğinde bir araya gelmiş ve "şerh" olayının medya tarafından öğrenilmesinden duydukları üzüntüyü dile getirmişler. Taki Doğan'a göre, masanın etrafındakiler YAŞ kararlarının kamuoyuna açıklanmasında "hukuki bir sakınca bulunmadığını, ancak teamül ve etik olarak gizli tutulduğunu" ifade etmişler. Taki Doğan, herkesin bildiği şu gerçeği de bir "yenilik" olarak hatırlatmayı ihmal etmiyor: "Ayrıca koyulan şerhin hiçbir yaptırımının bulunmadığı da vurgulandı."(!) Siz söyleyin hiç olur mu böyle bir şey? Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları Başbakan ve Milli Savunma Bakanı'nın zaten imzalamış olduğu bir karardan sonra "Bu şerhin hiçbir yaptırımı bulunmadığını vurgularız" derler mi? Hadi diyelim ki Taki Doğan'ın gözünde okurlar haddinden fazla "saf" yaratıklar, ne yazsan inanıyorlar; peki ya komutanlar? Bu kuvvetle "kafadan" yazılmış olan "tarihi haber" ile onlara karşı da ayıp olmuyor mu? (K.B.)

    Biraz gecikmeyle Star da 'kriz'i gördü

    Herkese hakkını teslim etmek gerekir; TBMM Başkanı Arınç'ın "lojmanlar"a ilişkin açıklamasının ortaya yeni bir "kriz" çıkartıp çıkartmayacağı konusunda Gazete Habertürk, habercilikte Star gazetesinden bir gün öndeydi... Herkes şahit ki, 2 Ocak sayılı Habertürk'ün manşeti "Arınç'ın bu lafı kriz çıkarır" şeklindeyken, Star gazetesinin duruma hakim olabilmesi için bir tam gün geçmesi gerekti... Gazete manşeti ancak 3 Ocak tarihli sayısına yetiştirebildi: "Bülent Arınç bir kriz daha çıkarmayı başardı"(!)

    Star'ın bu gecikmiş manşetiyle ilgili belirtilmesi gereken bir husus daha var: Söz konusu manşetin hemen altında açılan pencereyle birinci sayfaya giren Murat Çelik'in aynı konuda kaleme aldığı yazısı okununca, manşet ile köşeyazısının birbirinden tamamen farklı tellerden çaldığı gözleniyor! Çelik'in Arınç ile yaptığı telefon görüşmesini ayrıntılı olarak aktardığı yazısını okuyan bir okurun ortada, manşette iddia edildiği gibi "kriz" miriz olmadığını kavramaması mümkün değil... Peki o zaman bu "heyecanlı" manşet niçin? Niçin olacak, "onun için"! (K.B.)

    İmdat geri dönüyor!

    Aşağıdaki haberi ciddi bir gazetede okuduk:

    "DYP'nin eski Genel Başkanı Tansu Çiller'in Ilıcaklar'ın kuracağı yeni merkez sağ gazetede köşe yazarlığı yapacağı belirtiliyor..."

    Hayır, lütfen "belirtilmesin"!
    Bu haber doğru olamaz, olmasın!
    Yoksa, gerçekten geri mi dönüyor.....

    Yoksa, o kadar dinlediğimiz yetmezmiş gibi şimdi de okumak zorunda mı kalacağız? (K.B.)

    TRT ekranından...

    TRT'de tek konuklu bir "tartışma" programı...
    Konuk, CHP'li milletvekili Prof. Oğuz Oyan.
    Biz ekranın başına geçtiğimizde söz sırası Oyan'daydı.
    Oyan: "Ama bu icraatıyla hükümet...."
    Programın sahibi gazeteci: "Aman n'olur lüffen, siyaset olmasın!"
    Unutmayın; program konuğu bir milletvekili, yani basbayağı bir siyasetçi! (K.B.)


  • 5 Ocak 2003
    Pazar
     
    YÖNETENLER: Kürşat Bumin
    Alper Görmüş


    Künye
    Temsilcilikler
    ReklamTarifesi
    AboneFormu
    MesajFormu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Röportaj | Karikatür
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED