|
|
Üç asırdır, dönüp dolaşıp aynı sorunlarla uğraşıyor fakat bir arpa yolu mesafe alamıyoruz.Bu konuda, hâlâ sun'i sorunlarla sürekli gündemimizi işgal eden, vizyonsuz yöneticilerin ve sözde aydınların kabahati az değildir.
Eğitimde karşılaştığımız bütün sorunlar için, şöyle bir geçmişe, eğitim tarihimize baktığımız zaman göreceğimiz manzara hakikaten çok ilginçtir. Gerek eski eserlerde, gerekse, eğitim alanında da arayışların-yeniliklerin olduğu Osmanlı'nın son döneminde ve cumhuriyetin ilk yıllarında, hemen her hususta söylenmedik-yazılmadık hiçbir şey kalmadığını görür; eğitimle ilgili yapılan toplantılarda (Heyet-i İlmiyye) ve Maârif / Millî Eğitim Şûrâları'nda, yüzde doksan dokuz dertlerimize devâ olabilecek, gayet ilginç ve önemli hususların tespit edildiğine hayretler içerisinde şahit olursunuz. Sorunlar ve çözümü O halde problemlerimiz niçin çözülemiyor, sorun nerede diyeceksiniz. Bunun cevabı gayet basit ve açık... Kararlı ve konusuna hakim kadrolara ve siyasî iradeye muhtacız. Nasrettin Hoca fıkrasındaki, elinde yağ-şeker-un olduğu halde bir türlü helva yapamayan adamın haline ne kadar da çok benziyoruz. Burada bir hususun daha altını çizmekte yarar var: Neredeyse üç asırdır, dönüp dolaşıp aynı sorunlarla uğraşıyor fakat bir arpa yolu mesafe alamıyoruz. İşin özünü ve gerçek yüzünü göremeyen ve hâlâ gereksiz tartışmalarla, sun'i sorunlarla sürekli olarak gündemimizi işgal eden, liyakatsiz, birikimsiz, beceriksiz, sadece kendi menfaatini düşünen, korkak, ufuksuz, vizyonsuz yöneticilerin ve sözde aydınların kabahati de az değildir. Sayıları yediyüzbine dayanan bir eğitim ordusu ile milyonlarca öğrenciye ve -hemen her evde bir öğrenci olması dolayısıyla- tüm topluma hizmet veren, büyük bir sorumluluk taşıyan Millî Eğitim Bakanlığı'nın gerçekten büyük ve çok sorunları olduğu bir gerçek... Ama en az onun kadar bir gerçek daha var ki; o da, eğitim sorunlarının tamamının kısa ve uzun vâdede çözülebilecek nitelik ve nicelikte oluşudur. Yeter ki 'eğitim tarihimiz' ve 'eğitimde yeni yaklaşım ve değerler' iyi bilinsin ve şimdiye kadar yapılan yanlışlardan gerekli dersler çıkarılabilsin. Eğitim Bakanı Millî Eğitim Bakanı'nın, kişiliğinin olduğu kadar, birikimi, tecrübesi, özel yetenekleri ve vizyonunun da çok büyük bir öneme sahip olduğunu düşünüyorum. Cumhuriyet dönemini ele aldığımızda, yaptıkları, kişiliği, misyonu itibariyle tartışılabilecek çok yönleri olmasına ve yer yer bu milletin bir kısım değerlerini hiçe sayarcasına birçok yanlış uygulamaya imza atmasına rağmen -katılır ya da katılmazsınız o ayrı- Hasan Ali Yücel gibi eğitime damgasını vurabilmiş ikinci bir Eğitim Bakanını gösterebilmek mümkün değildir. Sadece, merhum Avni Akyol görev yaptığı dönem itibariyle bir ümit olarak görülmüştü. Elbette iş sadece 'Bakan'la bitmiyor... Müsteşar ve müsteşar yardımcıları ile danışmanları başta olmak üzere bir bakanın yakın çalışma arkadaşları ve özellikle de Talim ve Terbiye Kurulu üyeleri ile diğer üst düzey bürokratlar büyük bir rol oynamaktadırlar. İcraat zamanı Bundan birkaç ay önce bir özel kanalda Taha Akyol, haklı olarak Sayın Erkan Mumcu'ya şimdi lisede okuyan çocuğunun 7. sınıf sosyal bilgiler kitabından bir bölümü göstererek bunun ne anlama geldiğini soruyordu. Onüç-ondört yaşındaki bir çocuğun sadece ve sadece altı sahifeye sığdırılan Osmanlı Devleti'nin birçok savaş ve anlaşmasını içeren onca kuru bilginin ne anlama geldiğini kimse izah edemezdi... Sayın Milli Eğitim Bakanı Erkan Mumcu (şimdi Kültür Bakanı) bunun farkında olduğunu ve bu gibi içerik problemlerini en kısa zamanda halletmenin ahlakî bir sorumluluk olduğunu söyleyerek bu hususta bir söz verdi. Fakat, bu konuda verdiği sözleri gerçekleştirebilmeye imkân ve fırsat bulamadı... Önceki meslektaşlarının başına gelen, onun da başına geldi ve çok kısa bir süre sonra yeni kabinede başka bir göreve atandı. Yerine gelen ve bir akademisyen olan Sayın Hüseyin Çelik, izlediğimiz kadarıyla selefinin projelerini devam ettirmek ve tamamlamak niyetinde... Ümid ederiz ki bu işlerde muvaffak olabilsin... Akademik hayattan gelmesi elbette büyük bir şans ama kiminle / kimlerle çalışacağı / çalıştığı çok önemlidir. Hiç kimseyi suçlamak için söylemiyorum ama daha önce uzun bir süre Ankara'da görev yapan, öğretmen, yönetici, şube müdürü, yönetici, müfettiş yardımcısı, eğitim-öğretim planlamacısı ve öğretim görevlisi olarak hemen her kademede çalışan ve MEB merkez teşkilatını da gayet iyi bilen bir eğitimci olarak bazı tereddütleri de taşımıyor değilim. Göreve yeni başlayan her Millî Eğitim Bakanı, bir kısmı gerçekten iyi niyetle ama büyük çoğunluğu başka hedeflere yönelik olarak, önüne konulan onlarca proje ile karşılaşır. Bu projelerin büyük bir kısmı emin olunuz ki, aynı şekilde daha önceki bakanlara da takdim edilmiş fakat daha yüzde onu bile uygulama imkânını bulamadan bakanlık el değiştirmiştir. İlköğretim okulu öğrencilerine ders kitaplarının ücretsiz olarak verilmesi; -mükemmel olmamakla birlikte- 'İlköğretim Kurumları Yönetmeliği' ile getirilen yenilikler; 2004-2005 öğretim yılından itibaren ders kitapları ve içerikte(muhteva) yapılacağı söylenen değişiklikler; Talim ve Terbiye Kurulu'nun daha verimli olabilmesi için ona biçilen rol ve bu mevzuda yapılması düşünülen düzenlemeler... hiç şüphesiz ki takdire şayan icraatlardır. Fakat, çağımızda yaşanmakta olan hızlı gelişmeler, toplumlarda her şeyin yenilenmesini ve yeniden yapılanmasını gerektirmekte olup; bu durum eğitime de yansımakta, esasen bireysel ve toplumsal alanlardaki gelişmenin temel boyutunu eğitim oluşturmakta; bundan dolayı da, eğitimin, çağımızda ortaya çıkan bu gelişim ve yeniden oluşum süreçleri doğrultusunda yeniden yapılandırılması bir mecburiyet halini almaktadır.
Kabul etsek de etmesek de devlet, ne veliyi, ne öğrenciyi ve ne de kendini; eğitim-öğretim konusunda tatmin edecek sonuçlar alamıyor. Bu konuda ne hizmet veren ne hizmet alan memnun değil. Zaten 2003 ÖSS'ında 26.000'den fazla lise mezununun sıfır puan alması halimizi ortaya koyan canhıraş bir feryattır. Fen Liseleri, Anadolu Öğretmen Liseleri ve bazı Anadolu Liseleri dışında devlet eliyle verilen eğitim ve öğretim hizmetleri yetersiz ve verimsizdir. Ülke genelinde kesin sayılarını bilmemekle birlikte tahmini olarak bin civarında ÖSS'ye hazırlık dershanesinin varlığı kabul edilebilir. Çünkü büyükçe kasabalarda bile dershane mevcut. Bu dershanelerin çok önemli bir kısmının teknik donanımı, alt yapısı, eğitim-öğretim kadrosu ve rehberlik servisleri pek çok devlet okulunun imkânlarının çok üstün ve modern. Kıyasıya rekabetin yaşandığı bu alanda bu üstünlüklerini korumak zorundalar; aksi durumda ayakta duramazlar. Üniversiteler her lise mezununu alamadıktan sonra dershaneler ülkemizin bir gerçeğidir. Milli Eğitim eski Bakanlarından Metin Bostancıoğlu zamanında dershanelere ihtiyacı ortadan kaldırmak amacıyla lise seviyesindeki okullarda üniversitelere girişte ortaöğretim başarı puanı ve devamsızlık süresinin on günle sınırlandırılması uygulaması getirilmişti. Bugünkü Milli Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik'in üniversiteye girişte Lise-1, Lise-2 ve Lise-3'ten sonra yapılacak sınavların esas olması tasarısı da dershanelere ihtiyacı azaltmayacaktır. Bu ihtiyacı ortadan kaldırmayı amaçlayan mevcut ÖSS sisteminin azaltmadığı gibi işin doğrusu bu kurumlarda azami ölçüde yararlanmak. Bizce bunun yolu: şartları ve imkânları tutan ÖSS hazırlık dershanelerine özel okul statüsü vermekten geçer, zaten bu kurumlar fiilen test teknikli sınav yapan özel okul biçiminde işlev görmektedirler. Eğer dershanelere özel okul statüsü verilirse ve lise düzeyinde resim, müzik, beden eğitimi ve yabancı dil gibi bazı yetenek dersleri seçmeli hale getirilirse öğrenciler daha fazla kendilerinin derslere verme imkanı bulacak ve hobileri ile uğraşmak için daha fazla zaman elde edecektir. Bu arada devlet bir kalemde yüzlerce okulu parasız, ihalesiz, masrafsız ve daha da önemlisi hemen hizmete sokacaktır. Aslında hizmet devam ediyor, ama bazı ön kabullerden şartlanmalardan ve mevzuat eksikliğinden devlet okullarının yükü hafifletilemiyor, dershaneye giden öğrenci aynı zamanda zorunluluktan dolayı devlet okulunu da işgal ediyor böylece dershanelere gidemeyen öğrencilerin de alacağı hizmetin kalitesini düşürüyor. Aslında herkesin yeteneği, zekâsına göre parasız ve kaliteli eğitim verilmesi; her öğrencinin aldığı üstün eğitim ve öğretim hizmetlerinden elde etmiş olduğu donanımlarını göğsünde bir şeref madalyası gibi taşımasını ve bunu ülke hizmetlerinde kullanmasını görme isteği hepimizin ufkunda parlayan kutup yıldızı olması lazım. Ama bunu gerçekleştirmeye kamunun gücü yetmiyor. Buna güç yetmiyor diye 'Bırakalım mevcut düzen ağır-aksak işlesin' mantığı abestir. Milli Eğitim Bakanlığı'nın özel okullarda okutmayı tasarladığı on bin öğrencinin engellenmesi de doğru değildir. Mevcut imkânları en iyi şekilde kullanmak yangından ne kadar mal kurtarırsak kardır anlayışı ile hareket etmek esastır. Sayın Başbakan eğitimin özelleşmesini istemekteki düşüncesini bu yönde anlamak gerekir.
Hayat, Hatıra ve Hayal; varolmanın koordinatları.. Buna anı ve imge deseniz de formül değişmiyor. Doğumla ölüm arasındaki yolculuk, evren ve canlılık bütün derinliğiyle 'hayat' kelimesinde ifadesini bulur. Unutulmuş, kaybolmuş objeler, hatıralar fikir, görüş, düşünce ve duyarlıklar varolma, yaşamış olma duyumu hayat olgusuyla içiçedir. Geçmiş ve gelecek; hayat serencamının hatıra ve hayal boyutunun temel kavramlarıdır. Zaman albümü 'önce ve sonra' diye bir şey belki, bugünde odaklanan.. Zamanı durdurmak ise elbette mümkün değildir. Hayatı ertelemek yanılsamanın, günde kalmanın yansımasıdır. Rüya, yani düş görmek, hayal kurmak çoğu zaman mümkün. Ancak başıboş değil. Hayat, Hatıra ve Hayal; varolmanın, yaşamanın koordinatları.. Siz buna yaşam, anı ve imge deseniz de formül değişmiyor. İç ve dış, madde ile mânâ; en derin, en girift boyutlarıyla bu formulasyonun dışında değil. İlim, derin düşünce ve sanat, bu içiçeliğin açılımı, hayat, hatıra ve hayalin belgesi; var edene , varolana ve bekâya işaret eden tezahürlerdir. Dünü, bugünü ve yarını görebilme, gösterebilme çaba ve sancısı yok değildir. Diriliş düşüncesinin Üstadı Sezai Karakoç, Diriliş dergisinde hatıralarını yazmaya başlarken; "...Baştan beri bir daha yaşamak demek olan hatıraları gözden geçirmek, ateşten bir azap demek... Geçmiş çok azizdir bende. Fakat onu yeniden yaşamak ıstırap kaynağı...." diyor. "...Ama öyle de olsa tecrübelerimizden yararlanabilecek birkaç kişi çıkacaksa, bu azaba katlanmaya değer" satırlarıyla hayat hikayesinin kapılarını açıyordu. Evet, en tatlı anılar dahi hüzün verebilir. Hayat safhaları sayfa sayfa başka bir boyutta ikincil yaşamada kendinden geçme ile buluşabilir. Tarih ve zamana içinden gelerek anlam yüklemek farklı duyum ve yorum gücüne ulaştırabilir. Üstad Necip Fazıl 'Hayatın gizli bir şuuru vardır' diyor.
'Evet, hayatım boyunca öyle tecrübeler kazandım ki dünya hallerini, hayatın sırlarını benden sorun. Bunları açıklayan kitap ezberimdedir.' Temiz yüreklerde, olgun kişilerde dünyevi endişelere pek yer yoktur. Bizim bahsettiğimiz başka bir şey. Muhasebe, murakabe ve müşahade.. İç derinliği... Hayat, hatıra ve hayal gördüğümüz, yaşadığımız duyumsadığımız; güldüğümüz ağladığımız her şeydir. Sabırdır, zamandır, mekandır. Hayatımız güzel, hatıralarımız temiz, hayallerimiz pırıl pırıl olsun.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |