T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Ak Parti'yi vesayet altına alma çabaları

3 Kasım'da sandıktan çıkan tablo üzerinde yapılan yorumlar, spekülasyonlar ve tartışmalara bakınca bazen bir pembe ortamın doğmasına, bazen de geleneksel vesayet ve elitist siyaset anlayışının uç vermesine şahit oluyoruz. Bu asla şaşırtıcı değil, tam tersine öğreticidir.

Geniş toplum kesimleri bir partinin tek başına hükümet kurabilecek olmasından ve bu partinin kendi zihin dünyalarıyla örtüşmesinden memnunlar. Piyasaların verdiği tepki olumlu, "öteki"leştirilmiş kesimlerin derin bir "ohh" çekmeleri yıllardır karamsarlık ve umutsuzluk içerisinde bunalan insanlar için bir çıkış yolu olarak görülüyor.

Gelişmeler de şimdilik güzel denilebilecek nitelikte.

Ama sandığa giden seçmenlerin üçte birinden biraz fazla oy alarak Meclise 363 milletvekili ile yerleşen Ak Parti ile ilgili olarak devlet katındakilerin ve bunlarla işbirliği halinde siyasete rağmen iktidar yetkisini kullanan belli çevrelerin takındıkları tutum ve gösterdikleri davranış şimdiden sorun olma özelliği göstereceğinin ip uçlarını veriyor.

Vesayet çabaları...

Seçim akşamı sandıklar açılıp Ak Parti'nin birinci parti ve tek başına hükümet kurabilecek bir güce eriştiği belli olduğunda bazı basın mensuplarının Tayyip Bey'e yönelttikleri "Tek başına hükümet kurabilecek güce ulaştınız, ama yine de CHP ile koalisyon hükümeti kurar mısınız?" şeklindeki soruların ortaya koyduğu zihin bugün Ak Parti'nin başarısını sulandırmaya, vesayet altına almaya ve işlevsizleştirmeye çaba gösteriyor.

Sanıyorum önümüzdeki temel sorun işte budur. Seçimlerden bu yana yazılan yazılara, yorumlara ve değerlendirmelere baktığınızda bu "vesayet" arzusu ve çabasının çok net bir şekilde kendini ele verdiğini görmek zor değil. CHP Ak Parti'nin aldığı oyu almış ve 363 milletvekili ile Meclise girmiş olsaydı bu yorumların hiçbiri yapılmaz ortalık velveleye verilirdi. 1977 genel seçimlerini hatırlayanlar CHP'nin seçimi kazanma ihtimalinin belirdiği gece yarısına doğru parti yöneticilerin ve taraftarların nasıl bir meydan okuma, hesap sorma sarhoşluğuna girdiklerini ve ortalığı ayağa kaldırdıklarını bilirler. Ne var ki ertesi gün CHP'nin birinci parti olduğu ama tek başına hükümet kurabilecek sayıda milletvekili çıkaramadığı netleşince büyük bir hayal kırıklığı yaşanmış ve akıl almaz tepkiler gösterilmişti.

Ak Parti'ye hep şu telkin ediliyor; sakın ha ilişkileri germeyin, devletle çatışmayın, taleplerinizde ısrarlı olmayın, pekçok şeyi şimdiden unutun, bizim size lütfettiğimiz meşruiyet çerçevesinde var olabilirsiniz. Bizimle iyi geçinin...

Ak Parti yöneticileri de bu konuda gayet temkinli, açıklama üstüne açıklama yapıyor ve ilişkileri germeyeceklerini, bazı konularda ısrarlı olmayacaklarını beyan ediyorlar. İpin ucunu kaptırdıklarının farkında değiller!

Şöyle bir tablo oluşuyor, Ak Parti henüz reşit olmayan bir kişi gibidir. Vesayet altına alınması gerekmektedir. Bu çerçevede hukuk, teamül, ilkeler, prensipler, devlet gerçeği vs. devamlı hatırlatılmaktadır.

Kişiye özel hukuk olmaz deniyor, Anayasa'da değişiklikler ancak CHP ile uzlaşarak yapılabilir deniyor, radikal değişiklikler yapılamaz, devlet politikaları değişmez deniyor...

Ortalık vasiden geçilmiyor...

Toplumun yüzde birinin bile tercih etmediği bir siyasal kadro devamlı çeşitli tehditler, eleştiriler, kaygılar dile getiriyor, kendince Ak Parti'ye ve belli yerlere akıl vermeye çalışıyor. "Benim düşüncelerim ve kaygılarım toplumun ancak yüzde biri tarafından paylaşılıyor; demek ki bunda bir yanlışlık var" deyip kendini gözden geçirmesi gerekenler bir vasi gibi giderayak telaşla ortalığı karıştırmakla meşgul.

Diyeceğimiz ve beklentimiz şu: Ak Parti mustakar bir duruş sergilemeli, önüne döşenmeye çalışılan mayınları, çukurları görmeli ve paçasını belli odaklara kaptırmamalıdır. Hiçbir iktidar her şeyi muhalefetle birlikte götüremez, götürmesi de gerekmez. Muhalefete bilgi verilmesi, onların düşüncelerinin de alınması ve istifade edilmesi başka şey her türlü düzenlemenin muhalefetle birlikte gerçekleştirilmesi başka şeydir.

Benim kaygım, özellikle son yıllarda siyasal işlevler de üstlenen bürokrasinin 3 Kasım seçimi olmamış ve Ak Parti tek başına hükümet kurabilecek bir büyüklükle Meclis'e girmemiş gibi davranıp geleneksel çizgisini sürdürmeye devam etmesidir. Daha açıkçası Ak Parti'nin ve hükümetin bürokrasiye teslim olması, bürokrasi ve belli odaklarca vesayet altına alınmasıdır. Bunun ilk işaretlerini Dışişleri Bakanlığı sözcüsü verdi. Brifingten sonra parti yetkililerinin, seçim beyannamesinde gayet açık olan bir hususu "esinlendik" diye tevile çalışmaları hayra işaret bir gelişme değildir.

Bürokrasinin siyasal yetki kullanamayacağını, siyasal kararların ancak seçilmiş siyasal temsilciler tarafından alınacağını ve bunun sorumluluğunun da seçilmişlerde olduğunu herkes kabul etmeli ve kendini ona göre konumlandırmalıdır.

Ak Parti üzerinde vesayet kurmaya çalışanlar, 3 Kasım seçiminde ortaya çıkan haritayı duvara asıp her gün buna bakmalı ve anlamaya çalışmalıdırlar.


14 Kasım 2002
Perşembe
 
DAVUT DURSUN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED