T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Enflasyon düşüyor deflasyon geliyor

İktisat Fakültesi'nden ve askerlikten arkadaşım, Dünya Bankası uzmanlarından, yani "kurtarıcı" Kemal Derviş'in Dünya Bankası arkadaşı, Yalçın Baran aradı. "Bu ekonomi nereye gidiyor? Bunun bir kurtuluşu var mı?" diye sordu.

Ben de "Ben bir gazeteci- yazarım. Sen ise bir Dünya Bankası uzmanısın. Kendi danışmanlık şirketin var. Bütün dökümanlar, bütün rakamlar sizin elinizde. Bu soruyu bana neden soruyorsun?" dedim.

"Ben bir çıkış yolu, bir düzelme göremiyorum da, bir de sana sorayım dedim. Askerdeyken sen her şeyi biliyordun ya!" dedi. Biraz da fakülte anılarından söz ettik. Tam o sırada "Yahu bizim fakültede ne değerli ekonomistler yetişti değil mi?" dedi. "Kimi kastediyorsun, bizden yetişen değerli ekonomist kim?" diye sordum.

Gazetelerde ve TV'lerde yaptıkları yorumlarla "tele-voleci ekonomistler" ya da "pantolon askılı ekonomistler" tabir edilen bir Prof. Dr. arkadaşımızın adını verdi. Ben itiraz ettim. "Kendisini çok severim, arkadaşımdır ama "büyük ekonomist" değildir. Çok tahminleri ve yorumları yanlış çıktı" dedim.

"Ben de onun için söylüyorum ya!..." dedi. "Onun tahminlerine bakıp tersini yapacaksın, ekonomi de kurtulacak, ülke de."

Ben Dünya Bankası eski uzmanı arkadaşım Yalçın Baran kadar , olaya "şakayla" bakamıyorum. Kendisinin keyfi yerinde. "Dünya Bankası uzmanı olması", danışma şirketi için iyi bir reklam oluyor. Sadece iç piyasaya değil, dış dünyaya da danışmanlık hizmeti veriyor. Keyfi yerinde, iyi de para kazanıyor.

Enflasyon rakamların düşük çıktığını söyledim. "Zaten beklenen bir durumdu. Talep yok. Kamu zamları az yapıldı, ama bunlara bakıp tamam bu iş oluyor demek mümkün değil" dedi.

Ben de "Enflasyon rakamları iner gibi gözüküyor ama asıl tehlike Hazine faizlerinin yukarıya doğru tırmanması ve devlete yeni bir yük getirmesi. Bunu nasıl telafi edecekler?" diye sordum.

"Onu bana değil siyasetçilere sor" dedi.

Doğru. Soruyu yanlış yere sordum. Hasta Başbakan ile ülke yönetmeye kalkanlara bu soruyu sormak lazım. "Ne yapmak istiyorsunuz? Bu belirsizlik, bu ne olacağını bilememe daha ne kadar sürecek? İç borçları çeviremez hale düşünceye kadar mı?"

Türkiye çok zor günlere giriyor. Avrupa Birliği restleşmesi. Ecevit'in göreve devam edip edemeyeceği. "Göreve devam ediyorum" diyerek, koalisyon ortaklarını kandırsa bile Türk halkını ve bütün dünyayı buna inandırabilir mi?

"Aman dengeler bozulur, borsa düşer faiz yükselir" korkusuyla "Hastayım ama sapasağlam görevimin başındayım" diyerek, 8- 10 doktorluk "koruma ordusu" ile çalışma ofisinin odasında "uzun oturan" Ecevit'in bu hali, ne ekonomiyi dengeye getirebiliyor, ne de ülkeyi. Tam tersine bütün dengeleri bozuyor.

Görünüşe göre enflasyon düşüyor. Tam bu noktada bir "kaygıyı" dile getirmeliyim. "Enflasyon rakamları üzerinde spekülatif oyunlar" oynandığına ilişkin dedikodular var. Bu dedikoduların kaynağı, halkın ta kendisi. Mayıs ayında, ekmek yüzde 9.9, et yüzde 8.6, yumurta yüzde 5 artmasına rağmen enflasyon artmamış gözüküyor. Kimsenin cebinde harcayacak parası olmadığı için, üreticiler ürünlere gerekli oranda zam yapamadı. Ama yine de rakamların bu kadar küçük çıkması herkesi şaşırtıyor.

Örneği'daki enflasyon rakamları konusunda iki kuruluş "farklı sonuç" elde ediyor. İstanbul Ticaret Odası'na göre İstanbul'da enflasyon yüzde 1.7, Devlet İstatistik Enstitüsü'ne göre yüzde 0.8, yani binde 8. Bu farklılık nereden kaynaklanıyor?

Asıl büyük tehlike yaklaşan "deflasyon ve durgunluk" tehlikesidir. Bir süre öncesine kadar, enflasyon düştükçe, faizler de düşüyor ve ekonominin dengeye gelmesi, istikrara kavuşması açısından önemli bir beklenti yaratıyordu.

Ne zaman ki, Başbakan Bülent Ecevit, orasını burasını kırmaya, devleti yataktan yönetmeye başladı, piyasalardaki "olumlu bekleyiş" olumsuza döndü. Mayıs ayı rakamlarında görüldüğü gibi enflasyon düşüyor ama aynı zamanda Hazine faizleri de yükseliyor. Devletin "faiz yükü" her geçen gün artıyor. Hazine faizleri yükselirken borsa "tepetaklak" gitmese bile, sürekli düşüyor. Çünkü "siyasi ve ekonomik belirsizlik" var.

Hiç kimse bir ay sonra, iki ay sonra nasıl bir "siyasi yapı", nasıl bir "ekonomik yapı" olacağını tahmin edemiyor. Böyle "sisli ve puslu havada" kimlerin karlı çıkacağını bilirsiniz.

İşte "puslu havayı" sevenler "gün bizim günümüzdür" diyerek, eteklerindeki taşı dökmeye başladılar bile.


6 Haziran 2002
Perşembe
 
CAN AKSIN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED