|
|
Hasret mektupları
ve Yassıada vandalizmi
Üzerinden 40 yıl geçti geçmesine de, hâlâ hazmedemiyorum. "Alışamadım" diyordu ya Teğmen Murat. Ben de hazmedemiyorum. O yüzünde acı, şaşkınlık, ve derin kederlerin hüznü okunan adamı gördükçe; o eski, sepya baskı, çoğu kahverengi fotoğrafilere baktıkça içimden bir şeyler "tık" ediyor. Üç ayaklı bir sehpanın altına çekip, yağlı urganı boynuna geçirivermişlerdi. Ortalık "geceyi andırırcasına" kararmış ve birden sağanak halinde bir yağmur boşalmıştı; tevatür. İnfazından bir gün önce, gizlice biriktirdiği uyku haplarını yutup, "kendi elleriyle" yaşamına son vermek istemişti ama, Burhan Apaydın'a sorarsanız, bu bir "intihar girişimi" değil, tipik bir "zehirleme vak'ası"ydı ve maksat giderayak maznunu aşağılamak, halkın gözünden biraz daha düşürmekti. Ölmeyi başaramadı. Önce kurtardılar, sonra astılar. İnfaz yasası öyle emrediyordu. Ölmeye giderken hangi duayı mırıldanıyordu? "Hiç muğber değilim efendim" demişti; "Allah devlete, millete zeval vermesin." Sehpanın altında, son kez, bir şeyler söyleyip söylemek istemediği hatırlatıldığında, önce hafif, sonra giderek dikleşen bir sesle şunları söylemişti: "Size dargın değilim. Sizin ve diğer zavallıların iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyorum. Onlara da dargın değilim. Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki: Hürriyet uğruna ortaya koyduğu başını onyedi sene evel almadığınız için size müteşekkirdir. İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme bu kadar metanetle gittiğimi, silahların gölgesinde yaşayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz?" Tarih, 17 Eylül 1961. Yer, İmralı adası. Bu mutlu infazı "ölümsüzleştirme" görevi Foto Film Merkezi elemanı Astsubay Kıdemli Başçavuş İsmail Şenyüz'e verilmişti. İsmail Şenyüz deklanşöre bastığında saat 13.23'tü. "Hükümlü" yedi dakika darağacında asılı kaldı. İndirdiklerinde yağmur dinmiş, güneş açmış, ortalık aydınlanmıştı. "Adnan Menderes'in son dakikalarını görüntüleme görevi bana verilmişti." diyor İsmail Şenyüz, "Bu resimler yüzünden sağlığım bozuldu. O günden sonra hiç uyuyamadım. Denemediğim ilaç kalmadı. İçkiye başladım." Nuriye Akman da sizi uyutmayacak. Usta gazeteci, "usta"nın da fevkinde bir yazar olduğunu kanıtladığı "Elli Kelime" adlı kitabında, Adnan Menderes'in, eşi Berin Menderes'e Yassıada'dan yazdığı mektupları biraraya getirmiş. "Yassıada'nın 'özel kanunları', Menderes'e günde bir mektup yazmaya izin veriyordu" diyor Akman, "Kurallar bununla bitmiyordu... Eski harfle yazmak yasaktı. Mektuplar elli kelimeyi geçmeyecekti. Olaylarla ilgili yorum yapılamaz, içinde yaşanılan durumdan şikayet edilemezdi. Ne mahkemenin seyri, ne de adadaki yaşam koşulları anlatılabilirdi. Adnan ve Berin Menderes ayrı kaldıkları 16 ay boyunca her gün birbirlerine yazdılar. Ancak bu mektuplar kendilerine bir düzen içinde verilmedi." Bu mektuplar (arada kayıplar da var) ilk kez "bir düzen içinde" sunuluyor. Kitabın girişinde Aydın Menderes'le yapılmış "özel" bir söyleşi ve Nuriye Akman'ın kaleme aldığı uzun bir değerlendirme yazısı yer alıyor. Bir dönemin vandalizmine tanık olmak ve oğlu Yüksel'e yazdığı "son mektup"ta "Hepinize hüzün ve heyecanla sesleniyorum" diyen Menderes'i "derinlemesine", daha yakından tanımak istiyorsanız, "Elli Kelime"yi mutlaka okumalısınız.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |