|
|
Ortalığı kim geriyor?
Türkiye Büyük Millet Meclisi bugün açılıyor. Bugünle birlikte Türkiye'de yeni bir dönem de açılıyor. Ve, Türkiye'nin önündeki yeni dönemde hiç kimse 'gerilim' istemiyor. Sadece Türkiye değil, Türkiye'nin dostu olan veya olmasa bile, Türkiye'nin önemli rol oynayacağı 'jeopolitik alan'da çıkarları olan hiçbir ülke Türkiye'de 'gerilim' istemiyor. O yüzden, son zamanlarda herkesin kaygı duyduğu 'ortalığın gerilmesi'nden ne Türkiye halkının, ne de yakın-uzak çevremizin bir çıkarı yok. Yine de 'ortalık', gerilmeye müsait. Niçin? Siyasete ve toplumsal tercihlere 'hukuk görüntüsü' altında yapılan kaba dış müdahalelerden ötürü. 3 Kasım seçimleri, büyük ölçüde bu müdahalelerin gölgesi altında geçti ve bu tür müdahalelere ilişkin bir 'halkoylaması' niteliği kazandı. Netice? Netice: Türkiye halkı, büyük bir oy çoğunluğu ve bir partiye Anayasa'nın tüm anti-demokratik hükümlerini değiştirme yetkisi verecek bir sandalye sayısıyla, söz konusu müdahalelerle bilinçli biçimde 'hayır' dedi. Onlara 'hayır' derken; Tayyip Erdoğan'ın başbakanlığına ve ona başbakanlık yolu açacak hukuk düzenlemelerine de 'evet' dedi. 3 Kasım seçim sonuçlarını doğru okuyamayan, doğru anlayamayan; hiçbirşeyi anlamamış demektir ve bu 'anlamama tavrı'nda kim ısrar ediyorsa; 'ortalığı' da o ve onlar 'geriyor' demektir. Bu bakımdan, Tayyip Erdoğan'ın -halkın çoğunluğunun isteği uyarınca- başbakanlık yolunu açacak olan Anayasa'nın önce 76. ve daha sonra 109. maddesinin değiştirilmesi girişimleri doğrudur. Tayyip Erdoğan'ın dün yaptığı açıklamada, 76. madde değişikliği ile yetinmeme eğiliminde bulunması ve 76. madde düzeltildikten (yani seçilme yeterliliği elde ettikten) sonra bile, hükümete -örneğin kimilerinin önerdiği gibi Başbakan Yardımcısı- katılmayacağını bildirmesi de doğrudur. 3 Kasım, Tayyip Erdoğan'ın herhangi bir biçimde hükümete 'sızması' sonucunu vermemiştir. Tayyip Erdoğan'ın 'Başbakan olarak istendiği'nin sonucunu vermiştir. Seçim sonuçlarının gereği yerine getirilmez ise, işte o zaman Türkiye istikrarsızlığa sürüklenir; işte o zaman 'ortam gerilmiş' olur. '28 Şubatçı mantığı' ile kaba bir aritmetik hesabı yani toplama-çıkarma yapıp, 100'den Ak Parti'nin yüzde 35'ini düşüp ve buna yüzde 10 seçmenin sandık başına gitmediğini ekleyip, 'Türkiye halkının yüzde 75'i Ak Parti'ye ve Tayyip Erdoğan'a karşıdır' demenin ve tehlikeli bir meşruiyet tartışmasını kışkırtmanın da anlamı yoktur. Yoktur, çünkü aynı mantıkla, Bülent Ecevit'in yüzde 1.2'sini, İsmail Cem'in yüzde 1.1'ini, Mesut Yılmaz'ın yüzde 5'ini, Tansu Çiller'in yüzde 9.5'ini ve Deniz Baykal'ın yüzde 19.4'ünü hesaplamak zorunda kalırsınız. Aynı hesapla, Deniz Baykal ve CHP hariç, herkes 'eksi'ye düşer. Deniz Baykal ve CHP'ye de, 'Türkiye halkının yüzde 80-90'ı karşı' diyebilirsiniz. Tayyip Erdoğan'ın 'milletvekili seçilme yeterliliği olmadığı'ndan dem vurarak, 'zinde kuvvetler turu' atmakta olan Bülent Ecevit'e ne demeliyiz? Tayyip Erdoğan, isminin genel başkan yazılı olduğu oy pusulalarında yüzde 34 küsur oy almış bir partinin lideri. Lideri ve genel başkanı olduğu parti, bugün yemin töreni yapacak olan TBMM'nin 550 sandalyesinin 363'ünü dolduracak. Oysa, Bülent Ecevit'i ve partisini, bu halk seçmediği gibi, 'kahredici' bir yüzde 1.2'lik oy oranıyla cezalandırdı. Halk nezdinde 'milletvekili seçilme yeterliliği bulunmayan' Bülent Ecevit'in kendisi. Dolayısıyla, Bülent Ecevit'e başbakanlığı, hiç vakit geçirmeden, bir an önce bıraktırmak gerekiyor. Onun ve Kıbrıs sorununa çözüm ihtimalinin BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın birçok yönüyle Türkiye'yi ve Kıbrıs Türk toplumunu tatmin edecek planı sayesinde güçlendiği şu dönemde sağ kolu Şükrü Sina Gürel'in 'sorumluluk mevkii'nde bulunmamaları gerekiyor. Aksi halde, Türkiye'nin en kritik 'dış politika kararları' arefesinde, Türkiye halkının görevde görmek istemedikleri, karar süreçlerine katılarak 'yetki gaspı'nda bulunmuş olacaklar. 'Ortamı gerecekler'; bu durum bu nedenle derhal sona ermeli ve Tayyip Erdoğan'a başbakanlık yolu, vakit geçirilmeden açılmalıdır. Bu doğrultunun önünde 'Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile muhalefet lideri Deniz Baykal ittifakı' dikilmiş görüntüsü ortada. Deniz Baykal, CHP'yi tıpkı İsmet İnönü döneminin CHP'si gibi bir 'devlet partisi' konumuna sürükleyerek, CHP'nin seçim yoluyla iktidar olmasını adeta imkansızlaştıracak bir rol oynayacağa benziyor. Türkiye'yi demokratikleştirecek ve AB yolunu Kopenhag öncesinde daha da açacak 'anayasal ve yasal değişiklikler' için 'müttefiki'ni Çankaya olarak değil, Ak Parti'yle paylaşacağı TBMM olarak belirlemesi daha uygun düşer. Zira, Cumhurbaşkanı, yasamanın değil yürütmenin bir unsuru. Oysa, CHP, mevcut konumu ile 'yasama fonksiyonu'na ait. Kısacası, bugün toplanacak TBMM dışındaki her 'ayak oyunu' ve hangi gerekçenin ardına sığınılarak yapılırsa yapılsın, her türlü 'manevra', Tayyip Erdoğan'ın 3 Kasım'ın sonucu sayılması kaçınılmaz başbakanlığını geciktirdiği ölçüde 'ortalığı gerecek' ve demokratikleşmede ayak sürümeye yol açacağı için de Türkiye'yi AB'den uzaklaştırmak isteyenlere 'gerekçe' sağlayacaktır.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |