|
|
Yılmaz Ulusoy
Sanıyorum keyifli günlerinden birindeydi. "Babam bana dedi ki," diye söze başladı, sonra devam etti: "Öğlen namazı saati geçtiği halde borcunu gelip vermeyen kişinin mutlaka cenazesi vardır. İkindi sonrasında borcunu kapatmazsa bil ki, senden ödünç para alan kişi batakçıdır." Yılmaz Ulusoy'la konuşuyorduk, rahmetli babası 1900 doğumluymuş. Senetsiz, bonosuz, kefilsiz günleri ben de yaşadım, ah o günler, nasıl bir daha geri gelebilir ki! Dünyanın en büyük barosu İstanbul'dadır, çünkü çok kişi digerleriyle davalı. Dünya'nın en küçük barosu ise Tokyo'da bulunuyor. Eflatun'a dikte ettirdiği "Devlet" adlı eserinde Sokrat diyor ki: "Bir ülkede avukatlar ve doktorlar çoğalırsa o ülkede yaşayan insanların geleceklerinden endişe ederim." Doğru söze ne denir! Japonlar kendi aralarındaki anlaşmazlıkları yine kendi aralarında çözüyorlar. Bu sistem, kör-topal Türkiyemizde de el'an işliyor. Mesela, Yılmaz Ulusoy'un yanında iken birbirlerine 5 yıldır "küs" olan Giresunlu 2 kardeşi gördüm, biri Ulusoy'un sağına, digeri soluna oturdu, selamlaşmadılar bile. "Anlatın bakayım" dedi Yılmaz Ulusoy "Derdiniz nedir?" 2 kardeşin 13 dönümlük bir arsaları varmış, biri, arsanın sağ başına camii yaptırmak istemiş, digeri karşı çıkmış, neticede camii inşa edilmiş. Buna kızan küçük kardeş tarlanın öbür yanına da kendi adına bir camii yaptırmıştır. Ulusoy sordu: "Köyün camii yok mu?" "Var" dediler. Sonra bir soru daha yöneltti kardeşlere: "Cemeat var mı?" 2 kardeş ilk kez birbirlerine baktılar ve "Yok!" dediler. Yılmaz Ulusoy, "vesuphanallah" çektikten sonra kararını açıkladı: "ikiniz de yanlış yapmışsınız. Cemaat yok, köy 3 kilometre uzakta 13 dönümlük tarlanın bir başında camii, diger başında yine camii. Tam, Temel fıkraları gibi, haydi öpüşün, barışın bu iş burada noktalansın!" Dediğini yaptılar ve kolkola görüşmeden ayrıldılar. Tıpkı babasından bellediği gibi "sözün senet olması gerektiğini" ticari yaşantısında da uygulayan Yılmaz Ulusoy'un, bu kadar yıllık geçmişine, dargınları barıştırmadaki hünerine bakan bu kardeşler mutlu bir şekilde O'na veda ettiler. Yılmaz Ulusoy, dediğim gibi keyifli günlerinden birindeydi. Bana döndü: "Sultan Kanuni, 3 yabancı dil bilen 38 yaşındaki oğlunu cellatların önüne attı. Sultan Mustafa, tam 8 bostancının boyun kemiğini kırdı, sonuncusunda cadırın bir yanını kapatan halı düştü, babasını gördü. O zaman "Emir büyük yerden çıktı. Ya Allah, canım kurban dedi, teslim oldu. Gayri müslimler tam 2 yıl bayram ettiler, Sultan Mustafa gibi akıllı, dirayetli bir Türk'ten kurtulduk diye." Yılmaz Ulusoy'u sessizce dinledim, hangi iş adamından hele bu sıralarda siyasetten, edebiyattan, tarihten, kardeşlikten ve ekonomiden konuşulabilir? Sadece 19 yaşında iken Samsunspor Kulübü Başkanlığı'na getirilen kadim dostum Yılmaz Ulusoy'la birlikte sonra cuma namazını eda ettik. Bana, Hazreti Ali'den, Muaviye'den, Ebubekir'den pasajlar açtı, "Yaşar Kemal"in hatrını sordu, Amerikan Doları'nın ne seviyelere çıkabileceğini anlattı. O'nun yanından biraz üzüntü biraz zevkle ayrıldım, üzüntüm sohbetin noktalanmasındaydı, sevincim ise bir iş adamının sadece ve sadece git gel Konya altı saat alışkanlığının dışına çıkıp, sanat, edebiyat, tarih ve spor konuşmasıydı. Cemal Ulusoy
Birgün haber vermeden Yılmaz Ulusoy'un çalışma yerine gitmiş, bekliyordum ki, rahmetli Cemal Ulusoy beni gördü, koluma girip kardeşinin makamına doğru ilerlerken şu nazik konuşmayı yaptı: "Türk güreşine bu kadar hizmet eden, başbakanların bile bekletmediği bir zatı burada nasıl beklemeğe alabiliriz." Yılmaz Ulusoy'un kapısını çalmadan birlikte içeri girdik. O'na dedim ki: "En küçük bir bakkal dükkanını bile işleten kişi o iş yerinin başbakanıdır, biraz yanlış oldu galiba?" Rahmetli Cemal Ulusoy, beni dinledikten sonra "Sizin yanlış yapmayacağınızı bildiğim için bu davranışta bulundum, biz kiminle dost olunur, kiminle olunmaz biraz dikkat ederiz" dediydi, nur içinde yatsın. Kadir İnanır
Yılmaz Ulusoy'un en değer verdiği hemşehrilerinden biri Kadir İnanır'dır, O'na değer verir ama takılmadan da edemez, birgün bana şu hadiseyi anlatmıştı: "New York'un Manhattan bölgesinde ellerim cebimde yürüyordum, birden izbandut gibi bir zenci arkadan yaklaşıp ellerimi tuttu beni yere yuvarladı. Kadir, aval-aval olanlara bakıyordu. "Kardeşim, dedikten sonra O'na, burada Yeşilçam filmi çevirseydik şimdi 20 kişiyi yere sermiştin ama gerçek hayatta bir zenciyle bile baş edemiyorsun!" Bu sözler üzerine İnanır, kendisine gelmiş, sanki silkinerek uyanmış ve saldırgan zenciyi bir klark çekerek uzaklaştırmış. Yılmaz Ulusoy bu olayı bana Kadir İnanır'ın yanında anlattı. Ünlü-Haluk
Herkesi barıştıran Yılmaz Ulusoy, Bakan Fikret Ünlü ile Saffet Ulusoy'un oğlu yeğeni Haluk'u da bir barıştırabilse, fakat mümkün değil, Bakan Ünlü, "Nuh" diyor, ama "Peygamber" demiyor.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |