Atik Valide Camii’nin kadın cemaati

04:0024/11/2024, Pazar
G: 24/11/2024, Pazar
Dursun Gürlek

Son vak’anüvis Abdurrahman Şeref Efendi, kültür ve eğitim tarihimizin en önemli isimlerinden biri olarak bilinmektedir. Mülkiye Mektebinde on altı yıl, Galatasaray Lisesinde on dört yıl müdürlük yapan bu değerli bilginimiz memleket irfanına hizmet eden yüzlerce, binlerce talebe yetiştirdiği gibi, kaleme aldığı eserlerle de kültür dünyamıza bir hayli katkıda bulundu. Bu eserlerden bazılarının ders kitabı olarak yazıldığını biliyoruz. Merhumun basıldığı günden itibaren büyük bir ilgi gören “Tarih

Son vak’anüvis Abdurrahman Şeref Efendi, kültür ve eğitim tarihimizin en önemli isimlerinden biri olarak bilinmektedir. Mülkiye Mektebinde on altı yıl, Galatasaray Lisesinde on dört yıl müdürlük yapan bu değerli bilginimiz memleket irfanına hizmet eden yüzlerce, binlerce talebe yetiştirdiği gibi, kaleme aldığı eserlerle de kültür dünyamıza bir hayli katkıda bulundu. Bu eserlerden bazılarının ders kitabı olarak yazıldığını biliyoruz.

Merhumun basıldığı günden itibaren büyük bir ilgi gören “Tarih Müsahabeleri” isimli kitabını ben de defalarca okudum. Hatta bazı bölümlerini Osmanlıca derslerinde müdavimlere de okuttum. Adından da anlaşıldığı üzere, bu eser tarihi şahsiyetleri sohbet tadında anlatan bir çalışmadır ve üslup güzelliği itibariyle de zevkle okunmaktadır.

Bu vesileyle belirtmek isterim ki, merhum vak’anüvisimizin tarihi makaleleri sadece adı geçen kitapta bulunanlardan ibaret değildir. Devrin gazetelerinde ve dergilerinde, tarihe ışık tutan daha birçok yazısının neşredildiğini biliyoruz. Son zamanlarda bunlardan bazıları toplanıp kitap haline de getirildi. İşte bunlardan biri olan ve “Osmanlı Tarih Sohbetleri” adını taşıyan eseri bugünlerde ben ilgiyle okuyorum. Yazıların bir kısmını Abdurrahman Şeref Efendi hakkında kaleme alınan makaleler, bir bölümünü de değerli müellifimizin kendi kalem ürünleri teşkil ediyor.

Kendi yazılarına ait bölümde yer alan ve “Üsküdar’da Valide-i Atik Camii’ni Ziyaret” başlığını taşıyan makale alakamı celbettiği için onu siz değerli okuyucularımla da paylaşmak istiyorum. Ancak üstadın Osmanlı Türkçesiyle kaleme aldığı bu yazı günümüzün Türkçesiyle tadına varılarak okunamayacağı için anlamına hiç dokunmadan kendi üslubumla nakletmeye çalışacağım.

Haydi Bismillah!

Abdurrahman Şeref Efendi, bir Perşembe günü Üsküdar’daki Atik Valide Camii’ni ziyaret etmek için ikindi vakti Toptaşı’na gidiyor. Bu caminin bâniyesi, Sultan İkinci Selim’in eşi, Üçüncü Murad’ın annesi Nurbanu Sultan’dır. Merhume bu cami ile birlikte Bimarhane’yi, medreseyi ve imarethaneyi de yaptırdı ve böylece dört başı mâmur bir hayrat meydana gelmiş oldu. Bimarhanenin (hastahanenin) karşısında bulunan ve kapısının üst tarafında “Sokollu Mehmet Paşa Nümune Mektebi” yazısı olan mektebin de ilk kurucusu muhtemelen yine kendisidir.

Bilindiği üzere, Üsküdar’da iki padişah ve dört Sultan camii vardır. Padişah camileri Üçüncü Selim’in inşa ettirdiği “Selimiye Camisi” ile babası Üçüncü Mustafa’nın yaptırdığı “Ayazma Camisi”dir. Sultan camilerine gelince, onlar da Nurbanu Sultan’ın, Mihrimah Sultan’ın, Gülnuş Emetullah Sultan’ın ve meşhur Kösem Sultan’ın eserleri olan camilerdir. Nurbanu Sultanınki “Valide-i Atik” veya “Atik Valide”, Kanuni Sultan Süleyman’ın kızının ki “Mihrimah Sultan”, Gülnuş Emetullah Valide Sultanınki “Valide-i Cedid” veya “Yeni Cami”, Kösem Sultanınki “Çinili Camii” adını taşımaktadır. Kösem Mahpeyker Sultan, Dördüncü Murad ile Sultan İbrahim’in annesidir. Gülnuş Emetullah Valide Sultan ise Dördüncü Mehmed’in (Avcı Mehmed’in) başhasekisi olup, İkinci Mustafa ile Üçüncü Ahmed’in validesidir.

Adı geçen camiler, sur içinde bulunan camiler kadar geniş değilse de hepsi temiz ve halıları yenidir. Yeni olmayanları da kullanıma elverişlidir ve az çok cemaati de bulunmaktadır. Süleymaniye, Sultan Ahmed ve Laleli camileri gibi metruk bir hale geleni yoktur. Ama paşa camilerinden bazıları insanı birden bire hayal kırıklığına uğratıyor. Mesela bunlardan biri, Rum Mehmed Paşa’nın eseri olan camidir. Bu cami, Üsküdar’ın, hatta bütün İstanbul’un en eski camilerinden biridir. Gerek zarif mimarisiyle, gerekse bulunduğu mevki itibariyle göz alıcı bir manzara arzetmektedir. İşte bu cami tam bir harabe halindedir. İçindeki iki hasır parçası yağmur sızıntılarıyla sararmıştır. Duvarları da neredeyse küflenmiştir. Bu haliyle yürek parçalayan bir görünüme sahiptir.

Atik Valide Camii iki minareli olup, içerisi ferah ve aydınlıktır. Mahfili büyüktür. Kısacası insanın içini açan ve gönül ferahlatan bir mabeddir. Üsküdar sularının azlığına rağmen şadırvanı ağzına kadar doludur. Avlusundaki servilerin ve diğer ağaçların altında mahallenin çocukları çitlenbik toplamaktadır.

İkindi namazında camide yirmi kadar erkek ile elliden fazla kadın cemaat bulunmaktadır. Namazdan sonra cemaat dağılmıyor. Abdurrahman Şeref Efendi, yanındaki zata bunun sebebini soruyor ve acaba ders mi var, diyor. O zat, “Evet! Eyüplü Münib Efendi vaaz edecek” cevabını veriyor. Hoca’nın gelmesi yarım saati buluyor, bu sırada cami yine kadınlarla doluyor. Hanımların sayısı 150’yi bulmuştur. Nihayet Münip Efendi acele gelip hemen rahlenin başına geçiyor. Besmele çekip, “Elyevme ekmeltü leküm dineküm” âyetini okuyup açıklamaya başlıyor.

Abdurrahman Şeref Efendi şöyle devam ediyor:

Cemaatin çoğunluğu kadın olduğundan, vaiz efendinin hanımlara faydalı olacak dini ve ahlaki konuları bırakıp da konusu sırf tarihi ve hikemi olan bir âyeti seçmesine mânâ veremedim. Konuyu cemaatin durumuna göre seçmek gerekirken Hoca Efendi niçin bunu dikkate almamıştı? Her ne ise, bakalım alt tarafından ne çıkacak diye beklemeye devam ettim. Bilindiği üzere, bu âyet-i kerime Veda Haccı’nda nâzil olmuştu. Cenab-ı Peygamber, ashab-ı kiramına tebliğ edince hepsi büyük bir mutluluk duymuştu. Duydukları bu sevinci Allah’a şükrederek dile getirmişlerdi.

Yalnız Hz. Ebubekir, son derece mahzun oldu ve evine kapanıp göz yaşı dökmeye başladı. Ashab-ı Kiram niçin ağladığını sordu. Yâ Ebâ Bekir! Hepimiz büyük bir sevinç yaşarken sen niye feryâd ü figân ediyorsun dediler. Hz. Ebubekir bu âyetten Efendimizin dünya hayatının sona erdiğini anladığı için, “Hakikate vâkıf olsaydınız siz de benim gibi durmadan ağlardınız! Şerefli sohbetleriyle her gün manevi gıda aldığımız Hâtemü’l-Enbiya’yı artık yanımızda göremeyeceğiz. O, risalet sarayının bülbülü uçup gidecektir. Bizim halimiz nice olacak?” cevabını verdi.

Vaiz Efendi, bütün bunları tane tane anlattıktan sonra başka bir konuya geçmek için güzel bir girizgâh yapmış oldu ve şöyle devam etti. Hakikati bilenler ve işin iç yüzüne vakıf olanlar hem ağlarlar, hem matem tutarlar. İç yüzünü bilmeyenler de gülüp oynarlar. İşte bizim halimiz ve vaziyetimiz de aynen böyle değil mi? Anadolu’daki din kardeşlerimiz sırf aziz vatanı kurtarmak için savaşıyorlar. Şehit olan, yaralanıp eli ayağı sakat kalan kardeşlerimizi, çocuklarımızı içimizde kaç kişi düşünüyor? Biz yine oyunlarla eğlence yerlerinde keyif sürüyoruz, diyerek caminin içini gümbür gümbür sarsmaya başladı. Cemaat gerçekten büyük bir üzüntü duydu, hatta bazı hanımların ağlamaya başladığı görüldü. Hoca Efendi’nin Anadolu’nun imdadına koşalım sözleri yürekleri oynattı. Kadın cemaatin samimi feryatları, âmin âmin nidalarına karışarak sanki kubbeyi titretiyordu. Vaaz hakkıyla yerini bulmuş; manevi tesiriyle ve rûhâni feyziyle kulakları cezbetmişti.

Abdurrahman Şeref Efendi, sözlerini şöyle tamamlıyor:

Vaazın bir konuşma sanatı olduğu kesindir. Bir allâme ne büyük ve geniş bir ilim sahibi olursa olsun, bu sanata sahip değilse, cemaati öyle kolay kolay etkileyemez. “İnsanlarla konuşurken, onların seviyesini göz önüne getirin” sözünün tatbik yeri olan vaaz kürsüsü son derece önemlidir. O kürsüye çıkıp da kalpleri fethedici, cemaati cezbedici konuşmalar yapmak ayrı bir hüner ve marifettir. Cemaatin bir kulağından girip diğer kulağından çıkan sözler maksada hizmetten uzaktır.

Son vak’anüsivimiz Atik Valide Camii’nde vuku bulan calib-i dikkat bir manzarayı işte böyle anlatıyor.

Rahmet niyazıyla…

#islam
#toplum
#Dursun Gürlek