|
|
Müslümanlık ÖZNE; Müslümanlar NESNE
Müslümanlık da, müslümanlar da, İslam'ın doğuşundan modern döneme gelinceye kadar hep özne olarak varoldular ve tarihe özne (aktör, belirleyen, eyleyen ve söyleyen) olarak müdahale ettiler. Ancak modernlikle birlikte bu süreçte çok ciddi bir kırılma yaşandı: Müslümanlık, halen gerek ulusal ve bölgesel düzlemlerde, gerekse küresel düzlemde özne olma konumunu şu ya da bu şekilde de olsa sürdürüyor. Fakat aynı şeyi müslümanlar için söyleyemiyoruz: Müslümanlar, bu süreçte özne konumundan nesne konumuna düştüler. Şöyle ki: Gerek Türkiye'de gerekse küresel düzlemde mevcut ve egemen otorite, hegemonya ve meşruiyet kaynaklarına ve aygıtlarına sahip ve hakim olan "aktörler"in geliştirdikleri ulusal ve küresel strateji, proje veya söylemlerinin temelinde, Müslünalığa (müslümanlığın etkisini, gücünü, imkanlarını kırmaya) KARŞI geliştirilen ve uygulamaya konulan strateji, proje ve söylemler var. Bu durum, bu aktörlerin, müslümanlığı zımnen ama fiilen ÖZNE olarak konumlandırdıkları anlamına geliyor. Öte yandan müslüman toplumlarda ise iki temel zıt tavır veya durum hakim: Birincisi, Batı'yı her bakımdan onaylayan, hayata Batılı kavram ve kurumlara GÖRE çeki düzen verme kaygısını öne çıkaran tavırdır; ki, bu tavrın sahiplerini genel olarak "seküler/ler" olarak adlandırıyoruz. İkinci tavır ise, hemen her şeyi Batı'ya, Batı'nın haksız hegemonya ve sömürüsüne KARŞI belirleyen tavırdır; bu tavrın sahipleri ise "islamcı" veya daha özelde "radikal islamcı" olarak adlandırılıyorlar. Her iki tavrın sahiplerinin de; söylemlerini, KENDİ'leri olarak ve kendileri olarak varolma kaygısı güderek Batı'ya RAĞMEN bir varoluş biçimi ve çabası içine girerek belirleyebilecek bir özgünlüğe, özgürlüğe ve özneliğe kavuşamadıkları gözleniyor. Böylelikle müslüman toplumlarda "sekülerler" de, "islamcılar" da, kendilerini nesne olarak konumlandırdıklarını bir türlü farkedemiyorlar. Dahası her durumda müslümanlığı referans noktası olarak aldıklarını söyleyen "islamcılar" ve "radikal islamcılar"ın, daha işin en temelinde, kökeninde çok ciddi bir handikapları var: "İslamcı" ve "radikal islamcı" nitelemeleri veya tanımlamaları bile kendilerine ait değil. Bu tanımlamalar, başkaları tarafından yapılmış ve bu insanlar tarafından da kolayca kabul edilebilmiş tanımlamalar. Oysa adlarının, kimliklerinin başkaları tarafından belirlenip tanımlanıyor olması, bu insanları daha işin başındayken nesne konumuna indirgiyor: Tanımlanıyorlar. Başkaları tarafından tanımlanma eyleminin hemen tüm söylemlerine ve yapıp ettiklerine sirayet etmiş olması da işin cabası tabii ki. Örneğin "yenilikçiler" veya "gelenekçiler" gibi. Oysa müslümanların adlarının (kimliklerinin) ve söylemlerinin bile başkaları tarafından tanımlanıyor olması ve müslümanların bunun ne anlama geldiğini bile farkedecek bir zihinsel gelişkinliğe sahip olmamaları, müslümanlık adına söylenecek her şeyin daha baştan ipotek altına alınmasına (arızalı ve sakat olmasına) yol açıyor. Bu durum, müslümanların hareket ve varoluş alanlarını, anlama ve kavrama güçlerini, ufuk ve zihin dünyalarını fena halde daraltıyor ve sınırlıyor. Müslümanların bir aşağılık duygusu ve yenilgi psikolojisi ile hareket ettiklerini; bir özgüven sahibi olamadıklarını ele veriyor. Bu nedenledir ki, kendileri bir dil geliştiremiyorlar; başkalarının dillerini konuşuyorlar; kolaylıkla tanımlanabiliyor ve kışkırtılabiliyorlar: Örneğin reaksiyon bize ayrılan konuşma, eyleme ve varolma biçimine dönüşüyor. Eylediğimiz ve söylediğimiz hiçbir şey o yüzden asla aksiyona dönüşemiyor. Hal böyle olunca, İslam'ı referans çerçevesi alarak konuşabilmek ve varolabilmek son derece zorlaşıyor. Batı'ya KARŞI çıkmakla veya Batı'ya GÖRE hareket etmekle (yani Batı'yı her bakımdan onaylamakla) Batı'yı özne olarak konumlandırmış oluyoruz. Oysa gerek onaylayarak gerekse karşı çıkarak da olsa Batı'yı özne konumuna yerleştirmekle yaptığımız şey, her şeyi Batı'yı referans olarak almak ve görmek şeklinde tezahür ediyor. Başka bir deyişle, İslam'ı referans aldığımızı zannettiğimiz durumlarda bile aslında Batı'yı referans almış oluyoruz: "Batı'ya karşı" ifadesinde, Batı, özne'dir. Merkez'de Batı vardır. Kendimizi özne olarak konumlandırmamızı sağlayacak şekilde İslam'ı referans noktası olarak almayı beceremediğimiz için, esen rüzgarlar, konjonktürler bizi kolaylıkla oraya buraya savurabiliyor. Ve o yüzden bulunduğumuz yeri her daim terketmekte bir sakınca görmüyoruz. Oysa daha işin en başında "islamcı" veya "radikal islamcı" olarak tanımlanmak yerine, kendimizi kendimiz tanımlasak, kendimizi özne konumuna yerleştirmiş olacağız. Örneğin Kur'an insanları temelde müslimler ve gayr-ı müslimler olarak tanımlar. Kur'an'ın gayr-ı müslimleri tanımlarken bile refere ettiği şey "müslim olmak durumu"dur. Kur'an'da müslümanlar için "islamcı" veya "radikal islamcı" gibi ucube adlar veya tanımlamalar yoktur. Ucube diyorum, çünkü başkaları tarafından icat edilen ve müslümanlara giydirilen bu adlar veya tanımlamalar, müslümanların üzerinde fena halde sırıtıyor ve acayip bir şekilde duruyor. Benim acizane önerim şu: Müslümanlar, müslümanlığın hala özne konumunu koruduğunu, dolayısıyla dinamizmini sürdürdüğünü farketmeli; bu dinamizmin imkanlarını yeni bir dille; özneleştirici, özgürleştirici bir dille yeniden keşfetmenin, icat etmenin yollarını araştırmalılar. Ancak o zaman kendileri olarak ve başkalarına RAĞMEN varolabilir; tıpkı İslam'ın doğduğu ilk yüzyıldan itibaren tanık olunduğu gibi İslam'ı referans çerçevesi olarak alıp, "zamanın ruhu"na özne olarak müdahale edebilme ve mevcut tüm kültürlerle yüzleşme ve hesaplaşma imkanına, inşirahına, basiretine, firasetine, cesaretine, özgüvenine kavuşabilir ve bunun bereketini ancak o zaman alabilirler. Bu yazıda, önceki yazıda geliştirdiğim teorik çerçevenin daha iyi anlaşılması için genel bir girizgah yaptım. Bu teorik çerçeveyi sonraki yazılarda ayrıntılı olarak açımlamaya çalışacağım.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |