|
|
"Philo-Sophia-Loren"
ya da Kadın,
Felsefe ve Ölüm
Theodor W. Adorno... bir Alman Yahudisi... öyle ki Edmund Husserl, Ludwig Wittgenstein, Walter Benjamin, Jean-François Lyotard, Jacques Derrida, gibi ilk anda akla gelebilecek "dindaşı düşünürler" arasında çoktan yerini almış önemli bir fikir adamı... Avrupa Solu'nun tanınmış kalemlerinden... o ünlü Frankfurt Okulu'nun kurucularından... Kötü de olsa bir bestekâr... Kötü bir bestekâr da olsa iyi bir müzik nazariyatçısı... Müzik, dil, felsefe, estetik ve toplumbilim, civarında kalem oynattığı temel alanlardan... 23 ciltlik devasa bir külliyatın sahibi... kimilerine göre çağdaş bir düşünce ustası, büyük bir teorisyen, kimilerine göre bir revizyonist... Kendisi gibi bir Alman yahudisi olan edebiyat eleştirmeni Walter Benjamin'in hem talebesi, hem takipçisi, hem eleştirmeni... Diğer dostları gibi, Benjamin'in umutsuzluğundan da, trajik ölümünden de Max Horkheimer ve G. Scholem gibi biraz da o mu sorunluydu, orası meşkuk... (Bilhassa Benjamin-Adorno ilişkisi, üzerinde konuşulmaya değer; zira bu ilişkinin serencamı da en az ikisinin ölüm biçimi kadar trajiktir!) Adorno biraz da Avrupa'da sol'un iç çelişkilerini temsil eden bir isim... itibarı nisbeten azalan, azaldıkça, Frankfurt Okulu'nun "devrimci pratiği" zayıflattığı suçlamalarını cevaplamak zorunda kalan, hatta son dönem kapitalist topluma yönelttiği uzlaşmasız eleştirilerin çoğunun kendisine karşı söylendiğini işiten, en nihayet bu karşılıklı atışmaların odağına yerleşerek trajik bir ölümle hayata veda eden bir teorisyen... Bir defasında kendisini şöyle savunur: — "Teorik modelimi inşa ettiğimde, insanların bu modelimi molotof kokteylleri ile gerçekleştirmeyi isteyeceklerini tahmin edemezdim." Ne var ki bu tür savunmalar muhaliflerinin kızgınlığını artırmaktan başka bir işe yaramaz ve eleştiriler ilginç bir protestoya dönüşerek Adorno'yu tam da kalbinden vurur: İsterseniz, hikayeyi "Adorno" adlı eserin yazarı Martin Jay'in kaleminden okuyalım: — "Nisan 1969'da militan bir eylem grubunun üç kadın üyesi Adorno'nun ders anlattığı sınıfa girip kürsüye çıkmış, soyunup göğüslerini açmış ve ona "çiçekler, erotik okşamalar ve sıkıştırmalar"la saldırmıştır. Cesareti kırılmış, aşağılanmış bir halde dershaneyi terkeden Adorno'nun arkasından öğrenciler haykırışlar halinde "Bir kurum olarak Adorno öldü!" diye bağırmışlardır. (...) Frankfurt'taki üzücü olaydan dört ay sonra, altmış altıncı yaş gününden bir ay önce, dershanedeki simgesel Baba Katli (patricide) Adorno'nun kısa bir tatil için bulunduğu İsviçre'de gerçekleşmiş; kalp krizi geçiren düşünür burada ölmüştür." Konu, gerekçe veya muhatap kim ve ne olursa olsun, burada inkarı mümkün olmayan yegâne durum, protestonun böylesini anlamakta zihnin ziyadesiyle zorlanacağıdır. Sonuç ideolojik keskinlik ya da dangalaklık, vb. terimlerle adlandırılamayacak denli trajik değil mi?... Hele hele bir zamanların ünlü deyişiyle "devrimci pratiğin" bu görünürde kadınca mı, erkekçe mi olduğu belli belirsiz tezahürünün hiç değilse Kıta Felsefesinin tarihi bakımından biricikliği tartışma götürür olsa da... Nedense aklıma Ortaçağ'ın ünlü isimlerinden Abelard ve tabiatıyla onun daha da trajik olan akibeti geliyor... Gerçekten onunki de —tıpkı Adorno'nunki gibi— "Bir Mutsuzluk Öyküsü" idi... Suçun, o suçun işlenmesinden en çok zararı görenlerce tanımlanması bir haksızlık hiç kuşkusuz ki... Abelard'ın akibeti nasıl ki onu cezalandıranların his ve düşüncelerini gözden kaçırıyorsa, Adorno'nun trajik akibetinin de o üç kadın militanın esasta neyi amaçladıklarını anlamayı engelleyeceğinden hiç şüphem yok! Farklı düşündüğünü iddia edenleri nazar-ı itibara alarak sorayım o halde: Sizce o üç kadın militan niçin böyle bir eyleme ihtiyaç duymuşlardı ve bu eylemle gerçekte neyi amaçlamışlardı?!? Tabii bir de ipucu: Bu soruyu ancak bir kadın doğru-dürüst cevaplayabilir.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |