|
|
Bizi millet yapan, oruçtur!
Oruç temel bir ibadet olmakla beraber, daha doğrusu öyle olduğu için, bu milletin tarihe aktif katılımının da tescilidir.
Ramazan'ın son iftarından yarım saat sonra, Çengelköy'den Aksaray'a yirmi dakikada geldim. Yollar adeta bomboştu. Kasımpaşa bile öylesine tenhaydı ki, şaşırmadan edemedim. Kesinlikle biliyordum ki, yarım saat daha beklesem, aynı yolu üç misli zamanda bile kat edemezdim. Hülasa, iftar vakti şehir ahalisi adeta sokak ve caddeleri terketmiş, Oflu deyişiyle "tirek Allah'a bağlanmış"tı. Elhamdülillah! Yahya Kemal 80 yıl kadar evvel Atik-Valde'de benzer bir bağlanışa şahit olmuştu:
"Top gürleyip oruç bozulan lâhzadan beri,
Benimse içim içime sığmıyordu caddeleri hızla geçerken. Oruç temel bir ibadet olmakla beraber, daha doğrusu öyle olduğu için, bu milletin tarihe aktif katılımının da tesciliydi. Oruç dolayısıyla insanlar kenetleniyor; oruçdan uzak duranlar, millete de uzak düşüyorlardı. Nitekim Yahya Kemal bunu derinden hissetmiş olmalıydı ki, şiirini şöyle sürdürmüştü:
"Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı
Şimdi artık bu hassasiyete sahip 'oruçsuz' şairlerimiz yok. Onun yerine "ılımlı İslamcı" bir iktidarımız var. Ilımlıları iktidara (kendi deyişleriyle, 'iş başına') getiren, işte bu oruç bilincidir. Bizi bu bakımdan ilgilendiren ne partinin programı, ne acil eylem planı, ne IMF'le ilişkiler ve benzeri konularda ard arda sıralanan toplam beş altı cümlelik beyanatlarıdır. Önemsediğimiz tek şey, sancılı hükümet sürecinde "yurdun iftarından uzak kalan" devleti ne ölçüde millete yaklaştıracaklarıdır. Konuştukları dil, bize bu hususta ümit vermiyor.
Kendi dilimizi konuşmalıyız
Bugün dünyada üç temel dil vardır: Küresel dil, devlet dili, ve millî dil. AKP yöneticilerinin işbaşına gelmelerinin ardından, küresel dili başarıyla konuştuklarını görüyoruz. Küresel, yani merkez mamulü. Daha kötüsü, mebzul sayıda "İslamcı" aydın da aynı dili konuşur oldu. Bunun alternatifinin devlet dili olduğunu düşündükleri için, tıpkı bilmem kaçıncı Cumhuriyetçiler gibi, millî dilden, onun hayat verici gücünden özenle uzak duruyorlar. Öyle görünüyor ki, Soğuk Savaş'ın sona ermesi, bizi ciddi bir düşünce iklimine götürmediği gibi, kelimelerimizi de bozdu. Köle, efendinin dilini konuşur oldu. 1994 Mayıs ayında, Türk Edebiyatı dergisine verdiğim mülakatta, bana en garip, en tahammül edilmez gelen şeyin "hakimlerle mahkumların aynı dili konuşuyor, sistemin işleyişini aynı tarzda yorumluyor olmasıdır," demiştim. Şayet eşitsiz iktisadi-askeri-siyasi güç dağılımının bulunduğu bir dünya sistemi içinde yaşıyorsak, bir Türk, Arap veya Latin Amerika aydınının tıpkı bir Amerikan devlet başkanı gibi, tıpkı Avrupa Parlamentosu sözcüsü gibi düşünüyor ve konuşuyor olması tuhaf değil miydi? Bu konuşmadan bir yıl önce yayımlanan Amerikan Yüzyılının Sonu'nun ilk yazısında Heidegger'in bir tesbitine yer vermiştim: "Amerikancılık; liberalizm veya demokrasi değil, bilim ve teknolojiye hizmet eden özel bir mantıksal pozitivizm biçimidir. Amerikancılığın gerçekliği sanayi kompleksidir: ahalinin emeğini örgütleyen ve egemenliğini dünya pazarına yayan iktisadi ve teknolojik merkez planlama teşkilatı. Marksçılık da aynı şekilde sadece bir parti veya dünya görüşü değil, aksine, üretim sürecinin egemen konuma çıkarılması ve bunun sonucunda insanın toplumsal olarak üretilen bir varlığa indirgenmesidir."
Kapitalizm tekel demektir
Küresel dilin mucitleri bu gerçekleri, demokrasiyi yedeğine alan liberalizm gibi büyülü bir kelimenin örtüsü altında gizlediler. Liberalizm, kapitalist sistemin siyasi ideolojisidir. Teorik olarak gayet masum bir kelimedir. Bireyin kendini serbestçe geliştirmesi, devletin bireyin fikir ve eylemlerine sınır koymaması, v.s. demektir. Yani tam "serbest piyasa/ serbest teşebbüs" ekonomisine uygun bir ideoloji. Eğer kapitalizm gerçekten "serbest piyasa ekonomisi" olsaydı, liberalizm de gerçek bireysel özgürlük demek olacaktı. Fakat kapitalizm "tekel" demektir; serbest piyasayı boğmak demektir. Liberal devlet, tekelci ekonomik düzenlemenin hakemidir. Liberal küresel sistem, merkez ülkelerin (özellikle ABD ve AB) zayıf millî devletler marifetiyle çevreyi sürekli denetim altında tutmasıdır. Kendi dilini konuşmak, kendi düzenini kurmanın ön şartıdır. Ben herkesle uyumlu olacağım diyen, oruç tutan milletle ebedî uyumsuzluğu dile getiriyor demektir. Afganistan veya Irak üzerinden Avrasya hakimiyetini sürdürmek isteyenler, IMF üzerinden Türk bankalarının başarıyla tasfiyesini ve yabancı bankalara kelepir fiyatlarla satışını garanti etmek isteyen 'liberallerin' ta kendileridir. Bunlara ve içerideki tekelci 'ortaklarına' zeytin dalı uzatmak, milletin dinamik, rekabetçi unsurlarını baskı altında tutmaya devam etmek demektir.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |