T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Gaz, elektrik, Walker, müzeler ve bir hekim

Geçen hafta gazetelerde yer alan bir açıklamadan şu soğuk mu soğuk kış günlerinde 1 milyon abonenin borçlarından dolayı elektriğinin kesik olduğunu öğrendik. Açıklamayı yapan yetkili, "Bu demektir ki, 4 milyon insan şu günlerde elektrikten mahrum" diyordu. Gazetelerden önceki gün de, sadece İstanbul'da 8 bin 231 abonenin doğal gazının (yine faturaların ödenememesinden dolayı) İGDAŞ tarafından kesildiğini öğrendik. Mevsim kara kış, ama saat kapatmalar devam ediyor...

Bu bilgiler bana 70'li yıllardaki Paris günlerimizi hatırlattı... Çok iyi hatırlıyorum, kış ayları süresince, tek bir faturanızı ödemezseniz bile elektrik ve gazınız kesilmezdi. Elektrik ve gaz dağıtımını yapan devlet kuruluşu bu gibi durumlarda "Hele bir kış geçsin, sonra düşünürüz!" derdi.

Şimdi bakıyorum da, hemen her şeyde olduğu gibi demek ki elektrik ve gazı da "sonradan görenler"in gözünü paradan başka bir şey görmüyor... Hem de, Anayasasına göre, devletin değişmez/değiştirilemez niteliklerinden birisinin "sosyal devlet" olduğu özellikle belirtilmiş bir ülkede. Demek ki, "sosyal devlet"in "sonradan görme"si de, aslının bir karikatüründen başka bir şey olmuyor...

"ABD'li Taliban John Walker"ı tanıyorsunuz. Afganistan'da Cenk Kalesi katliamında "canlı olarak ele geçirilen" savaşçı. Walker halen bir savaş gemisinde. Bir savaş suçlusu muamelesi görüyor. Gazetelerde yer alan haberlere bakılırsa, Walker "vatana ihanet"ten değil, teröristlere destek vermekle suçlanacakmış. Walker, bir savaş suçlusu olduğu için, şimdilik avukat tutma hakkından mahrummuş. "Baba Bush" bu vatandaşı için "Ben eşsiz bir ceza düşünüyorum. Saçını, sakalını ve yüzünü olduğu gibi kirli bırakalım ve bu ülkede dolaşmasına izin verelim" demiş. "Anne Bush" ise, daha merhametli davranarak "Yazık çok hasta!" açıklamasını yapmış.

Görünen o ki, "ABD'li Taliban" herşeye rağmen, ABD vatandaşı olduğundan dolayı bazı haklardan yararlanacak. Peki ya ABD vatandaşı olmayanlar? Biliyorsunuz, 11 Eylül'den sonra ABD'de gözaltında tutulan şüpheli yüzlerce insan arasında yirmi dolayınca Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının bulunduğundan da söz ediliyor. O halde soralım: Türkiye Cumhuriyeti, bu vatandaşlarına ilişkin olarak bugüne kadar bir girişimde bulunmuş mudur, yoksa "En iyi adalet ABD adaletidir" diyerek vatandaşlarını kaderleriyle başbaşa bırakmayı mı tercih etmiştir?

Kültür Bakanlığı, 2002 yılının Nisan ayından itibaren müze giriş fiyatlarını turistler için Amerikan Doları'na endeksleyecekmiş. Bilet fiyatları da belli olmuş.

Mesela, Topkapı Müzesi için 30, Ayasofya Müzesi içinse 20 dolar istenecekmiş. Bu yüksek mi yüksek bilet fiyatları, tabii ki turistler için. Türk vatandaşlarına ayrı bir tarife var: Topkapı için 7 milyon, Ayasofya içinse 5 milyon lira...

Bana soracak olursanız, AB üyesi olmaya niyetli bir ülke için bu düzenlemeden daha uygunsuzuyla karşılaşabilmek imkansızdır. Oh ne âlâ! Kendi vatandaşına 7 milyon, turiste 45 milyon! Böyle apaçık bir "ayrımcılık"ı akıl eden Kültür Bakanlığı aklını kaçırmış olmalı! Şimdi ister misiniz, AB ülkeleri de kendi müzelerine girişte Türklere ayrı tarife uygulasın? Alman'a 10 Mark, Türk'e 70 Mark, Fransız'a 20 Frank, Türk'e 140 Frank! Ve tabii sonra gelsin manşetler: "Çirkin Fransız'ın Türk düşmanlığı!" / "Hans, Türkleri müzelere sokmamaya kararlı!"

Şimdi tek dileğim, Kültür Bakanlığı yetkililerinin bir Avrupa müzesinde benzer bir "ayrımcı tarife" ile karşılaşması! Sonuç olarak, kimsenin babasının malı olmayan, insanlığın ortak kültür mirası olarak değerlendirilmesi gereken müze ve tarihi yapıların kapılarını mümkün olduğunca (Avrupa'nın önemli müzelerini kimi günler ziyaret etmek ücretsizdir bile) vatandaşlarına ve turistlere açmak yerine bu mekanlara eğlence merkezi muamelesi yapmak, olsa olsa bizim ve bize benzer ülkelerin "kültür politikası"nın bir icadıdır...

Ve son olarak, değerli bir bilim adamının kaybı... Prof. Dr. Muzaffer Aksoy, 86 yaşında aramızdan ayrıldı. Uluslararası tıp camiasında büyük yankı yaratan ilk bilimsel çalışmasını 1955'de yayınlamıştı. Türkiye'de kunduracılar arasında kan kanserine yakalananların çok sayıda olduğunu gözlemiş ve bu gözlemlerinden hareketle bu iş kolunda kullanılan yapıştırıcılarda bulunan "benzen"in insan sağlığına olumsuz etkisini kanıtlamıştı. Aksoy'un bu buluşu başta ABD olmak üzere bütün ülkelerde "iş güvenliği ve sağlığı yönetmelikleri"nde "benzen"le ilgili önemli değişikliklere yol açmasına rağmen, bu değerli bilim adamının çalışmasına en az iltifat eden ülke, kendi ülkesi, Türkiye olmuştu! Pekçok ülkede sekiz saatlik çalışma sürecinde maruz kalınacak "benzen" oranı 10'dan 1 ppm'e düşürüldüğü halde, Türkiye'de yasal değerin hâlâ 20 ppm olduğu söyleniyor... Prof. Aksoy, ilerlemiş yaşına rağmen son zamanlara kadar haftada bir gün Esnaf ve İstanbul Tıp Fakültesi Hastanesi'ne giderek hekimliğini sürdürmüş. Ölüm haberini veren gazete "Bilim dünyası yasta" başlığını atmış. Herhalde "Kunduracılar dünyası da yasta"dır... Ne güzel bir hayat... Kan kanserine yakalanan "kunduracılar"a kayıtsız kalamadığı gibi, son zamanlarına kadar "Esnaf Hastanesi"nin yolunu da unutmuyor. Ne güzel bir hayat...


24 Aralık 2001
Pazartesi
 
KÜRŞAD BUMİN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED