Yeni Şafak: Türkiye’nin medeniyet ufku

04:0010/10/2024, Perşembe
G: 9/10/2024, Çarşamba
Yusuf Kaplan

Dünya çok hızlı değişiyor. Değişmeyen tek şey değişim. Bir donma biçimi bu aslında, bir opak’leşme hâli pür melâli. İnsanın geleceğini, dünyanın geleceğini tehdit edecek kadar yıkıcı, yok edici, metamorfoza uğratıcı, mankurt-laştırıcı, fıtratını yerle bir edici bir değişim biçimi bu. Çağ, ağ’a dönüşüyor tam anlamıyla. Herkesi kapanına kıstıran, boğan devâsâ bir ağ’a. Modernlik, bir selefîleşme biçimiydi, köksüzleşme anlamında bir selefsizlik biçimi burada sözünü ettiğim selefîleşme. Kendi dışındaki

Dünya çok hızlı değişiyor. Değişmeyen tek şey değişim. Bir donma biçimi bu aslında, bir opak’leşme hâli pür melâli.

İnsanın geleceğini, dünyanın geleceğini tehdit edecek kadar yıkıcı, yok edici, metamorfoza uğratıcı, mankurt-laştırıcı, fıtratını yerle bir edici bir değişim biçimi bu.

Çağ, ağ’a dönüşüyor tam anlamıyla. Herkesi kapanına kıstıran, boğan devâsâ bir ağ’a.

Modernlik, bir selefîleşme biçimiydi, köksüzleşme anlamında bir selefsizlik biçimi burada sözünü ettiğim selefîleşme. Kendi dışındaki her şeyi tekfir ediyor, yargılıyor ve aforoz ediyordu. Kaskatı bir dünya inşa etmişti modernlik. Sonunda katı olan buharlaştı. Marx’ın bu sözü, Marksizm’in de buharlaşmasını önleyemedi!


NİHİLİZMİN ZAFERİ: HAPLAR VE HATLAR

Postmodernlik, buhar hâli. Modernliğin kutsanan insanının aşağılanması, “demir kafes”e tıkanan insanının özgürlük kölesi olması, hız, haz ve ayartının kurbanı olarak sadece kendi üstüne, kendi dünyasız ve anlamsız dünyasına hapsolması.

Gelinen nokta kazana kazana kaybettiğimiz bir nokta. Dünyaya hükmetti Batılılar, her şeyi ele geçirdi, bütün kültürleri târumâr etti, dünyasız insan, insansız dünya icat etti, anlamsız ve ruhsuz bir çıkmaz sokağın eşiğine fırlattı insanı. Orada hız, haz ve ayartı tarafından teslim alınmak için can atıyor, önce kendi içine ve üstüne kapanıyor, sanal dünyalara kaçıyor. Kaçıyor… Kendinden, dünyadan, hayattan, hakikatten kaçarak hayata tutunmaya çalışıyor. Kendine, dünyaya, insanlığın sorunlarına yabancılaşıyor, büyük metamorfoz yiyor, mankurtlaşmanın eşiğine sürükleniyor: Uyuşturuculara sığınıyor: Tanrıları, uyuşturucular: aktif ve pasif uyuşturucular: Haplar ve hatlar: Pasif nihilizmin zaferi.

Sonraki adım, ortaokullarda bile cinsel şiddetin, uyuşturucu şiddetinin, her tür intihar biçiminin hızla yaygınlaşması. Hayattan kaçarak, hakikatten kaçarak, kendini ve her şeyi inkâr ederek uyuşturucuya sığınan ağ’daş insanın kaçınılmaz olarak isyana ve intihara sürüklenmesi: Aktif nihilizmin zaferi!

Tanrı fikrinin yitirildiği, hakikat fikrinin yitirildiği, insanın cinsiyetinin, biyolojik varlığının bile yok olma sürecine girdiği, tabiatın delik deşik edildiği, her alanda simülatifleşmenin, pornografik ayartı şiddetinin insanları uyuşturup teslim aldığı, insanın makineye, hazlarına yenildiği, robotlaşmış ruhsuz bir nesneye evrildiği bir dünyada insanın önünü açacak ve aydınlatacak tek bir ışık var: İslâm’ın insanın ve yaratılışın fıtratına yapılan her tür ontolojik müdahaleyi -topu göğsünde durduran başarılı bir futbolcu gibi durdurması ve tam doksandan kaleye göndermesi gibi- bütün oyunları bozucu, insanı diriltici, kendine getirici, hayata döndürücü, insana bilincini, kalbini ve ruhunu armağan edici bir oyun kurucu yolculuğa öncülük edeceği zamanlar yakındır.

İnsan, sadece bilinciyle insan olmaz. İnsanı bilincine hapsederseniz, kör bilincin kölesi yaparsınız. Kalbini ve ruhunu da yok olmanın eşiğine sürüklersiniz. Birincisi modernlerin günah galerisine yazıldı. İkincisi ise postmodernlerin günah galerisine yazılıyor…


AKLIN, KALBİN VE RUHUN DİRİLTİCİ YOLCULUĞU

Gazze soykırımına direnen Müslümanlar, Batı uygarlığının bilinci, kalbi ve ruhu yok eden saldırısına direniyorlar aynı zamanda. İnsana, kedine dön ki, Rabbine dönmen, kalbine ve ruhuna kavuşman mümkün olabilsin, diyor adeta.

Çağı iyi tanırsak, tanımlamaya ve çağın sorunlarını teker teker aşmaya başlarız. Çağ insanın, aklını, kalbini ve ruhunu buharlaştırdı, yok etti, ayartıcı bir uyuşturucu, anlamsızlıklar dünyasının kölesi hâline getirdi.

İnsanın kendine gelmesi lazım. Kendini bilmesi, kendini bulması ve kendi olması. İşte çağın ağlarına düşen insanı bu ayartıcı ağlardan sadece İslâm’ın diriltici ve herkesi kendi olarak hayata döndürücü ruh atılımı kurtarabilir. Bu gerçek her geçen gün bir güneş gibi doğuyor ve içimizi ısıtarak, dışımızı ışıtarak bizi insanca, hakça yaşanabilir bir dünyanın eşiğine nasıl götürebileceğinin haberini veriyor bize.


YENİ ŞAFAK: MEDENİYET UFKU

Yeni Şafak, tam böyle bir zaman diliminde dünyaya merhaba dedi. Batılıların büyük dünya savaşlarından sonra bütün insanlığı devâsâ ağlara tıkamaktan başka bir şey sunamadıkları bir yok oluş mevsiminde dünyaya merhaba dedi. Türkiye’nin sınırlarının Türkiye’den ibaret olmadığının, medeniyet coğrafyamıza uzandığının idrak edildiği bir zaman diliminde Yeni Şafak’ın dünyaya merhaba

demeye başlaması aslâ tesadüf değil.

Dünyaya söyleyecek bir sözümüz var ve o sözü biz nasıl söylememiz gerektiğini göstereceğiz diyerek çıktık yola 30 yıl önce. Nabi Avcı, Mustafa Karaalioğlu, Yusuf Ziya Cömert, Mehmet Ocaktan ve Akif Emre İstanbul’dan, bendeniz de Londra’dan bu dünyaya söyleyecek sözü olan bir gazete çıkarmak için vargücümüzle çalışıyorduk.

İstanbul’dan Londra’ya ve dünyaya bir hat döşedik. İstanbul’da başlatılan bu yolculuğa ilk gününden itibaren bendeniz Londra’dan katıldım. 5 farklı isimle yazdım. Hep Yazı İşleri Müdürümüz olarak gazetenin yükünü omuzlayan Yusuf Ziya Cömert, bana “Bu gazeteyi Londra’dan tek başına çıkaracaksın” diye espri yapıyordu.

Gazetenin ilk emektarları Ahmet Şişman, Mahmut Kış ve Ahmet Kış kardeşleri şükranla anmamız gerekiyor. Ardından bayrağı devralan Albayraklarla birlikte, Ahmet Albayrak Ağabey’in kararlı ve öncü atılımlarıyla Nuri Albayrak, Mustafa Albayrak ve Mesut Albayrak’ın hem ufuk dolu hem de İslâmî dert ve kaygı sahibi gayretleriyle Yeni Şafak, bir gazeteyi çoktan aştı, Türkiye’nin en kaliteli televizyon kuruluşlarından biri olmayı başaran TV Net’le ve yayıncılıkta devrim yapan Ketebe Yayınları’yla Türkiye’nin medeniyet-kurucu, medeniyeti zor zamanlarda konumlandırıcı ve koruyucu bin yıllık medeniyet birikimiyle bu dünyaya söyleyecek bir sözümüz olduğunu gösterdi.

Gazetenin emektarlarını, yöneticilerini, bütün çalışanlarını da şükranla anmazsak yapılan çalışmanın maneviyatı ve samimiyeti zedelenir. Onların yılmaz gayretleri olmasaydı bu gazete gazeteyi aşan Türkiye’nin birikimini gazeteden televizyona, kitap ve dergi yayıncılığına kadar devrim yapan öncü atılımlara imza atmak pek de kolay olmazdı.

Hayrettin Karaman Hocamızın gazetenin kurulmasında ve sürdürülmesinde gördüğü manevî rolü teslim etmek bir hakşinaslık olarak görülmeli.

Yeni Şafak gazetesini biz, Yenidevir’in devamı olarak Yeni Şafak olarak hayata geçirdik. Yenidevir, Cumhuriyet tarihimizde Türkiye’deki entelektüel birikimin entelektüel bir kitleye ulaştırılması sürecinde kilit taşı rolü oynadı. Meşrûtiyetlerden itibaren Sebilürreşad gibi sembolleşen İslâmî yayın organlarının İslâmî bir dil ve söylem inşa etme, entelektüel Müslüman öncü nesiller yetiştirme yolculuğunda günümüzdeki yegâne temsilcisi Yeni Şafak.

Yeni Şafak fikir gazetesi olarak doğdu, konjonktürün dayatmasıyla biraz bu özelliğini yitirir gibi oldu ama geleceği fikir

gazetesi yanını güçlendirmesinde gizli.

Çağımızda fikir gazeteleri, geleceği inşa edecek entelektüel ve akademik birikimi entelektüel kuşaklar yetiştirecek şekilde belli bir kitleye ve ülke gündemine taşıma konusunda çok kritik bir rol oynuyorlar. Le Monde Fransa demektir o yüzden. Gallimard Yayınevi de Fransa demektir.

Yeni Şafak da, TV Net de, Ketebe de Türkiye’dir, diyorum ve bu cümlede ifade edilen sözümüzü söyleme yolculuğumuzun daha da güçlenerek, olgunlaşarak devam etmesini diliyor, nice 30’lu yıllara diyorum…

Vesselâm.

#Yeni Şafak
#30. yıl
#Türkiye