T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

R Ö P O R T A J
Takım iyi...
Bize biraz şans lazım

ONLAR 48 yıl önce, bugün inanılması güç imkansızlıklar içinde Türkiye'yi Dünya Kupası'na götürdüler. Başarılarının ödülü ucuz bir kol saati oldu. Tabii, bir de tarihe geçmenin gururu... Şimdi gözlerinde yarım asır önceki pırıltı ve kalplerinde aynı heyecanla, Kore'de mücadele verecek torunları için dua ediyorlar.

Sizler, futbolun Türkiye'de her şeyin önüne geçmeye başladığı yıllarda sahaların fırtına isimleriydiniz. Şimdi, geriye bakınca neler düşünüyorsunuz?

Suat Mamat- Yolun başı sayılırdı ama ilgi yoğunluğu bugünkünden çoktu. Lig maçlarında bile İnönü stadına portatif tribün kurarlardı. Fenerlilerle Galatasaraylılar, Beşiktaşlılar iç içe otururdu. Küfür, hakaret yoktu.

Şükrü Ersoy- Bir daha dünyaya gelsem yine futbolcu olurum. Nereye gitsek hala sevgi ve ilgi görüyoruz.

Hatırlanmamaktan dolayı şikayetçisiniz ama şunu da kabul edin, çok az meslekte emekli olanlar sizin kadar ilgi görüyor...

ŞE- Haklısın. Kızıyoruz ama 48 yıl sonra şükür ki hala hatırlanıyoruz.

SM-Hakikaten öyle... İyi ki futbolu seçtik. Başka iş de yapamazdık ya. Bu yaşa da geldik hala içindeyiz.

Ama Suat bey, siz TV programlarına katılmaktan kaçınıyorsunuz? Bu, bir yandan da sizin topluma karşı göreviniz değil mi?

SM- Benim topluma borcum yok. Toplumdan bir şey almadık. Saygı duyuyorum, onların sevgisini önemsiyorum. Ama borç başka bir şey. Hala kirada oturuyorum, mezar yerim bile yok. Neyse. O kadar doluyum ki...

Türkiye, 54 dünya kupasına nasıl katıldı?

ŞE- 1950'de katıldık, paramız yoktu Brezilya'ya gidemedik. 54 öncesi , İspanya ile eleme oynadık. İspanya'da yenildikten sonra buradaki maçta takım tamamen değişti. A, ümit ve genç olarak üç takım yaptılar. Birbirimizle oynadık. Ümitler de, gençler de A takımı yendi. Yeni Milli takım böyle oluşturuldu. İspanyolları ikinci maçta 1-0 yendik. Üçüncü maç Roma'da 2-2 berabere bitince kura ile biz kazandık.

O dönemde bizim futbolcuların Avrupa futbolundaki yeri neresiydi?

ŞE- Avrupa'da çok güçlü takımlar vardı. Biz fakir bir ülkeydik. Topraktan başka bir şey görmediğimiz için rakip sahaya çıktığımız zaman çimleri incelemekten maçı unuturduk. Yendiğimiz İspanya'da Stefano diye bir adam vardı. Bir yabancı kadın gazeteciyle ona karşı maç oynadığımı söylediğimde kadın istavroz çıkardı.

Nasıl hazırlandınız dünya kupasına?

ŞE- Topu topu 10 günlük bir kamp. Kamp dediğiniz de saha olmadığı için Yıldız Parkı'nda eski sarayın içi. İçinde yatak falan da yok. Üç-dört kişi bir arada yer yataklarında yatıyoruz.

SM- Antrenman yapacak yer yok. Otele falan bile götürmüyorlar bizi. Parkta koşup durduk. Hazırlık maçı yerine de parkta kendi aramızda çift kale yaptık.

Siyasetçiler falan, şan olsun diye sizi ziyaret edip hediye vermezler miydi?

SM- Yok, yok... Dünya kupasına gittik, aldığımız tek hediye kol saati oldu. Pirimmiş, mirimmiş, otomobil motomobil hak getire.

ŞE- Siyasetçiler bir defa Macaristan'ı yendiğimizde ilgi gösterdi. Rahmetli Menderes çağırdı, kol saati verdi.

Maçlara nasıl motive oluyordunuz peki?

ŞE- Kendimizi Türkiye adına savaşan Akıncılar gibi görürdük. Rahmetli Adnan Akın vardı, menacer gibi. Takım sahaya çıkarken avucumuza Kur'an-ı Kerim'den ayetler yazardı, "hadi Allah yardımcınız olsun" derdi.

Gerçekten ilginç. Bugün dini inançlarından dolayı futbolcu işsiz kalabiliyor. İsviçre'de ne oldu?

SM- Otele gittik, Türk bayrağı, Türk takımı diye bir şey yok. Bizi hesaba katmıyorlardı. İspanyollar gelecek diye rezervasyon onlar adına yapılmış. Her yerde, bardakların üzerinde bile İspanya bayrağı vardı. İlk iş onları değiştirdik. Sonra maçları oynadık. İlk maçta Almanlara 4-1 yenildik. Onlara üçüncü dakikada üç kişiyi çalımlayıp çok güzel bir gol attım. Devre 1-1 berabere bitti ama bizim enerjimizin hepsi 15 dakikalıktı. Maçtan önce Avrupa basını, "Suat'a dikkat" diye başlıklar atıyordu. Maçtan sonra "Suat'ın gücü 15 dakika yetti" diye yazdılar.

ŞE- Sonra, Kore'ye 7 tane attık. Suat'ın da iki golü vardı. Ben de ilk maçta yedektim, Kore zayıf olduğu için, Turgay bekler o maçta kaleye ben geçerim diye bekliyordum. Olmadı, Almanya'ya 7-2 yenildiğimiz maçta görev yaptım.

Şimdi, sizin 48 yıl önceki misyonunuzu üstlenen ve torunlarınız yaşındaki gençlerden bir takım Kore'de. Ne yapacaklarını umuyorsunuz?

ŞE- Çok tecrübeli ve birbirini çok iyi tanıyan bir takım. Grubumuzdaki iki takım bizden iyi değil. Brezilya bir ekol ama bir arada pek çalışamadılar. Yüzde 99 ilk turu atlarız diye düşünüyorum. Bu yaşa sağ salim gelebileceğimizi düşünemezdik. Şimdi gördük ve mutluyuz. Dünya kupasında oynamak gerçekten büyük bir ayrıcalık.

SM- Hakikaten iyi bir takımımız var. Çoğu altyapıdan beri bir arada oynuyorlar ve birbirlerini ezberlemiş durumdalar. Ama bence şans da çok önemli. Topun bizi sevmesi şart. Bunun için biraz dua etmek lazım.

Takım Kore'ye giderken hatırınızı sorup, hayır duanızı aldı mı?

SM- Hayır, bizim onlara erişmemize imkan yok canım. Biz de kupaya katıldık ama bunlar bir başka! Baksanıza, her taraf karnaval havasında.

ŞE- Giderken aramadılar ama önemli değil. Dualarımız yine onlarla.

Şenol Güneş çok eleştirildi. Takımı motive edemediği, hatta bulunduğu yeri hak etmediği söylendi...

SM- Bildiğini yapar, hakkıdır. Bir şey diyemem. Federasyon da futbolcular da onun arkasında.

ŞE- Şenol, benim Trabzon'dan talebemdir. Tahsilli, kültürlü, beyefendi, terbiyeli, çalışkan birisidir. Görevini kesinlikle hak ediyor. Futbolculuğu ve antrenörlüğü başarılarla dolu. Bu motivasyon meselesi çok abartılıyor. Şimdi siz, Rüştü gibi, Hakan gibi adama gaz mı verebilirsiniz? Mümkün değil bu. Onlar şimdi, kendileri için en büyük vitrine çıkıyorlar. Burası dünya kupası, dünya pazarı. En büyük motivasyon budur işte.


 
Futbol tarihine girdiler ama maçlara giremiyorlar
Suat Mamat, bugün 72 yaşında. 1952'den 63'e kadar Galatasaray'da oynadı. O yıl Coşkun Özarı ile anlaşamadığı için Beşiktaş'a transfer oldu. 30 kez milli takıma seçildi. Futbolu bıraktıktan sonra 24 yıl teknik direktörlük yapan Mamat şimdi 15-16 yaş Milli Takımı'nda teknik yöneticilik görevinde bulunuyor.
Şükrü Ersoy, Fenerbahçe Genç Takımı'nda futbola başladı.Turgay Şeren fırtınasının estiği yıllarda 12 kez milli oldu. 13 kez Ordu karmasında oynadı. 6 yıl Avusturya'nın Salzburg takımında kalecilik yaptı. 1967'den beri antrenörlük yapıyor şu anda da Federasyon'da görevli. Mamat ve Ersoy'un yandaki fotoğrafta gösterdikleri şeyler, stadyumlara girebilmelerini sağlayan ömür boyu serbest giriş kartları. Bunlarla istedikleri maçlara girebiliyorlar(dı.) Stadların yönetimi kulüplere devredildiği için şimdi giremiyorlar. Bu karar onlara o kadar dokunmuş ki, kartları çıkarıp Mustafa'ya "çek bunların resmini", bana da "yaz bunları" dediler.
"Utanmaları lazım, kaç kişi kaldık. Almıyorlar bizi içeri. Ne olacak yani bir köşede maç seyretsek!" diyorlar. Madem stadlar kulüplerin, şimdi artık Galatasaray Suat'a, Fenerbahçe de Şükrü'ye hiç olmazsa bir koltuğu çok görmez herhalde.

Mahallenin en şık ve en hüzünlü abileri
Suat Mamat ve Şükrü Ersoy, 1954 yılında yani bundan 48 yıl önce İsviçre'de yapılan Dünya Kupası'na katılan A Milli futbol takımımızın iki önemli oyuncusuydu. Türkiye o kupaya, devrin en büyük takımlarından İspanya ile yapılan eleme maçlarında, bir galibiyet bir mağlubiyet ve bir de beraberlik aldıktan sonra, bir İtalyan çocuğu Franco'nun çektiği kura ile katıldı. O dönemin zihinlerde bıraktığı izlerden en belirgini de Franco'nun milli futbolcularımızın arasındaki sevimli, gülümseyen fotoğrafıydı. Şukrü Ersoy'ın deyimiyle, "olup bitenler rüya gibiydi." O kupada eleme grubunda iki kez karşılaştığımız Almanya'ya 4-1 ve 7-2 yenildik, Kore'yi ise 7-0 yendik. Bizi yenen Almanya kupayı kazandı, biz ise bir daha ancak 48 yıl sonra katılabileceğimiz bu kupaya adımızı yazdırmış olduk. Türk futbol tarihinin efsanesi olan Turgay Şeren'li, Basri Dirimlili'li, Necmi'li, Rıdvan'lı, Naci'li, Lefter'li, Beton Mustafa'lı, Burhan'lı, Suat'lı ve Şükrü'lü takımdan bugün 6 kişi hayatta. Şimdi, Türkiye bir kez daha kupaya katılma hakkını kazandığı için onlar da hatırlandı. Çocukluktan bugüne kadar hayatlarının her anını futbolla geçirmiş, bir zamanlar şöhretin en görkemlisini ve alkışın en şaşaalısını yaşamış bu kibar ve duygulu insanlar, kapılarının yıllar sonra bu vesileyle çalınmasını sitem ve gurur karışımı duygularla karşılıyorlar. Onlar bir dönem, "mahallenin en şık abileri"ydi. Herkes onlara gıpta eder, parmakla gösterirdi. Genç kızlar da onların peşinde koşar mıydı?.. Bunu, Suat Mamat'a soruyorum. Yıllar öncesinin anıları yüzüne hafif bir gülümseme olarak yerleşiyor. Cevabı iki kelime: "Herhalde yani." Aralarındaki dostluk onları sempatikleştiriyor... Şükrü'nün Suat'a şefkatle bakışının, canının sıkıldığı anda onun için "üzülüyor çocuk" deyişinin; Suat'ın Şükrü'ye "kardeşim" diye sarılışının insanı taşıdığı duyguları anlatmak mümkün değil. Sevgi ve şefkatin bir çırpıda okunduğu birer çift, sevimli ve afacan bakışlı göz taşıyorlar. Hayatları da ortak anılarla şekillenmiş zaten... Askerliği bile birlikte yapmışlar. Suat, bir Fenerbahçe maçında arkadaşı Güngör'le birlikte Şükrü'ye birer gol attıktan sonra, yeni doğan kızına Günsu adını vermiş. Güngör'ün 'Gün'ü, Suat'ın 'Su'su. Şükrü o iki golden 45 yıl sonra yine tatlı-sert takılıyor Suat'a: Yediğim golü unutmamam için kızına bu adı verdi!.. Sadece dostluk değil gurur da, hüzün de onlara çok yakışıyor.
2 Haziran 2002
Pazar
 
 
Künye
Temsilcilikler
Reklam Tarifesi
Abone Formu
Mesaj Formu
Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon| Hayat| Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED