|
|
Star, haber-enformasyon ileten bir yayın organından çok bir mücadele bülteni gibi yayımlandığı için, gazetenin "olanı yazmak" gibi bir derdi yok... O, klasik gazeteciliğin iki kelimelik bu kısa formülünü tam tersinden uygulamaya çalışıyor: Yani "yazıyor" sonra da "olması" için bekliyor... Star'daki "modern" gazetecilik anlayışının son örneği..
Kronik Medya'nın eski-yarı eski okurları, Orhan Pamuk'un "Kar" adlı romanında bir gazetenin yayın yönetmenine şöyle söylettiğini hatırlayacaktır: "Bazı olaylar sırf biz önceden haberini yaptığımız için gerçekleşmiştir. Zaten modern gazetecilik de budur..." Türk medyasının, bilhassa da "hassas" günlerde eski usul "olanın yazıldığı" gazetecilik türünden, "yazılanın olduğu" gazetecilik türüne bir anda sıçrayabildiği, hepimizin sık sık tanıklık ettiği bir durum... Ama bu gazetecilik türünde sonuç alınabilmesi için bir tür "cephe" harekâtı yürütmek gerekiyor; okurların algısının bir süre için de olsa değiştirilebilmesi, onların alıklaştırılıp sersemletilmesi için "topyekûn mücadele" gerekiyor. Mesela 28 Şubat döneminde basınımızın "yazılanın olduğu" gazetecilik türünün mükemmel bir örneğini sergilediğini söyleyebiliriz... Dediğimiz gibi: Tek gazeteyle olacak iş değil bu. Sırf, Star'ın son iki ayda gerçekleştirdiği iki hamlenin ikisinin de "sonuçsuz" kalmasına bakarak bile kanıtlayabiliriz bunu... Bu gazetemiz, İmar Bankası'nın başına gelenlerden sonra, iki manşetle bankacılık sektörünün kaosa sürüklenmekte olduğu yönünde "haber"ler yayımladı ama bunların ikisi de tutmadı...
'BANKA ÖNLERİNDE KUYRUKLAR'
Bunlardan birincisi bankaya el konmasından hemen sonra gelmişti, ikinciyi de geçtiğimiz hafta sonunda idrak ettik... Hatırlaranız (Kronik Medya'da söz etmiştik), Star, bir Cuma günü "hesabı olanların sisteme güvenlerinin kalmadığı için Pazartesi bankalar açıldığında, paralarını çekmek isteyen yurttaşların uzun kuyruklar oluşturacağını ve bunun da korkulan krizi başlatacağını" yazmıştı... Star'a göre bu bir haberdi ve günün en önemli haberiydi... Sonra Pazartesi geldi, hiçbir şey olmadı, Star da o "haber"ini unuttu gitti...
'KORKULAN OLUYOR'
Star'daki ikinci "modern gazetecilik" uygulaması 25 Eylül'de geldi... "Haber" bu kez sürmanşetteydi... Şöyle deniyordu: "KORKULAN OLUYOR... Tayyip Erdoğan, geçen hafta mevduatına güvence isteyen vatandaşlara, 'Paranızı kamu bankalarına yatırsaydınız' dedi. Bankacılık sektöründe korku yaratan bu açıklama amacına ulaştı. Küçük ölçekli bankalar mevduat çıkışını durdurmak için hem faiz artırmaya hem de özel faiz uygulamaya başladı..." Dikkat ederseniz Star, birinci örnekte "olacak" derken, ikinci örnekte "oldu" diyordu. Yani, bir bakıma, ikinci haber, "yazılanın olduğu" (modern!) gazetecilikten çok, "olanın yazıldığı" bildiğimiz, klasik gazeteciliğe daha yakın bir haber gibi duruyordu... Çünkü okuyunca ister istemez şöyle düşündürtüyordu insanı: E, demek ki bankalar "korkudan" faiz yükseltmeye başladı; bu bir vakıa ve Star'cılar da bunu tespit etti...
