Edebiyat tarihimizin beyaz sayfalarını göz yaşlarıyla ıslatan şiir türlerinden biri de mersiyelerdir. Bu içli manzumeler, kendilerine büyük bir muhabbet duyulan, can u gönülden sevilip sayılan değerli şahsiyetlerin vefatlarından sonra kaleme alındığı gibi, tarihi ihtişamını kaybedip münkariz olan İslâm ülkeleri için de yazılır. Şeyh Sadi’nin, Moğol istilasını ve İslâm medeniyetinin inkirazını anlatan mersiyesi ne kadar hüzünengiz ise, Mehmed Nizameddin’in tercüme ettiği “Endülüs Mersiyesi” de – göz yaşlarını sular seller gibi akıtmakta – o kadar etkileyicidir. Unutmayalım, mersiye yazan kalemin ucundan mürekkep değil, göz yaşı damlar.
Mersiye deyince akla ilk önce Kerbela Vak’ası ve şehitlerin efendisi Hz. Hüseyin geliyor. Gerçekten de en güzel ve en yakıcı şiirler Kerbela olayı ile Efendimiz’in gözünün nuru kabul edilen bu mazlum ve mağdur Peygamber torunu için kaleme alındı. Merhum tarihçimiz Mehmed Zeki Pakalın da “Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü” isimli eserinde mersiye deyince akla ilk önce Kerbela faciasının ve Hz. Hüseyin’in akla geldiğini ifade ediyor, ezcümle şunları söylüyor:
“Mersiye denilince hemen hatıra Kerbela şehidi Hüseyin-i Mazlum gelir. Hakikaten en yanık mersiyeler ona ve Kerbela vak’asına ait yazılanlardır. Gerçi dünya tarihinde bundan feci, bundan şeni’ hadiseler yok değildir. Lâkin Hz. Hüseyin’in Peygamberimiz’in torunu, Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın oğlu olmasından dolayı Kerbela vak’ası İslam âleminde en sûzişli (can yakıcı) bir facia kabul edilmiştir. Buna, siyasi cereyanların ve tekke edebiyatının da çok tesiri olmuştur. Türk yazarlarından da birçok mersiye yazan vardır.”
Ehl-i Beyt şairi diye bilinen Koniçalı Kâzım Paşa, mersiye konusunu işleyen en önemli Türk şairlerinden biridir. Onun “Mekâlid-i Aşk” isimli eseri tamamen mersiyelere tahsis edilmiştir. Fakirin de kütüphanesinde bulunan bu “Mekâlid-i Aşk”ın ilk sayfasında şu ibare bulunmaktadır:
“Şuarây-ı benâm ve ferikân-ı kirâmdan Saâdetlü Kâzım Paşa hazretlerinin vak’a-i dilsûz-ı Kerbela’yı mübeyyen nazım ve inşâd eyledikleri Mekâlid-i Aşk nâm eser-i âlü’l – âlileriyle sâir bil-cümle mersiye-i nefiseleridir.” Aynı şairimizin “Kerbela” adıyla ve Paris’de Arap harfleriyle basılan eseri de keza kütüphanemizi süslemektedir. Merhumun şu beytini bir örnek olmak üzere kaydediyorum:
“Düşdü Hüseyin atından sahrây-ı Kerbelâ’ya / Cibrîl, var haber ver Sultân-ı Enbiyâ’ya”
Sultan İkinci Mahmud devrine damgasını vuran Beşiktaş Ortaköy İlmiye Cemiyeti’nin en gözde üyelerinden olup da âlimliğiyle ve şairliğiyle iştihar eden Kethüdâzâde Ârif Efendi’nin şu mersiyesi de Hz. Hüseyin Efendimize duyulan büyük ve samimi muhabbeti dile getirmektedir:
Kurretü’l – Ayn-ı Habib-i Kibriyâsın yâ Hüseyn
Nûr-u çeşm-i Şâh-ı Merdân-ı Mürtezâsın yâ Hüseyn
Hem ciğerpâre-i Zehrâ Fâtıma Hayru’n – nisâ
Ehl-i Beyt-i Mustafa Âl-i abâsın yâ Hüseyn
Halkan ve hulkan müşâbihsin Resûlullah’a sen
Nâzenin-i enbiyâ ü evliyâsın yâ Hüseyn
Seyyid-i şübbân-ı cennet dendi şânında senin
Pişivây-ı etkiyâ vü asfiyâsın yâ Hüseyn
Vâlidin şânında dendi: “Lâ fetâ illâ Ali”
Mazhar-ı sırr-ı etemm-i “lâ fetâsın” yâ Hüseyn
Ehl-i mahşer dest-i Hayder’den içerken Kevseri
Sen susuzluktan şehîd-i Kerbelâ’sın yâ Hüseyn
Kıl şefâat “Ârif”e ceddin Muhammed aşkına
Arsa-i mahşerde makbûlü’r- ricâsın yâ Hüseyn
Yazımızın girişinde de belirttiğimiz üzere, mersiyeler diğer bir ifadesiyle ağıtlar şahıslar için olduğu kadar şehirler ve devletler için de kaleme alınır. Bunun en canlı örneklerinden biri -hiç şüphesiz- Endülüs için yazılan mersiyelerdir. Okuyanlara ve dinleyenlere göz yaşı döktüren ünlü Endülüs mersiyelerinden birini de Şam Birinci Türk Sultanisi’nin İkinci Müdürü Mehmed Nizameddin Bey nazmen Türkçe’ye çevirdi, rahmetli tarihçilerimizden Mehmet Zekâi Konrapa da 1964 tarihli “İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü Dergisi”nin 2. sayısında yayımladı. İslam medeniyetini sekiz yüz yıl bütün haşmetiyle temsil eden Endülüs’ün hazin hikâyesini olanca hüznüyle dile getiren bu mersiyeyi geliniz birlikte okuyalım:
Hengâm-ı tamâmında gelir her şeye noksân
Ömründeki boşluklara aldanmasın insân
Her şey mütehavvil bu fenâ sence de meşhûd
Bir lâhza meserret göreni kahreder ezmân
Dünya denilen yer olamaz kimseye müşfik
Bir hâl-i muayyende devam eyleyemez ekvân
Tesirini göstermez ise seyf ile mızrak
Her zırhı yed-i dehr eder elbette perişân
Seyfin kını gımdan da eğer olsa da mahfuz
Her seyfi eder seyf-i zemân hâk ile yeksân
Fikret: Yemen’in nerde ekâlil-i zerrini?
Fikret ki: Bugün nerde o şâhân-ı cihânbân
Şeddad’ın İrem Bağı, İrem cenneti nerde?
Nerde bugün İran’daki Sâsân-ı hükümrân?
Kârûn’un o bitmez görünen serveti nerde?
Bak, nerde bugün Âd ile Adnan ile Kahtân?
Nâçâr kabul eyleyerek emr-i azimi
Onlar ki bugün oldu bir efsâne-i devrân
Rüyâda temâşâ edilen şey gibi hatta
Her mülk-i melik şimdi hayâlât ile siyyân
Dârâ’ya zaman çattı, zaman oldu mukâtil
Kisrâ’ya vefa etmedi iyvâ için eyvân
Her vâkıa bir gün bile sehl olmadı Şab’a
Fikret ki bekâ bulmadı âlemde Süleymân
Bin türlü musibetleri var dehr-i denînin
İmlâ eder ezmânı, meserret ile ahzân
Geçmekte teselli ile her hâdise, lâkin
İslam’a hulûl eyleyemez gaflet ü sülvân
Sehlân u Uhud üstümüze münhedim oldu
Düştü adâ bir derbeki yok sabrına dermân
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.