AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
İlmiyenin siyasal rolü ve YÖK tartışmaları

Geçen haftaya gündeme damgasını vuran YÖK tartışmasının nereye varacağını tahmin etmek zor. Ortada açıkça görülen o ki bu tartışmada taraflar arasında kullanılan dil, ortaya atılan iddialar ve yapılmak istenenler ne kimseye güven veriyor, ne de kimse tasvip ediyor. Bu tartışmanın sağlıklı bir sonuca varması kuşkulu. Kimin ne söylediği, niçin söylediği ve ne yapmak istediği aslında yüzeydeki ayrıntıdan başka bir şey değil. Asıl önemli olan bu tartışmanın temelindeki ana faktörün ne veya neler olduğunu anlamaktır.

Önce şunu hatırlayalım ki Türk siyasetinde ilmiye sınıfı temel aktörlerden biridir. Osmanlı siyasetinin merkezinde yer alan saray, yeniçeri ordusu ve mülkiyenin yanında ilmiye de vazgeçilmez bir işleve sahipti. Osmanlı devletinde tüm siyasal kararlar bu dört kurum tarafından alınıyordu. Dolayısıyla ilmiye yani ulema sınıfının, sadece bilgi üretmekle görevli bir kurum değil aynı zamanda toplumun mukadderatıyla ilgili siyasal kararların alınmasında önemli rol oynayan bir niteliği vardı. Bürokrasi de, askeriye de siyasal karar alma sürecinin en önemli aktörleri idiler.

Geçen haftaya gündeme damgasını vuran YÖK tartışmasının nereye varacaTürkiye'nin siyasal hayatında bürokrasinin, askeriyenin ve ilmiyenin demokratik toplumlardaki görevlerin yanısıra siyasal işlevler de görme gibi bir geleneği vardır. Bu nedenle cumhuriyet döneminde de siyasal işlevler görmekten ne askeriye, ne mülkiye, ne de ilmiye vazgeçmiş ve temel görev alanlarına dönmüşlerdir. Bürokrasi siyasi kadrolarca alınan kararları uygulama aygıtı olmanın ötesinde siyasal kararların alınmasında etkili olmaya çalışan temel aktörlerden biri olarak önümüzdedir.

İlmiye aktif bir siyasal aktördür...

İlmiye yani üniversiteler de, demokratik toplumlarda olduğu gibi kendi alanlarıyla ilgili bilgi üreten yapılar olmanın yanında siyasal karar mekanizmasında etkili olmaya çalışmaktadırlar. İşte bugünkü YÖK tartışması çerçevesinde yaşananların temelinde ilmiyenin siyaset sürecinde etkili olma geleneği yatmaktadır. Cumhuriyet döneminde nerede ise tüm önemli gelişmelerde ilmiye/üniversiteler üzerinde de durulmuştur. 1933'te gerçekleştirilen "Üniversite Reformu" ile Dârüfünun'un kapatılarak yerine İstanbul Üniversitesi'nin kurulması, 1947'de İstanbul Üniversitesi'ne özerkliğin verilmesi, 1960'ta 147'lerin tasfiyesi, 1971'de yasanın değiştirilmesi, 12 Eylül rejimi sırasında 1402'likler olayı ve YÖK Yasası'nın çıkarılması gibi bütün temel düzenlemeler üniversite olgusu ile siyaset arasındaki yakın ilişkiyi ortaya koymaktadır.

Temel sorun güvensizlik...

2002 genel seçimi sonrasında iktidar değişmiştir ve yeni iktidar 1981'den bu yana bir türlü tartışma ve eleştirilerin bitmediği YÖK Yasası'nı değiştirmek istemektedir. Bunun anlaşılır bir eylem olduğunda şüphe yok. Öncelikle halkın kendilerine oy vererek iktidarı teslim ettiği siyasi kadronun yasa yapma, yasaları değiştirme yetkisine sahip olduğunun ilmiye/üniversite dünyası tarafından kabul edilmesi gerektiğini belirtmemiz gerekiyor. Sorunun özü buradan kaynaklanıyormuş gibi bir eğilim gözlenmektedir. YÖK veya üniversite dünyası seçimle temsil görevi ve yetkisi almış olan bir kadronun bu niteliğini ve sadece seçilmişlerin yasa yapma yetkisi olduğu gerçeğini kabul etme noktasında zorlanmaktadır. Zira üniversitelerin açılış törenlerinde rektörlerin yaptıkları konuşmalarda dile getirilen eleştirilerin böyle bir refleksin dışavurumu olduğunu göstermektedir. 27 Mayıs darbesinde İlmiyenin oynamış olduğu role öykünmek, seçilmiş kadrolara o günleri hatırlatmak, hatta Türk siyasetinin asla temizlenmesi mümkün olmayan büyük bir kara leke olarak duran idamlara atıf yapmak üniversiteleri ve ilmiye sınıfını yücelten bir tavır değildir. 27 Mayıs sürecinde öğretim üyelerini oynadıkları kışkırtıcı, onaylayıcı, yönlendirici ve kinci rol öğünülecek değil utanılacak bir özelliktir. Sözde demokrasiyi yücelten üniversitenin darbenin aktif aktörü olması büyük bir çelişkidir.

Diğer yandan YÖK ile ilgili değişiklik yapmak isteyenlerin de ilmiye sınıfının Türk siyaset geleneğindeki yerini ve aktif aktör olarak etkili olma özelliğini görmezlikten gelmemeleri gerekir. Kaldı ki temel yöntemini "katılımcılık" olarak deklare etmiş olan hükümetin ilmiye sınıfının aktif katılımını gerçekleştirememiş olması önemli bir eksikliktir. İlgili bakanın İlmiye ile diyalog kurmak için gösterdiği çabaların karşılıksız kaldığı biliniyor. Ancak yine de bunun bir yolunun bulunması ve yıllardır şikayet konusu olan değişikliklerin gerçekleştirilmesinin sağlanması gerekiyor. Ortadaki cedelleşmenin ne üniversitelere, ne de hükümete bir yarar getirmeyeceği pekçok tecrübe ile sabittir. Ortadaki sorunu bazı kişiler temelinde ele almak ve sistemin olumsuzluklarını görmemek ciddi bir kayıp ve hayal kırıklığı olacaktır.


30 Eylül 2003
Salı
 
DAVUT DURSUN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED