T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Global 28 Şubat ve Türkiye

"-Üç arkadaş ailelerimizle birlikte üç otomobille Michigan'a gidiyorduk. Yolda namaz vakti daraldı ve otomobillerimizi yol kenarına çekip arkada namazlarımızı kılalım, dedik. Yoldan geçenler bize dikkatle bakıyorlardı. Sonra yeniden yola çaktık. Yarım saat kadar yol aldıktan sonra polisler tarafından durdurulduk. Polisler üzerimizi, otomobillerimizi didik didik aradılar. Bir saat kadar orada kaldık, sonra gitmemize izin verdiler...

"-Bu tür hadiseler şu sıralar Amerika'da sıklıkla yaşanıyor. İhbar furyası devam ediyor. Yüz kadar Türk öğrencinin evi arandı, bir kısmı polis merkezlerine götürülerek sorgulandı..."

Bunu Amerika'da yaşayan bir Türk anlattı bana.

Bir süre önce de yazın Amerika'ya çalışmak için giden bir başka genç Türkiye'ye dönerken havaalanında başından geçenleri anlatmıştı. Havaalanında nasıl bir sorgudan geçirildiğini, çantasının nasıl didik didik edildiğini, bir köşe bulup namaz kıldığında nasıl hemen etrafında polislerin toplandığını, Türk pasaportunun nasıl şüphe uyandırdığını... vs...

Amerika'ya gidiş için vize şartları ağırlaşıyor, malum. Amerika 20 ülke (bir rivayete göre 26 ülke) vatandaşlarına çok özel şartlarla Amerika'ya giriş izni verecek. Vize talep edenlerin neredeyse yedi sülalesi, niyetlerinin en ince ayrıntıları araştırılacak ve bu, asgari 20 gün sürecek. Yani 20 günden önce vize almak mümkün olmayacak. Zanlı ülkeler genelde İslam ülkesi. Bunların içinde Türkiye'nin de bulunup bulunmadığı tartışılıyor. Haberi veren üç Amerikan gazetesi Türkiye'yi de şüpheli ülkeler arasında sayıyor, Amerikan kaynakları ise Türkiye'nin rahatsızlığını dikkate alarak bu listenin henüz kesinleşmediği gibi bir açık kapı bırakıyorlar.

Türkiye'nin diğer İslam ülkelerine uygulanan muameleye muhatap olmaktan rahatsız olacağı açık. Çünkü Türkiye, 11 Eylül sonrası süreçte Amerika'nın yanında yer aldığını, ABD'nin adına "İslami" sıfatı eklense dahi "terörle mücadele" operasyonuna hiçbir rezerv koymadan katkıda bulunduğunu, bunun da bir fark oluşturması gerektiğini düşünüyor. Türkiye her tavrında açıkça "Beni başka İslam ülkelerinden farklı görmelisiniz" demek istiyor.

Aslında bu bir ruh hali. İnsanlar büyük bir güç tarafından "düşman" ilan edilen kişi ve grupların yanında görünmek istemiyor, bunun çıkarlarını tehdit edeceğini düşünüyorlar. Onun için de, ısrarla mesafe koymaya, farklılıklarını vurgulamaya yöneliyorlar.

Bunun kimi örnekleri 28 Şubat sürecinde Türkiye'de de yaşandı. Kimi gruplar, hedef alanından çıkabilmek düşüncesiyle hedef alınan kimi gruplardan uzak durmaya, hedef kılınmaya yol açacak çok masum davranışlardan bile kaçınmaya, hatta kılık kıyafetlerini ona göre düzenlemeye yöneldiler. Sakallarını, bıyıklarını kesenler, başörtülerini çıkaranlar, hanımlarının başörtülerini çıkaranlar, belki içki masasına oturanlar, belki eşleriyle gazinolarda dansa kalkanlar oldu. Güçlülerin söylemlerine uyum sağlamaya çalışanlara rastlandı. Bunlar tabii korunma jestleriydi. Muhtemelen "Bu öyle bir öfke seli ki, en masum tavırlar düşman diye algılanabilir, onun için düşman tanımına benzer en küçük işaretler bulunmamalı üzerimizde" diye düşünüldü. Öteki taraf ise, "hedef genişletmeyelim, halkı tedirgin etmeyelim" gibi duyarlılıklara rağmen, zaman zaman en masum hareketleri "düşman"ın işareti gibi algıladı, biçti. Hatırlayın, bazı okullara öğrenci alınırken, çocuğun babası, dedesi, amcası, dayısı, kardeşi araştırıldı, bunlar içinde "irtica" ile (onun ne olduğu da karmakarışık bir şeydi) bağlantısı olan var mı yok mu sorgulandı...

Bazan "paranoya" diye nitelendi bu çığır.

Şimdi "Global 28 Şubat"tan söz ediliyor. Bunun patronu, NATO'nun da patronu olan Amerika'dır. (Bizim 28 Şubat'ta NATO'nun yeni misyonunun etkili olup olmadığı hep tartışıldı) Amerika'ya göre "düşman" İslam değil ama, İslam'la ilgili bir şey. Bir boyutunda İslam olan bir şey... Bu süreçte "Düşman"a karşı savaş dahil her türlü mücadele yöntemine başvurulacak. Amerika açısından konu, "Düşman nasıl tanımlanacak?" sorusu ile ilgili. "Nasıl tefrik edilecek İslam'dan?" Bu en azından hedef küçültmek için gerekli, ayrıca global çapta bir mücadele için, hem de kendisinden çok uzakta, İslam coğrafyasında verilecek bir mücadele için devreye sokulacak ittifaklar açısından önemli. İslam ülkeleri açısından ise konu, "Dünyanın yarınlarında belirleyici olacağı farzedilen bir büyük gücün mücadele stratejisinin neresinde yer alırsak, yarınımız garanti olur, ABD'nin düşmanlığından korunuruz, belki stratejik çıkarlar da elde ederiz, bunun yanında kendi toplumlarımızla da yüzde yüz zıtlaşmayız?" sorusu ile ilgili.

Amerika, İslamlar arasında tefrik yapmakta zorlanıyor. Amerika'da çocuklar dahil en sade Müslümanlar bir gün kapılarının çalınacağından, sorgusuz sualsiz götürüleceklerinden, günlerce sorguda kalacaklarından endişe ediyorlar. Dünyadaki Müslüman ülkeler, sırf hayır işiyle meşgul olsa dahi İslami örgütler, yarın Amerika'nın kimi vuracağı, kimi kara listeye alacağı, kimin parasını donduracağı, kime vize şartlarını zorlaştıracağı, kimi düşman ilan edeceği ve dolayısıyla Amerika'nın yanında olmanın yarın hangi İslam ülkesiyle düşman kampa sürüklenmek demek olacağı tedirginliğini yaşıyor.

Türkiye, "Amerika'nın yanında olursak en azından bu mücadele sürecinin zararlarından korunuruz" psikolojisiyle hareket ediyorsa, bizde 28 Şubat sürecinde benzeri psikolojiyi paylaşan kesimlerle aynı akıbeti paylaşacağı kuşkusunu da saklı tutmalıdır. Çünkü o kesimler hâlâ 28 Şubat sürecinin hedef alanı içinde bulunmakta ve üzerlerinde soru işaretleri taşımaktalar. 28 Şubat mimarlarının bir kesiminin kitabında "en tehlikeli, en sinsi damgalaması" da o kesimler için söylenmekte. 28 Şubat süreci de, "samimi dindar halk kesimleri tedirgin olmasın" hassasiyetinde tutarlılık gösterebilmiş değil. O sürecin mimarları, Amerika'nın açtığı cephede, Türkiye'nin nasıl zarara uğradığını görüp, bir özeleştiri yapmalı.

Türkiye Amerika için çok önemli. İslam dünyasında dayanabileceğini düşündüğü tek ülke gibi... Ama sonuçta bir İslam ülkesi ve bu niteliği Amerika tarafından da böyle görülmeye, yani Türkiye'ye karşı rezervli davranılmaya her zaman devam edilecek. İnanmayan Ufuk Güldemir'in Teksas Malatya kitabını okusun. Güldemir orada, Amerika'da merhum Özal'la ilgili iki görüşün sürekli çarpıştığını, bir kesimin "Özal'ın aslında İslamcı olduğu, ama çok iyi takıyye yaptığı" görüşünden vazgeçmediğini vurgular. Belki Türkiye'de hiç kimsenin Amerika ile ilişkisi Özal kadar iyi olmadı. Ama ona bile "rezerv"li bakıldı. Türkiye'nin laikliğinin onu "İslamcı" olmaktan çıkardığı düşüncesine Amerika'da ne kadar inanılır? Hele namaz kılanın yolunun kesildiği bir kuşku tufanı içinde...


12 Kasım 2001
Pazartesi
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED