Gözlerimi acı bir gülümseme yayılan yüzüne dikip şöyle dedim: “Senin prestije ihtiyacın yok dostum! Sen ağırlığını burada mı kazandın ki, şimdi sözüm ona ağırlık dağıtıcılarının uygulamaları karşısında canını sıkıyor, düşünceli bir hâle bürünüyorsun? Burası senin değerini ne aşağılara düşürür, ne de zirveye taşır! Bana sorarsan, hayır, vazgeçme!..”
Yüzünü bana çevirdi ve birkaç kez kırpıştırdığı gözlerini yüzümde gezdirerek, “Ama” dedi kekelercesine: “Ben inancımı yitirdim! Artık tahammül edemiyorum.. Burada nefes alamıyorum, boğuluyorum.. Başka bir şehre gitmeliyim ben.. Galiba en iyisi, kendi şehrimi oluşturmak!”
Bu son cümlesi karşısında donup kaldım: ''Kendi şehrini oluşturmak''! Peki ama, nasıl bir şey bu, nasıl olacak?
Yıllardır tanırım onu, ahbaplığımız çok eskilere dayanır.. Çok daha kederli hâllerine tanıklık etmiş olsam da, bu seferki başkaydı: Somurtmuyor, sinirlenmiyor, alnındaki derin çizgiler kurumuş bir dere yatağı gibi belirmiyor, hatta tonu acı da olsa gülümsüyordu.. Fakat belli ki, sıkıntısı ta derinlerden geliyor, yüzüne yansıyıncaya kadar aldığı yolun uzunluğu dolayısıyla o yoğunluk ve o şiddet, âdeta sona ermiş görünüyordu.
Bir kez daha, görür gibi baktım ona: Evet, inanılmaz derecede sakindi. Şunu düşündüm: Acaba gerçekten sakin mi, yoksa tüm bedenine yayılmış izlenimi uyandıran bu sakinlik, esasen bir süre sonra esebilecek fırtına öncesinin son raddeleri mi?
Onun hâlet-i rûhiyesine yüklediğim anlam çelişkisi karşısında terlediğimi hissettim. İyiden iyiye sıkılmıştım.. Kravatımı gevşettim, boynumu sağa-sola oynattım, alnımda biriken ter kümelerini sildim, derin bir nefes aldım, pencereye yönelip dışarıya baktım:
Hava kararmak üzereydi. Demek ki, konuşmamız öncesi yaşadığımız uzun suskunluk sürecinden bu yana saatler geçmişti. Birkaç sokak ötedeki okuldan dağılan çocukların gürültü ve çığlıkları, sanki bir daha hiç çıkmayacak bir uğultu bulutu gibi beynime saplandı. Başımı cama yasladım. Gözlerimi kapadım. Önümde tuhaf bir sûret canlandı: Kocaman bir yüz. Kıpkırmızı.. Sırıtıyor.. Dilini bana uzatmış, neredeyse yüzümü yalayacak.. İrkildim..
O esnada, kapının hafifçe açılıp kapandığını hissettim.
Başımı çevirdim, gitmişti..
Sorulmamış sorular ve verilmemiş cevaplarla dolu bir boşluk bırakmıştı geride..
Ancak gasilhanelerde duyulan türden bir koku sarmıştı etrafı..
Aldığı kaza haberi sonucu oğlunun morgdakiler arasında olup olmadığını öğrenmek için taksi tutan bir annenin yaşadığına benzer bir endişenin yayılmakta olduğunu düşündüm..
Sisli denizde kaybolan gemi kaptanının hissettiği gibi bir korkuya kapılmak işten bile değildi..
Bir an Necip Fazıl''ın “taze ölüyü mezar” benzetmesi geldi aklıma.. Başım döndü, sendeledim, bir sandalye çekip yavaşça oturdum. Bir süre kendimi dinledim.. İçimde bir yumak hâline gelen keder çilesinin hışırtısına kulak verdim. “Prestij” dedim sonra, belli belirsiz ve ancak eşyanın duyabileceği bir ses tonuyla, “… son zamanlarda nasıl da rûhunu kemirdin dostumun!..”
…
Bir gün Ankara''dan dönerken, gözüm yan koltukta oturan yolcunun okuduğu gazeteye ilişti: “Mezarlıklar müdürü F. T. yolsuzluk suçlamasıyla mahkemeye sevkedildi”!..
…
Televizyon karşısında uyukladığım koltuktan hafifçe doğruldum; saate baktım, gecenin üçüydü.. Pijamalarımı giydim, bir bardak su içtim ve “Dostum, şimdi buldun ''prestij''i!” diyerek, rüyamdaki uykuya daldım...
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.