|
|
Çocuk minareyi
nereden bilsin?
Sıkıldınız, biliyorum. Ben de sıkıldım. Özdemir İnce de sıkılmıştır eminim. Bitiriyorum. Onun acılarına da son veriyorum bugün. Mesele, İnce'nin Paulo Coelho'dan yaptığı çeviri... Bu çeviride ilginç benzetmeler var. Yazar (Paulo Coelho), "yüksek kulelere çıkıp şarkı söyleyen adamlar"dan sözediyor. Yazarın anlatım biçimine ve sözcük seçimine karışamazsınız elbette; ifadeyi güçlendirmek (süslemek) için olmadık işler yapabilir, olmadık benzetmelere başvurabilir; Coelho da (sanırım) öyle yapmış. Çevirmen de, doğal olarak, yazarın seçimine duyar. İnce de, sözkonusu bölümde, yazarın seçimine saygı duymuş. İlerleyen bölümlerde, İnce'nin (yazarın seçimine rağmen) sık sık araya girip, bazı açıklamalar yaptığını, bu açıklamaları da, "Tanrı'nın sıralaması"nı gözeterek Tevrat'a dayandırdığını göreceğiz. Coelho, kahramanı Santiago'yu Afrika'da (yani Mağrip'te) dolaştırır. "Tuhaf bir memleket"tir burası Santiago'ya göre. Bir kentte, bir kahvehanede oturur. Etrafı gözetlemeye başlar. "El ele tutuşarak dolaşan erkekler, yüzleri peçeli kadınlar, yüksek kulelerin tepesine çıkıp şarkı söyleyen din adamları, bunların çevresinde diz çöküp alınlarını yere vuran insanlar" görür. Siz çevirmen olsaydınız, bu bölümü nasıl çevirirdiniz? Ben Özdemir İnce gibi çevirirdim. Eee, sorun ne o halde? "Sorun"un ne olduğuna birazdan geleceğim. İhsan Yılmaz'ın, İnce'ye destek sadedinde görüşlerine başvurduğu seçkin mütercimlerimizden Seçkin Selvi şöyle diyor: "Oradaki olay çocuğun gözünden anlatılıyor. Çocuk minareyi nereden bilsin? Özdemir İnce'nin bir çevirmen olarak böyle bir metne müdahale etmemesi kadar normal bir şey olamaz." Elbette... Ama, Santiago, İnce'nin ileri sürdüğü gibi, "Ezan nedir, minare nedir bilmeyen" bir köylü çocuğu değil. Latince, İspanyolca ve "dinbilim" okumuş, küçüklüğünden beri dünyayı tanımayı kurmuş tecüssüs sahibi bir delikanlı. O yaşta, o donanımda bir çocuğun (bir delikanlının) ezanı, minareyi ve namazı bilmemesi düşünülebilir mi? Bu da Coelho'nun halt karıştırması tabii. Zaten tartışma konusu, "çocuk minareyi nereden bilsin" değil. Minareyi bilmeyen, "Mersin'in Demirışık Köyü imamı Kör İbram'ın torunu" Özdemir İnce. İnce, "sorumlu mütercim" olarak, sık sık araya girme ihtiyacı hissediyor. Kitap boyunca tam 18 kez araya girmiş ve gerekli-gereksiz "açıklamalar"da bulunmuş. "İsa'nın Kutsal Yüreği"ni, "menkıbe"yi, "Salem"i, "som altından kocaman göğüslük"ü, "Abram"ın kim olduğunu, "kefye"yi, "imansızların tapınmaları"nı, "cilbab"ın Kuzey Afrika'da erkek ve kadınların giydikleri uzun kollu, başlıklı bir giysi olduğunu bu açıklamalardan öğreniyoruz. Öyle ya, çocuk ne bilsin? Ama "yüksek kulelerin tepesine çıkıp şarkı söyleyen adamlar"ın aslında hangi eylemi ifa ettiğini, insanların niçin "diz çöküp alınlarını yere vurduğunu" öğrenemiyoruz. Çünkü Tevrat'ta yazmıyor. Özdemir İnce de açıklama gereği duymuyor. Metni, bize hiç de gerekmeyen bilgilerle donatan mütercim, dipnot düşüp yazarın "minare", "ezan" ve "namaz" algılamasındaki hoşluğa (naiviteye) dikkat çekmiyor. Bunu yapsa sorun yok. Pekala, çıkıp, "Çevirmenin böyle bir görevi yok, ben metne sadık kaldım" diyebilir. Haklı da çıkar... Ee birader, çevirmenin, metinde geçen kavram ve mekan adlarının Tevrat'taki karşılığını yazmak gibi bir yükümlülüğü var mı? Bu ne işgüzarlık!
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |