|
|
Türkiye ya da 'Gordion düğümü'...
Türkiye, Başbakan Bülent Ecevit'in hastalığının seyri sayesinde yine uluslararası ilgi odağı oldu. Daha doğrusu, Bülent Ecevit'in hastalığı, 'sistemin hastalığı'nı gözler önüne serdi. 'Sistemin hastalığı', kendisini yenileyemeyecek kadar ve çıkış yolu bulamayacak kadar 'fosilleştiği'ni ve bir 'sistemik damar sertliği'nden muzdarip olduğunu ortaya koyuyor. 'Hastalık' görülüyor ama 'tedavisi' görünmüyor. Bir ülke, hasta bir Başbakanı'nın iyileşeceği ve eski sağlığına –ki, hiçbir vakit tam anlamıyla sağlıklı zaten değildi– kavuşması beklentisi içinde geleceğini bloke edemez, etmez. Bu durumdan çıkmak için yollar bellidir. Bunları şöyle sıralamak mümkün: 1. Başbakan, bir 'feragat örneği' gösterir ve görevini bırakır. Böyle bir durumda, olağan 'halefiyet mekanizmaları' çalışır. Yani, Başbakan'ın mensup olduğu parti, yeni bir lider seçer ve hükümet ortakları, eğer hükümetin devamında mutabık iseler, müstafi Başbakan'ın partisinden gelecek yeni liderin başbakanlığı altında devam ederler. 2. Eğer, ülke siyaseti hassas ve kırılgan dengeler üzerinde ve Başbakan'ın görevini terkedecek durumda olması dengelerin yeniden kurulmasını icap ettirecekse, ülke seçimlere gider ve ülkedeki 'yeni dengeler', bir 'yeni meşruiyet' zemini üzerinde oluşur; yürütme de 'temsili' bir nitelik kazanır. Türkiye'de böyle olmuyor. Başbakan, Türkiye'nin 'hassas ve kırılgan dengeleri'ni gözeterek, 'feragat örneği'ni 'hasta hasta göreve devam etmekte inat etmekte' ve dolayısıyla Başbakan sıfatından 'vazgeçmemekte' gösteriyor. Türkiye'nin siyasi partileri, 12 Eylül askeri döneminin düzenlemeleri yüzünden partiden ziyade 'aşiret'lere benzediği için; 'DSP aşireti' de 'aşiret reisi' ve 'hanımağa'nın iradesine tabi, ağzını açamadan bekliyor. 'Reis' ve 'hanımağa', birbirlerine tutkunluklarıyla çok saygıdeğer bir çift görünümündeler ama –biri ciddi biçimde hasta– her ikisi de 80'ine merdiven dayamış bu çiftin 'sağlıklı siyasi karar' verebilecekleri pek kuşkulu. Ne var ki, asıl 'sistemik' ve 'kronikleşmiş hastalık' da bu duruma boyun eğmek. DSP'nin ve diğer sistem partilerinin hastalığı, Ecevit'in hastalığından daha vahim. Peki, böyle bir durumda; 'meşruiyet yenilenmesi' için diğer siyasi partiler seçimi zorlayamazlar mı? Bugüne dek, seçimlerin ekonomi üzerinde yıkıcı etkisi olduğundan söz edilirdi. Türkiye, 'IMF garanti belgeli' bir ekonomi programını çok ciddi bir disiplinle uygulamak mecburiyetinde iken, bir seçimden hiç söz edilmemesi gerektiğini düşününler hayli yaygın. Fakat, 'IMF garanti belgeli' ekonomi programının 'güvencesi', ekonomi dizginlerini elinde tutan Kemal Derviş ve kurmaylarından Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti, ısrarla, 'seçimin ekonomiyi çökertici etkisi olmayacağını' bildiriyorlar. Hatta Kemal Derviş, daha da ileri giderek, seçimin 'siyasi belirsizliği ortadan kaldıracağı' için gerekli olduğunu dahi ifade ediyor. Tam bu noktada, Kemal Derviş'in önüne beklenmedik bir engel dikiliyor. Nefes alışverişini Kemal Derviş'e bağlamış olan, ona tam destek vermekte bulunan ve herhangi bir 'yeni siyasi oluşum' tasarısında mutlaka Kemal Derviş'i görmek isteyecek ve buna ilişkin 'siyasi pazarlıklar'a gömülmüş bulunan TÜSİAD, seçim konusunda Derviş'e karşı çıkıyor. İstanbul sermayesinin, yakın vadeli bir seçimden –kendi kısa vadeli çıkar hesaplarıyla– ödü patlıyor. Yakın vadedeki bir seçimden ödü patlayan sadece İstanbul sermayesi değil. 'Ankara merkezli siyaset' yani koalisyon ortağı partiler ve 'Ankara'daki siyasi merkez' de korkuyor. Koalisyon ortağı partilerin, bu şartlar altında bir seçimde barajı aşıp, parlamentoya girmeleri adeta mucizelere bağlı. Bu, daha da 'komik' bir fotoğrafı ortaya seriyor: Türkiye'yi, bugün seçim olsa, hiçbiri parlamentoda temsil edilemeyecek 'birbiriyle uyumsuz' üç partinin, Bülent Ecevit ve ortaklarının deyimiyle 'uyum içindeki hükümeti' yönetiyor. Yani, yönetemiyor. Bundan bir süre önce, TÜSİAD'ın davetlisi olarak, Washington'daki dört think-tank'tan dört uzman Türkiye'ye gelmişler ve İstanbul ve Ankara'da, borsadan iş dünyasına, medyadan Dışişleri Bakanı ve Genelkurmay yetkililerine uzanan bir yelpazede görüşmeler yapmışlardı. Bunlardan biri, görüşmelerinin sonucunda, bana, 'Bu ülke, Amerika'nın çok önem verdiği bir ülke. Ayrıca, toprakları gayet büyük, nüfusu büyük ve üstelik capcanlı bir ülke; ama gelgelelim gördük ki bu ülke yönetilmiyor. Akıl alacak gibi değil' diye bir değerlendirme yapmıştı. Ben de kendisine 'Türkiye'yi bir uçak gibi düşünün. Otomatik pilota bağlı olarak, siz Amerikalıların verdiği uçuş planına göre uçuyor. Kokpitte, kaptan pilotlar uyukluyor. Yardımcı pilot ile uçuş mühendisi kavga ediyor ama uçak, otomatik pilota bağlı uçmaya devam ediyor. Yakıtı ne kadar bilmiyoruz' karşılığını verdim. 'Yakıt'ı 'seçim' ve seçim sonucunu, 'kokpitteki pilotların yenilenmesi ve uçağın otomatik pilotla uçmaktan çıkarılması' olarak düşünürseniz, 'Ankara merkezli siyaset' arzulamasa bile, 'Ankara'daki siyasi merkez'in tıpkı 1999 başında olduğu gibi, 'seçime olur' vermesi halinde seçime gidilebilir. Onlar da, 'istenmeyecek sonuçlar' ihtimali karşısında, seçimi istemiyorlar. Dış dünyanın bakışını ise, Economist Intelligence Unit'in en son Türkiye değerlendirmesinde okuyabiliriz. Uluslararası siyasi ve mali merkezlerin Türkiye'ye ilişkin bakış açısını biçimlemekte önem taşıyan rapordaki şu satırları izleyelim: "Kısa-Vadeli Risk: Başbakan'ın bozulan sağlığı yüzünden siyasi risk artmıştır. Görevden ayrılması koalisyonun devamını tehlikeye düşürecek ve hızla seçime gidilmesi ihtimalini arttıracak ve ülkenin IMF programının uygulanmasını tehdit edecektir. Siyasi Risk: Temel tahminimiz, üçlü koalisyonun tüm kırılganlığı ve popülaritesini yitirmiş olmasına rağmen, ekonomi kendine gelene ve işsizliğin azalarak, koalisyonun kitle desteğini yeniden kazanma şansını edinene dek, iktidara sarılacağı olmakta devam ediyor. Borç Görüntüsü: Türkiye, bu yıl içinde, ağırlıklı olarak IMF fonlamasına dayanacak. Ancak, IMF stand-by programının 2004'e dek sürecek olmasına rağmen, gelecek yılla birlikte Türkiye ya uluslararası pazarlara yeniden girme ihtiyacında bulunacak veya borçlarını ödeyebilmek için IMF'ye dayanma noktasına geri dönecek." Görüldüğü gibi, dünyanın en etkili 'gözlemcileri' de, Türkiye'ye bakıp: 'doluya koyuyorlar olmuyor, boşa koyuyorlar dolmuyor' halindeler. Türkiye'nin durumu, tam bir 'Gordion düğümü'; ve 'Gordion düğümü'nün bu topraklara ait olmuş olması belki de bir raslantı değil. Tarihin Türkiye'ye yüklediği bir kader. Bu düğümü bir hamlede çözecek Büyük İskender kim acaba? Ve, ne zaman?..
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |