|
|
BEYOĞLU POLİSİYESİ
TONGUÇ ÖZGÜVEN
Yazarın yeni romanı üzerine söylenecek çok şey var. Ama en sonda söylenecek ana fikir en başta dile getirilebilir: Beyoğlu Rapsodisi, temas ettiği türlerle (sorun roman ve kara roman) kurmayı denediği ilişki, yaratmaya çalıştığı Beyoğlu atmosferi ve eski cinayetleri araştırma gibi kendine has unsurlara sahip olsa bile Ahmet Ümit'in hayal gücü ile kaleminden kaynaklanan ciddi sıkıntıları bünyesinde barındırıyor. SORUŞTURMA GECİKİYOR! Herşeyden önce kitabın 200. sayfasına kadar polisiye romanın temel şartı olan soruşturmanın başlamamış olması okura oynanmış pek de adil olmayan bir oyun. Belli ki Ümit kitabın hacmini artırmak için böylesi bir yola gitmiş. Bu sayfalara kadar sadece romanın güzel Rus karakteri Katya'nın anlattığı hazin öykü göze çarpıyor. Katya, romanın ana karakteri Selim'e eski kocası Sermet'le birlikte Aladağlar'da yaşadığı bir olayı sıcak bir şekilde anlatıyor. Bir kent romanı yazma, hem de Beyoğlu'nu hakkıyla anlatma iddiasındaki Ümit'in kitabındaki en iyi yan öykünün bir dağ hikâyesi olması dikkat çekici. Bu durum, 'Bir Ses Böler Geceyi' adlı uzun öyküdeki iyi performansı da gözönüne alınırsa Ümit'in daha çok 'kırsal öykülere' yatkın olduğu yargısına götürüyor insanı. BEYOĞLU ATMOSFERİ Ümit kitapla ilgili röportajlarında Beyoğlu'nun, kitabının dördüncü karakteri olduğunu söylüyordu. Oysa yaratılan Beyoğlu atmosferinin bu iddianın gerektirdiği güçten uzak olduğu öne sürülebilir. Romanın bazı bölümlerinde yer alan Beyoğlu'ndaki önemli yapıların mimarisi ve tarihi üzerine doyurucu anlatım, kimi yerlerde çok basit sokak tasvirlerine dönüşüyor. Öyle ki Ümit, romanın 165. sayfasında Mis Sokak'ı anlatmak için şu sözleri uygun görmüş: "Mis Sokak, Cadde-i Kebir ile Tarlabaşı'nda sıkışıp kalmış, iki yanında barlar kafeler kadar Beyoğlu esnafının da bulunduğu -ki bunlar arasında iki berber salonu, iki perukçu, bir esnaf lokantası, iki kahvehane, bir saatçi, iki eczane, bir ayakkabıcı, iki bakkal, bir şarküteri sayabilirdiniz- kısa bir sokaktı. Boyu kısaydı, ancak Beyoğlu'nun en kalabalık sokaklarından biriydi." Ümit'in romanı -iddia edildiği gibi- okuyucuyu kendine çeken bir üslupla yazdığı da tartışmaya açık. Ve en azından şunu söylemek mümkün: Ahmet Ümit, Dostoyevski ve Balzac gibi iyi edebiyat yapmayı umarak fazla iyimser davranıyor. Sorun roman mı, kara roman mı? Ümit'in Beyoğlu Rapsodisi'nde sorun romanla kara roman arasında kaldığı ve her ikisine de iyi tutanamadığını belirtmek gerek. Yazar, sorun romanın 'katil kim?' sorusu etrafında örülmüş bulup çıkarma işlevini yerine getirirken kara romanın olmazsa olmaz şartı ritmik değişkenleri romanın içine yedirememiş, ayrıca klasik sorun romanda olduğu gibi okuyucuyu bir hedefe sürükleyen soruşturma ortamı da yaratamamış. Kitabın 200. sayfasından sonra başlayan polisiye soruşturmanın bizi adım adım sonuca götürdüğünü söylemek de mümkün değil. Öyle ki, cinayet nedeni ve katil 385 sayfalık romanın son on sayfasında ansızın ortaya çıkıyor.
Geriye döndüğünüzde yazarın size hiçbir ipucu vermediğini -çünkü böyle bir şeyi hiç de amaçlamadığını- görüyorsunuz. Romanın bütünündeki soruşturma seyrinden anlıyoruz ki Ümit, 'Beyoğlu Rapsodisi'nde temel bir yanlışa düşmüş. Bir 'sorun roman'da cinayetin çözümünü arayan kişiye verilen ipuçları ile okura verilenlerin eşit düzeyde olması ilkesi Beyoğlu Rapsodisi'nde ihmal ediliyor. Ümit, Kenan'ın elde ettiği ipuçlarını -aşamalı olarak- romanın sonuna kadar okuyucuya dürüstçe yansıtmıyor, yansıtmak istediği yerde de bunu hakkıyla yapamıyor. Romanın polisiye açısından bir diğer sıkıntısı da soruşturmanın seyri boyunca okuyucuyu yanıltmaya dönük gereksiz pekçok ayrıntının bulunuyor olması. Flamel'in simyacılığı, Satanizm ve Lavey gibi unsurlar cinayet nedeniyle hiçbir bağı olmayan parçalar.
|
|
|