|
|
Derin çelişki...
Türkiye, "siyasetin ve düşüncenin sıfır noktası" olarak tabir ettiğimiz toplumun referans olmaktan çıktığı, siyasete öfkenin siyasileştiği, devlet içine hapsolmuş siyasette bakarak kaynağı belli olmayan, ilkeleri rafa kaldıran bir "değişim söylemi"nin her yanı kuşattığı bir dönemden emekleyerek çıkmaya çalıyor. Yapılan siyasi hamlelerin derinliğinin olup olmadığı, kalıcı nitelik taşıyıp taşımadığı, önemlisi sosyal ve kültürel karşılıklarının bulunup bulunmadığını zaman gösterecek. Fetret ya da çözülme bizim aşina olduğumuz hallerdendir. Bu toprakların insanları "faydacı, atarekil ve toplum tasavvuruna sahip olmayan bir siyasi kültür"e sahiptir. Eksik demokrasi ve eksik modernleşme uygulamaları, bu topraklarda krizleri doğal hal buymuşcasına kronikleştirmiştir. Çünkü dış ve iç değişim dalgaları, hemen her sefer donuk siyasi, ekonomik, toplumsal yapılar üzerinde ağır "travmatik etki"ler yaratır. Bu travmalar çerçevesinde Türk toplumsal yapısı kendisini bütünleşerek değil, yırtılarak üretir. Her travma, her yırtılma, devlete endeksli, onun kontroluna yönelik dar siyaset algısını biraz daha beslemiş, topluma fikrini biraz daha yok etmiştir. Bugünlerde tüm değişim görüntülerine rağmen, AB uyum yasaları çıkmış olmasına rağmen, AKP'nin iktidardaki varlığı ve çevreyi temsil eden kimliğiyle bu travmaların en esaslarından birisi yaşanıyor. Bu travma, özellikle kentli, seküler, üst kesimleri etkiliyor, zihni çatışmaları ve çelişkileri azdırıyor, onlar nezdinde "içi boş ve aktörsüz değişim söylemi"ni putlaştırıyor. Sonuç olarak değişim ruhuna aykırı bir ortak payda üretiyor. Bu ortak payda, 3 Kasım seçimlerinden sonra siyasetin yakaladığı tarihsel çıkışa rağmen, siyasetin zihinlerde yeniden marjinalleşmesi üzerine kurulu; gözünü, ufkunu, umudunu dış dinamiklere çevirmiş, bu dış dinamiklerin iç dinamiklerin ivmesiyle harekete geçtiğini görmek istemeyen, iç dinamiklerden nefret ettikçe, dış dinamikler konusunda yüzeyselleşen zavallı bir ruh halidir. Acizlik ve atarekil kültürün birlikte beslediği, bu "toplumsuz ve siyasetsiz yenilenme mitosu", kısacası "bu "dış dinamik çeşitlemeleri" ne yazık ki, ülkeye egemen zihniyetin hâlâ özünü oluşturuyor. Bu zihniyet çeşitli kimliklerin yaşadığı yırtılmanın en önemli unsuru. Yırtılma ise iki yönlü; hem her bir aktörün zihniyetine ilişkin, hem toplumsal kesimlerin kendi içlerine ilişkin. İlk yırtılma, aktörün kendisini, "olan"ın dışına itip "bir bilinmeyen"in itici güç olduğu komplo teorilerine yaslanmasıyla, bunu yaparken kendisini ve ait olduğu kültürel duyarlılığı yok saymasıyla ilgili. Kompo teorilerinin bu ülkede rağbet görmesinin, bu teorilerin tarihi milletler kavgası ve ittifakına indirgeyen, iç dinamikleri ve toplumu dışlayan millet fikrinin doğal uzantısı olmasıyla yakından ilişkili olduğu iyi bilmek gerek. Nitekim ikinci yırtılma, "çoğulcu bir yerelleşme ya da siyaset" yerine "çoğunlukçu bir yerel fikir ya da siyasetin"in yeniden doğmasıyla, çok parçalı toplum yerine tek parçalı millet kavramının sağda ve solda ideolojik bohçalardan tekrar çıkarılmasıyla ilgili. Bu ikinci yırtılma ya Batı'ya yaklaşırken Batı fobisinin tahrik olmasıyla "komplo teorilerine dayanan ve aczden doğan sembolik bir milliyetçilik" üretiyor. Ya da ve "toplumu yok sayan, Batı'yı kişileştiren ve kuru bir Batıcılık"ı besliyor. Ve tüm bunlar, taraflar tersini söylese de, siyasetten yola çıksa da, siyasetin değişme adına sterilleştirilmesine ve devletleştirilmesine destek sağlıyor…
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |