|
|
Yaşadığımız ekonomik kriz hak edilmiş bir kriz miydi? Siz devletin hesaplarına el koyduktan sonra bu konu hakkındaki görüşleriniz değişti mi?
Bu kriz olmayabilirdi. Olmaması için her şeyden evvel ekonomiyi yöneten kişinin ortada gözükmesi gerekirdi. Yani siyasi otoritenin varlığı hissedilmiyordu ve bürokrasi çok öne çıkmıştı. Öyle ki, bürokrasi güle oynaya "en iyi borçlanma ödülü" alıyordu ve olup bitenler siyasetin dışındaydı. Maharet borçlanmaktaydı ki bürokrasi hâlâ bunun için övünüp duruyor. Krizin gerçek sebebi, yıllarca sorunların halının altına süpürülüp yok sayılmaya çalışılmasıdır. 90'lı yıllardan sonra rant ekonomisi yani faizden para olgusu egemen oldu. Bir süre sonra reel sektörde büyüme iyici düştü, ihracat azaldı, kapasite düştü, ithalat arttı. Kriz arefesinde ödemeler dengesi de patlama noktasına geldi. Belki o tarihlerde, 3-4 ay sonra dalgalı kura geçiş kararı alınsaydı bu kriz yaşanmayacaktı. Ama bu yapılacak yerde ne IMF'ye karşı alternatif politikalar önerildi, ne de bir siyasi duruş sergilenebildi. Anayasa kitabının fırlatılmasının falan aslı yok... Krizi yaşadık ama ne yazık ki siyasi otorite devreye girecek yerde teknokrasi siyasete özenip inisiyatif aldı.
"Anayasa kitabıyla ilgisi yok" derken Cumhurbaşkanı Sezer'le, Hüsamettin Özkan'ı da aklamış mı oluyorsunuz? Toplum ikisine de bu konuda fatura çıkarıyordu...
Kimseyi aklamıyorum da suçlamıyorum da... Bu tür olaylar bir tartışmayla ortaya çıkmaz. Bunun altyapısı var. Belki o gerginliğin şöyle bir zararı oldu. Benim bakan olduğum güne kadar, o tartışmanın eseri olarak ekonomi yönetiminde hep bir gerginlik yaşandı.
Neden gerginlik olmuş? Bildiğimiz kadarıyla Derviş'in de yüzü hep gülüyordu...
Yok öyle değil. Bir kere, siyasi otorite eksikliği doğdu ve olmayacak bir şey yapılarak hep üç liderin imzası arandı. IMF de alışmış buna. Son görüşmemizde "bu mektup liderlere de imzalatılmalı" dediler. Ben, "böyle bir şey olmaz çünkü liderleri zaten ben temsil ediyorum" dedim. Benim bakanlığım sürecindeki gözden geçirmeler tamamlandığında ilk kez liderlerin imzası olmaksızın kabul edilecek. Bu kadar basit!
Siz böyle dediğinizde IMF yönetiminin tepkisi ne oldu?
"Yani!.."dediler, "yanisi yok" dedim. Bu konuyu ben imzaladığım anda üç liderden gerekli onayı alacağım, gidip kendilerine bilgi vereceğim. İtirazları olursa da gelip onları tekrar düzelteceğim...
Bunlar çok ilginç... IMF ile yapılan müzakereler iki yıldır bu ülkede en onur kırıcı dış ilişki konusu haline gelmişti. Bundan, Derviş döneminde müzakerelere gereken özen gösterilmemiş olduğu mu anlaşılmalı?
IMF ile pazarlık yapmaya gerek yok. Onlara siz öneriyorsunuz. Diyorsunuz ki, "Benim ödemeler dengemde eksiklik var. Bana para ver." MF'nin verdiği borç para da Hazine'ye değil, Merkez Bankası'na gelir, orada park eder durur. Bu paralar aslında bizim diğer kaynaklardan alacağımız borçların referansıdır. Dayatma var gibi bir özgüvensizliğe düşmeyelim. IMF de verilecek borç karşılığında yapılacak reformları niyet mektubuyla istiyor. Bu niyet mektupları aslında Türkiye'nin 5 yıllık kalkınma planında açık açık var. Ama, biz yapacaklarımızı adamların isteği gibi sundurup, sanki onlardan emir alıyormuş durumuna düşürüyoruz kendimizi. Ama teslimiyete gerek yok. Mesela ben IMF'ye, "işten adam çıkartmam" dedim, çıkartmadım da...
Size, "sen de nereden çıktın" demediler mi?
Demediler çünkü ben buradan gitmeden önce olaylara ulusal duruş içinde yaklaşacağımı açıkladım.
Onlara ne sizin ulusal duruşunuzdan!...
Hayır, hayır, "bize ne" diyemezler. Tarz farkını gördüler. Bakın ben IMF ile yapılan her toplantıyı kriptoya bağladım. Yani, yaptığımız her konuşma kayıtlara geçti. Bunlar da Türkiye'ye geldi. IMF ile yapılan üst düzey toplantılar öyle alt düzeydeki teknik toplantılar gibi değildir, önemlidir.
Bir dakika... Kemal Derviş döneminde bu toplantılar, konuşmalar falan kripto haline getirilmiyor muydu. Bu önemli bir eksiklik değil mi?
Bilmiyorum niye kriptolanmamış. Belki de bu bir yoğurt yiyiş şeklidir. Benim yoğurt yiyişim böyle. Bakan olur olmaz, "bana bir büyükelçi lazım" dedim. Çünkü, bütün ilişkiler uluslararası çerçevede yürüyordu. Tamamen diplomatik tarafı var yani. Benden sonra da yapılanların devletin politikalarına uygunluğu bilinmeliydi. Ben insanların karşısına, kendi kredibilitesiyle iş yapan biri değil, Türkiye Cumhuriyeti'nin Devlet Bakanı olarak çıktım.
Selefiniz kendi kredibilitesiyle mi iş yapıyordu? Ayrıca, hepimizin onun kredisi sayesinde IMF'den para aldığımıza inanıyoruz. Bu da mı yanlış?
Onun neyle iş yaptığını bilemem... Benim için kredibıl olmak ikinci plandadır. Sizinle de bakan olarak değil, eski bir gazeteci arkadaşınız olarak konuşuyorum mesela. Bakın, IMF parayı şahsa vermez. Ayrıca, oradan aldığımız para da topu topu 20 milyar dolardır. Yani borcun yüzde 10'u. Bu tür ilişkilerde kişiler önemli değil. Ben de önemli değilim.
Sayın Bakan, ekonomiyi yönetmek çok mu zor?
Hayır, çok kolay. Bakın 2,5 aydır piyasalar sakinleşmiş durumda. Son günlerde döviz biraz kıpırdandı. O da Tüpraş'ın ödemesi için dolara ihtiyacı oldu ama önemsiz bir miktar. Ekonomiyi iyi idare etmenin felsefesi şu: Bardağın yarısı boş değil, doludur. Paniklememelisiniz ki, panik isteyenleri de paniğin kendisini de yönetebilesiniz. Ancak böyle yaklaşırsanız bardağın gerisi de dolabilir...
Yakında görevi devredeceksiniz. Sizin döneminizde Türk ekonomisi nekahet dönemini aşabildi mi?
Yılbaşından bu yana aslında reel sektöre ve sosyal politikalara yönelinmeliydi. Bu ihmal edildi. Benim olağanüstü bir şey yapmama gerek yoktu. İşleyen programın ihmal edilen unsurlarını devreye koymak gerekiyordu. Türkiye belirsizlik sendromundan çıkmalı. Bunu kurcalamamak ve üzerine gitmemek lazım. Artık enkaz kalktı, bu kesin. Enkazın edebiyatını yapmanın anlamı yok. Ağır reformlara da ihtiyaç yoktur. Ekonomide temel hedef şu olmalı. Ekonomi bir taraftan reel sektöre dayanarak büyütülmeli, diğer taraftan da bize borç verenlere, bu yapının kendi borcunu ödeme gücünü muhafaza ettiğini göstermemiz lazım. Bu da yüzde 6.5 faiz dışı fazla hedefini tutturmakla olur. Beklenen hareketlenmenin olması ve hatta devletin sosyal harcamalarının sağlıklı bir şekilde gerçekleşebilmesi de reel sektörün de canlanmasına bağlıdır.
Bu işin Derviş'siz olabileceğini gösterdim
Eğer halk adına çalışırsanız ekonomiyi yönetmek kolaydır. Ben bütün partilerin işini kolaylaştırdım. Bakan olduktan sonra, insanlar "Bu iş Derviş olmadan da yapılıyormuş" demeye başladılar.
Kemal Derviş'ten sonra böyle önemli bir makama gelmek sizi ürküttü mü?
Hayır hiç ürkmedim. Zaten Sayın Derviş, uygulamaya çalıştığı programı tek başına gerçekleştirmedi. Bunun birkaç ayağı vardı ve birisi de parlamentoydu. O 15 kanunun 8'i daha Derviş gelmeden Meclis gündemindeydi. Diğerleri de ya bakanlıkta ya komisyonlarda hazır haldeydi. Meclis Bütçe Komisyonu'nda ben de aktif olarak görevliydim. Dolayısıyla, programın kalıcı olan, yapısal değişim sağlayan hususlarına tamamen vakıfım. IMF'ciler de yasalara tekniğiyle vakıf birini görünce şaşırdılar zaten. Öyle ürkmek falan yok. Bir kere ben bu ülkenin çocuğuyum ve siyasete talip olmuşsam özgüvenim olmalı. Kriz ortaya çıktığında biz partide 6 kişi, birer gölge bakan gibi işin içindeydik zaten. Derviş'ten sonra benim ekonomi bakanı olmam bütün partilerin işini de kolaylaştırdı. İnsanlar, "Bu iş, Derviş olmadan da yapılıyormuş" demeye başladılar...
Bürokrasi sizi yadırgadı mı, peki?
Hayır... Bürokratlar zaten beni parlamentodan tanıyordu. Tavrımı, tutumumu biliyorlardı... Önemli bütün bürokratlarla bakan olmadan da iletişim halindeydim. Ama, Sayın Derviş'in üslubuyla benimki farklı. Ben halkı ve temsilcilerini dinlerim.
Onları dinleyince, IMF'yi dinlememiş olmuyor musunuz?
Bizim görevimiz sendikaların, esnaf temsilcilerinin vs. görüşleri doğrultusunda ekonomiyi yönetmektir. Eğer, IMF'nin alacağı kararlar halka karşı olacaksa, o olmaz.
Rantiye denen insanlar kimlerdir, kaç kişidirler? Ekonomi yönetimi üzerinde güçleri, etkileri nedir?
Bakın, rant ekonomisi gereklidir. Faiz dediğiniz şey üretim faktörlerinden birisidir nihayet. Biz milli geliri artırırsak, mevcut borç miktarının oranı otomatikman düşer. 200 milyar civarında iç ve dış borç stokumuz var. Hedef, illa da bunu azaltmak değildir. GSMH'yi bugünkü seviyesinden 280-300 milyar dolara çıkartırsak borcun oranı yüzde 60'ın altında kalır, hedefi tutturmuş oluruz. Faiz dışı fazla sorunu da kendi kendine çözülmüş olur.
Ama, bu kesim de hükümetin ekonomi politikaları üzerinde bir baskı oluşturuyor. Sonuçta, "bu düzen sürsün, biz de paramızı alalım" istiyorlar...
E, iş orada yöneten siyasi otoritenin iradesine bakar. Herkes güvence ister. Yönetim, bu konuda tercih yapar. Mesela, benim tarım kesimine doğrudan gelir ödemesi kararım böyle bir tercihtir. Vergi iadesini devam ettirmek de böyle...
Şimdi.. Bunlar mümkün olduğu halde bugüne kadar yapılmadığı için, ya Derviş'te bir eksiklik vardı, ya da siz popülizm yapıyorsunuz....
Popülizm yapmıyorum, halk için çalışıyorum. Ulusal duruşum oradan geliyor. Ben aslında programda yer alan, halkın lehine unsurları onların adına devreye sokuyorum, o kadar.
Siz halk adına bakansanız, selefiniz kim adına bakandı?
Onu bilmiyorum! Onun ekonomi yönetiminin ne olacağını da halk düşünsün.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon| Ramazan| Arşiv Bilişim| Dizi | Röportaj | Karikatür |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © ALL RIGHTS RESERVED |