FIKRA GİBİ HABER
Fakat haberin devamına gidince, iş kara mizah boyutularına bürünüyordu... Devam sayfasında tek tek bankaların eski ve yeni faiz oranlarının karşılaştırmalı tablosuyla karşılaşacağını düşünen Star okurlarını burada hoş bir sürpriz bekliyordu... Hayır, Star'cıların elinde böyle bir tablo yoktu, onlar bu sonuca, "Elimizde şu kadar para var, ne kadar faiz ödersiniz?" sorusunun muhtelif bankalara telefonla yöneltilmesi ve telefonda yürütülen faiz pazarlıkları temelinde varmışlardı. Bakın nasıl: "Tayyip Erdoğan'ın 'Paranızı devlet bankasına yatırın' sözü üzerine, küçük ölçekli bankalarda başlayan mevduat çıkışını durdurmak isteyen bankaların şube yetkilileri, müşterilerini ellerinde tutmak için büyük çaba sarfediyorlar. Sektörde yaşanan bu panik havasını gözler önüne sermek için bazı küçük bankaların İstanbul'daki şubeleri ile elimizde yüksek miktarda nakit TL bulunduğunu öne sürerek pazarlığa giriştik. Yaptığımız faiz pazarlığında konu ile ilgili çarpıcı sonuçlara ulaştık. İşte o görüşmeden çarpıcı diyaloglar: "Küçük ölçekli özel bir bankanın Şişli şubesi yetkilisi: 'Özel bir oran alabilirsiniz. 30 güne, 90 güne kırık tarife uygularız, yani 2'şer gün eklediğimiz zaman daha yüksek faiz oranı olur. Eğer size uzun gelmezse bono almanızı tavsiye ederim. Ama yine de mevduat derseniz, onu yetkiliye sorarım. Bir aylık oranımız yüzde 29.5, bunu yüzde 34'e kadar çıkarabiliriz. Yine de görüşmeye açığız. Üstelik Merkez Bankası yine faiz düşürecek. Bunu değerlendirmenizi tavsiye ederim.' "Yine merkezi İstanbul'da bulunan bir başka bankanın Beşiktaş şubesi yetkilisi: 'Mevduatınızın büyüklüğüne göre oran belirliyoruz. Elinizde ne kadar var? (Şube yetkilisine 640 milyarımızın olduğunu söylüyoruz.) Şubemize gelirseniz görüşürüz. Genel müdürlükle temas kurar, konuşuruz. Pazarlık imkânımız var.'" Star'cılar, bu görüşmelerden, "küçük ölçekli bankaların mevduat kaçışını önlemek için faizlerde yüzde 5-6 artışa gittikleri" sonucuna varmışlar. Meslektaşlarımızın, "eldeki para"yı düşük tutarak büyük bir fırsatı heba ettikleri kanısındayız!!! Neden mesela 60 trilyonları olduğunu söyleyip faizi çok daha yükseklere çekmemişler? Böylece çok daha etkili bir "kriz" haberi çıkmaz mıydı ortaya? (A.G.)
'Nesnel'sen o 'institute'un ne olduğunu da yazacaksın... Sabah gazetesi yazarı Umur Talu, gazetecilikte nesnelliğin, en azından uygulandığı biçimiyle yurttaşların "bilgi ve habere eksiksiz olarak ulaşma hakkı"nı karşılayamadığını gösteren güzel bir örnek verdi köşesinde... Önce, Talu'nun da yazısının başında tırnak içinde aktardığı, ilk bakışta hiçbir manipülasyon, hiçbir eğip-bükme içermiyor gibi görünen şu gazete habereni okuyalım: "Tarihçi Bernard Lewis, American Enterprise Institute adlı düşünce kuruluşunda, 'Yol Ayrımındaki Türkiye' toplantısında yaptığı konuşmada, 'Türkiye ya Avrupa'yı seçecek ya Amerika'yı. Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine kabul edileceği beklentisi saçma' dedi." İşte size "nesnelliği" dört dörtlük bir haber... Lewis, haberde tırnak içinde söylediği sözleri etmiş mi? Evet, aynen etmiş. Öte yandan, haber dilinde artık kanıksadığımız tuhaflıklar, başlıkta bir hüküm ya da yorum var mı? Yok... Ne var ki, Umur Talu'nun verdiği, ancak işin uzmanının bilebileceği bazı ek malumatı göz önünde bulundurunca haberin nesnelliği bir anda sorgulanır bir duruma geliyor... İşte Talu'nun verdiği bilgiler: "Haberin unsurlarına bakalım. Özne, 'Tarihçi Bernard Lewis.' Yer, 'American Enterprise (AEI) adlı düşünce kuruluşu.' Ne dedi? Şunu, şunu. Bu çok yaygın bir habercilik türü. Haberin tüm kirlerini de gizlice taşıyan bir habercilik. İlle kötü niyetli olmasa da, 'aydınlatamayan, anlamayan ve anlatamayan', salt kâtiplik eden bir gazetecilik türü. 'Objektif habercilik' deniyor ama, fotoğrafı çekmekten aciz. 'Nesnel' sanılıyor ama, haberin unsurlarını maskelediği için nesnellikle alakası yok. "Bu haber türünde, özne (tarihçi Lewis) ve yer (AEI) tarafsız, nötr elemanlar. O yüzden de, 'Peki ama, neden orada ve neden öyle dedi?' sorusunun cevabı bir yana, ipucu dahi yok. "Biraz renklendirelim. Yer, yani AEI, ABD yönetimindeki en şahin, en hegemonyacı, en saldırgan, en İsrail yanlısı grubun başlıca akıl hocalarından ve başlıca fikir, ideoloji, proje üretim ve yayma makinesi. ABD dışına da davet edilen, ağırlanan, itibar gösterilen yabancı konuklar aracılığıyla ve bu tip haberlerle, o etkiyi yayma aracı. Yıllardır, Amerikan sermayesinin en azgın, en gerici, en tutucu (bazen 'en dinci') odakları sayılan Scaife, Bradley, Olin gibi vakıflar tarafından finanse ediliyor." Talu, buradan geçiyor Bernard Lewis'e... Yazdıklarının bir kısımı okuyalım: "(Lewis) Bir zamanlar ABD yönetimlerinin Sovyetler'e karşı sarıldığı 'İslam Yeşil Kuşağı' projesinin de, sonradan Huntington'un meşhur ettiği 'Medeniyetler Çatışması' tezinin de asıl babası sayılıyor. Tezlerinden biri de, Ortadoğu ülkelerinin (İsrail'i rahatlatacak şekilde) 'Lübnanlaştırılması', yani parçalanması. Şimdi yönetimi işgal eden en azılı neomuhafazakâr ekibin Clinton'a verdiği 'Irak'a saldırı' ültimatomunun imzacısı..." Dediğimiz gibi, dahası bile var ama bu kadar yeter... Talu, bu bilgileri aktardıktan sonra yazısını şöyle noktalıyor: "O yüzden, isterseniz tüm konuşma metnini sayfalarca verin; o habercilik, habercilik değil işte!" Gördüğünüz gibi, okurlar giderek daha fazla "inceltilmiş"; görünürde hiçbir gazetecilik problemi taşımayan haber metinleriyle cebelleşmek durumunda... Küçük bir istisna hariç, okurların tümü bu haber türü karşısında savunmasız. Bu koşullarda "nesnel" olanından çok "dürüst" bir gazeteciliğe ihtiyaç duyduğumuz açık değil mi? (A.G.)
Sükût ikrârdan mı geliyor? "HÜRRİYET'E Mektuplar"; Hürriyet'in zararsız olduğu kadar faydasız da olan bir köşesi… Okurlar gazetenin yayınlarına ilişkin eleştirilerini dile getiriyorlar. "Editörün Notu" da aklına eserse, bazılarına cevap veriyor. Gazete okur eleştirilerini, "ombudsman" filan kullanmadan bu yöntemle geçiştiriyor… Bugünkü (26 Kasım) "Hürriyet'e Mektuplar"da bir okur mektubu: "Afgan kadınları blucin giydi mi? / 14 Kasım tarihli gazetenizi üzülerek okudum. Kuzey İttifakı'nın Kâbil'e girmesiyle ilgili sevinç ancak bu kadar aktarılabilir. En çok da neye güldüm biliyor musunuz? Kadınların blucin giydiğine dair dipnotunuza. Lütfen biraz daha duyarlı olun. Mustafa Ceylan." Ne kadar güzel, ne kadar derli toplu bir "Okur Mektubu"… Mustafa Ceylan daha ne desin? Haberinize "güldüm" diyor; "Lütfen biraz daha duyarlı olun" diye uyarıyor… eğer Hürriyet bu köşeyi laf olsun diye açmamışsa, şimdi "Editörün Notu"nun tam sırası değil mi? "Editödün Notu" şimdi fikrini açıklamayacaksa, ne zaman açıklayacak? Ne gezer… Gazetede Ceylan'ın bu pek yerinde eleştirisi karşısında "tık" yok…. Yani efendim, "Sükût ikrârdan gelir" gibi bir durum… (K.B.)
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |