İstanbul’un tarihi eserlerini süsleyen kitabeler

04:001/12/2024, Pazar
G: 1/12/2024, Pazar
Dursun Gürlek

Fetihten hemen sonra İstanbul’u güzelleştiren ve bir cazibe merkezi haline getiren yapıların başında hiç şüphesiz tarihi eserler gelmektedir. Bunların da en önemlilerini -tabii ki- saraylar, camiler, tekkeler, dergâhlar, çeşmeler, sebiller, hamamlar vesaire teşkil etmektedir. Bu mâmurelerin tamamına şehrimizi süsleyen Osmanlı ziynet eşyaları da diyebiliriz. İşte bundan dolayıdır ki, Boğaziçi’ne “Nehr-i Aziz”, Haliç’e de “Altın Boynuz” denilmiştir. Konuyu biraz daha daraltarak söylemek gerekirse,

Fetihten hemen sonra İstanbul’u güzelleştiren ve bir cazibe merkezi haline getiren yapıların başında hiç şüphesiz tarihi eserler gelmektedir. Bunların da en önemlilerini -tabii ki- saraylar, camiler, tekkeler, dergâhlar, çeşmeler, sebiller, hamamlar vesaire teşkil etmektedir. Bu mâmurelerin tamamına şehrimizi süsleyen Osmanlı ziynet eşyaları da diyebiliriz. İşte bundan dolayıdır ki, Boğaziçi’ne “Nehr-i Aziz”, Haliç’e de “Altın Boynuz” denilmiştir.

Konuyu biraz daha daraltarak söylemek gerekirse, Dersaadet’in bilumum tarihi binalarında arz-ı endam eden ve yazı medeniyetinin canlı göstergeleri olan kitabeleri ziynet malzemelerinin en başına alabiliriz. Unutmayalım, İslam medeniyetinin bir adı da yazı medeniyetidir. Ünlü hattatların şaheser hat örnekleri gözleri ziynetlendiren İstanbul güzelleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Diyebiliriz ki, Osmanlı mimarlarıyla, Osmanlı hattatları sıkı bir iş birliği yaparak bu kadim şehri gayet geniş bir güzel sanatlar akademisi haline getirmişlerdir. Muhteşem Süleymaniye olanca ihtişamıyla Sinan’ın dehasını gösterdiği gibi, bu tarihi mabedin kubbesindeki yazılar da Ahmed Karahisari’nin hat sanatındaki maharetini âşikâr etmektedir. Teşbihte hata olmayacağına göre, gök kubbeyi, salkım salkım göz kırpan yıldızlar süslediği gibi, Süleymaniye’nin kubbesini de Karahisari’nin ak ve pak elinden çıkan bu yazılar ziynetlendirmektedir, diyebiliriz.

Nitekim şu beyit bu manzarayı nazara vermektedir:

Hattu hûb içre beyaza çıkaran kendüzini

Yazının Karahisari’dir ağartan yüzüni.

Bu satırları yazarken Yahya Kemal’in, benim “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiirimi de sakın unutma diye kulağıma fısıldadığını fark ettim. Hiç unutur muyum, bu şiiriyle de büyük şairimiz Süleymaniye’nin harcına edebi ve ebedi bir çeşni katmıştır.

Sadece Süleymaniye Camii mi, İstanbul’da bütün bu güzellikleri, münhasıran hat sanatının etkileyici cazibesini yansıtan o kadar çok mabed var ki, bunlarla her daim haşır neşir olduğumuz için Mâbud-u Hakiki olan Cenab-ı Hakk’a hakkıyla şükretmemiz gerekiyor.

Bilindiği üzere, Amasyalı Şeyh Hamdullah hattatların piri kabul edilmektedir. Aynı zamanda devrin padişahı Sultan İkinci Bayezid’in de hocası olan bu büyük sanatkâr, özellikle sülüs ve nesih denilen yazı stilinde hayli mesafe kaydetmiştir. Ve böylece bir Şeyh Hamdullah Ekolü ortaya çıkmıştır. Osmanlı padişahları içinde sadece Bayezid-i Veli değil; Üçüncü Ahmed, Üçüncü Selim, İkinci Mahmud, Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz de hattat olarak bilinmektedir. Şeyh Hamdullah’ın harfleri canlandıran, mermerleri tezyin eden özelliklerini ve güzelliklerini daha yakından görmek isteyenlerin Bayezid Camii ile Firuz Ağa Camii’nin kapı kitâbelerini seyr ü temâşâ etmeleri gerekiyor.

Mimari yapılar üzerinde yazılarına çok rastlanan değerli hattatlarımızdan biri de Mustafa Râkım Efendi’dir. 1787’de Ünye’de dünyaya gelen ve Sultan İkinci Mahmud’un hocalığını yapan, bu padişah devrinde, 1836’da vefat eden Mustafa Râkım Efendi de hayli esere imza attı. Ezcümle, Sultan Mahmud Türbesinin kitabesi, Nusretiye Camii’nin iç ve dış yazıları, Nakşıdil Sultan Türbesi’nin yazıları, Miskinler Tekkesine ait çeşmenin tarih kitabesi, Topkapı Sarayı’nın Bâbıhümâyun ve Babüssaâde’nin üzerindeki tuğralar, ağabeyi İsmail Zühdü Efendi’nin mezar taşı yazısı, Üçüncü Selim’in, Dördüncü Mustafa’nın ve İkinci Mahmud’un tuğraları hep bu hattatımıza âittir.

Gelelim, Kazasker Mustafa İzzet Efendi’ye… Yazının izzetini koruyan, lezzetini artıran bu hattatımız 1801’de Tosya’da dünyaya geldi. Ayasofya’da bulunan ve benzeri bir daha ortaya konulamayacak olan, Allah’ın, Peygamberimiz'in, Hasan ve Hüseyin efendilerimizin ve Çiharyâr-ı Güzin denilen dört İslam halifesinin isimlerini taşıyan o koca koca levhalar işte bu hattatımıza aittir. Ne acı bir gerçektir ki, bu sanat şaheserleri o devrin sakim zihniyeti tarafından yerlerinden indirilip, yıllarca bir mahzende, toz toprak içinde bekletildi. Şükürler olsun ki, 1949’da Muzaffer Ramazanoğlu’nun müdürlüğü sırasında, Ekrem Hakkı Ayverdi, İbnülemin Mahmud Kemal ve Nazif Çelebi gibi merhumların himmetiyle tekrar eski yerlerine asıldı.

Hırka-i Şerif Camii’nin kapısındaki yazıları, Üniversitenin giriş kapısının iç yüzünde bulunan kitabeyi, Beşiktaş’ta Yahya Efendi Türbesi’ndeki Nur âyetini ve Bursa Ulu Cami’deki bir kısım levhaları yine bu sanatkârımız yazdı.

Üniversitenin giriş kapısının dış yüzüne gelince, buradaki “Dâire-i Umûr-ı Askeriye” yani Askeri İşler Dairesi yazısıyla iki tarafındaki Fetih Suresi’ne âit âyetleri de yazan hattat Şefik Bey’dir. Şefik Bey, 1819’da Beşiktaş’ta Kılıç Ali Mahallesinde doğdu. 1880 yılında vefat etti. Devrin büyük üstatlarındandı. Sakız’da Sultan Abdülmecid’in yaptırdığı caminin yazıları da kendisine aittir. Ayrıca 1855’de meydana gelen depremde Bursa’da Ulucami’nin bozulan yazılarını Sikkezenbaşı Abdülfettah Efendi ile birlikte üç buçuk yıl çalışarak onarmış ve yenilerini ilave etmişlerdir.

Mebzul miktarda eseri olan diğer bir hat sanatkârı da Nazif Efendi’dir. (1846-1943) Yıldız’daki saat kulesinin yazılarını, Yedikule Çeşmesi’nin üzerindeki âyeti, Selimiye Has Ahırı’nın kitabesini, Fatih Camii mezarlığında Hattat Sami Efendi’nin kızı Saadet Hanım’ın mezar taşı kitabesini, Üsküdar’da Yeni Cami mezarlığında Sadeddin Paşa’nın ve Sultan Ahmed türbesinde Saib Paşa’nın kabir kitabelerini de bu hattatımız yazdı.

Son devrin diğer bir hattatı Mehmed Hulusi Efendi, (1846-1913) Sultan Selim Camii’ndeki “Tevekkeltü Alellah” yazısını, Gerede Hastahanesi’ndeki “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” yazısını, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki “Hâkimiyet Milletindir” yazısını da keza bu hattatımız kaleme aldı.

İstanbul camilerini ve diğer bazı sanat eserlerini o güzel hattıyla süsleyen sanatkârlarımızdan biri de Mehmed Şevket Vahdeti Efendi’dir. Saymakla bitmeyen bir hayli sanat eserine imza attıktan sonra 37 yaşında vefat eden Vahdeti Efendi’nin son derece ilgi çekici hayat hikâyesini İbnülemin “Son Hattatlar” kitabında uzun uzun anlatıyor. Bu câlib-i dikkat sanatkârdan bahseden başka bir Osmanlıca metni ben de Osmanlı Türkçesi kurslarımıza devam eden müdavimlere birkaç defa okutmuştum.

Şimdi Son Hattatlar’ı kaynak göstererek onun hat vadisindeki hayret verici çalışmalardan birkaçını takdim edelim.

Hat sanatının her çeşidinde maharet sahibi olan, ayrıca ressamlığı ve hakkâklığıyla da bilinen Mehmed Şevket Vahdeti Efendi, Nuruosmaniye Camisiyle Babıali’deki Nallı Mescid’de yer alan “Bilal-i Habeşi” levhalarını hazırladı. Bursa Ulucami’deki büyük levha da ona âittir. Merkez Efendi Türbesi'nde kubbe üzerindeki yazı ile Ebussuud Efendi’nin yanında kayın babasına ait kitabe de onun usta ellerinden çıktı. Bitmedi. Cerrahpaşa’da Kargı Sokağı’nda Keçecizade Mezarlığı’ndaki çeşmenin kitabesini, Edirnekapı’daki Emir Buhari Dergâhı sahasında Hoca Abdülkerim Efendi’nin kızı Hasna Hanım’ın kabir kitabesini, Ayasofya Camii’nde “İnnâ cealnâke…” âyetini, yine aynı camideki “Accilû bissalâti…” ve “Accilû bittevbeti…” yazılarını da o yazdı.

Sultan Abdülaziz Han, veliahtlığı zamanında bir gün Ayasofya’ya gidip bu levhaları görünce Vahdeti Efendiye büyük bir ikramda bulunuyor, bir takım kıymetli kumaştan yapılmış elbiselerin yanı sıra, yüz adet yüzlük kâime (kâğıt para) veriyor.

Yazımızın başlığına her ne kadar “İstanbul’un tarihi eserlerini süsleyen kitabeler” demişsek de, aynı sanat güzelliğinin diğer birçok şehrimizdeki mabetlerde de nümâyân olduğu yukarıdaki satırlardan anlaşılıyor.

İşte Osmanlı medeniyeti, böyle bir medeniyetti.

#İstanbul
#fetih
#tarihi eser
#Dursun Gürlek