|
|
Siyasetin kızılelması: Değişim
2002'de Türkiye'nin önündeki yapısal sorunlar dosyası daha da "radikalleşmiş" olarak duruyor. Bu sorunların ertelenmesinden doğan "Siyasi maliyet", öyle anlaşılıyor ki, ebediyen de olsa iç siyasi dinamikler yoluyla giderilmeyecekti. "İç siyaset dinamiği" ile "dış siyaset dinamiği"nin neredeyse örtüştüğü mevcut uluslar arası konjonktür, Türkiye'yi de "kapsama alanı" içine alınca, iç siyaset dinamiklerinin görmezden geldiği tüm kriz noktaları ülkenin yönetim kodlarına hakim oluverdi. Gelinen noktada, "değişim", Türkiye için en önemli dönemeçlerden birini oluşturmaya devam ediyor. "Değişim"in hem "içeriği", hem "yönü", hem de "araçları" bir kere daha "siyasi zihniyet"i ve siyasetin koordinatlarını biçimlendirecek bir yürüyüşe başladı... Uluslar arası dinamikler, uluslar arası sistem içinde varolmak isteyen her ülkeyi, iç siyaset dinamikleri ile dış siyaset dinamiklerinin birbirini belirlediği bir "dans pisti"ne çıkmaya zorluyor. İç dinamikler ile dış dinamikler arasında uygun bir "dans stili" üretemeyen, bunu bir "güreş" gibi algılamaya devam eden ülkeler, sistem için "apandisit" hükmünde olmaya devam edecekler. Türk siyasi hayatında "değişim" her zaman belli sebeplerle "kırılgan" bir siyasi zemin üzerinde tartışıldı. Değişimi temsil ettiği iddiasında olan partiler, değişim üzerine ne kadar vurgulu söylemler ortaya koyarlarsa koysunlar, eninde sonunda aynı kırılganlığın bir parçası haline gelmekten kurtulamadılar. Bunun siyasetin tabiatı ile sorunlu olmak şeklinde özetlenebilecek belli başlı sebepleri var. Öncelikle değişimin "toplumsal merkez"e yaslanması gereken bir siyasi tutum olduğu kavranmış değil hala. Siyasi merkezde yer tutmak için toplumsal merkez üzerinde yürümek gerekiyor. Toplumsal merkezi dışlayarak veya görmezden gelerek siyasi merkeze yürüme arayışları, devlete göre bir "merkez" tanımı yapmış olsa da topluma göre bir "merkez" tanımı ve siyaseti üretmiş olmuyor asla. Dolayısıyla, siyaset adına bir değişimden bahsetmek de mümkün olmuyor. Çünkü eldeki malzeme siyasetin enstrümanlar ile değil, devletin enstrümanları ile üretilmiş oluyor. Değişimi her zaman kırılgan bir siyaset biçimi olarak konumlayan da bu oluyor... Oysa siyasi partiler toplumsal merkezi kavramadan siyasi merkeze yerleşemezler. Bu kavrayış olmadan inşa edilen siyasi merkez de sadece bir "devlet alanı" oluyor. Siyaset ise devlet alanından çıkıp "kamusal alan"ı üretebildiği sürece bir değişim misyonu üretebilir. Bugün için ise siyaset en çok "kurumsal alan" üretiminden yoksun bir etkinlik olarak varoluyor. Bu nedenle de siyaset adına ortada olan üretimler toplum için bir "dayanak" noktası veya bir "tutunum" alanı olamıyor. Siyaset adına bir varoluş olması için öncelikle siyasi alanın değişmesine yönelmek gerekir. Siyasi alanı değiştirmeden, mevcut alan içinde yarışmak, yarışın birincisini sonuncusundan "farksız" kılan bir zemin üretir. Çünkü mevcut alanın genetiği "siyasetsizleşme" temellidir. Siyasetsizleşme alanı içinde bir yarışla yetinmek, yarışın yetenekli ve yeteneksiz unsurlarını anında "hizalar" ve her unsuru "siyasetsizleşmenin parçası" haline getirir. Oysa değişim, halktan alınan gücü, siyasi alanı genişletmek üzere kullanıldığı anda bir siyaset biçimi haline gelir. 2001 bunun hafifsenmesi yüzünden harcandı. 2002'de bunun temsilcisi olabilecek siyasi odak üzerine tartışmalar devam edecek.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |