Beklenti dört siyasi arasında bir tür, bir yolla, bir şekilde bir uzlaşma imkanının bulunması, bir koalisyonun kurulmasıydı.
Olmadı…
Türkiye (büyük bir ihtimalle) seçimlere gidecek.
Meclis'te temsil edilen dört parti arasında kağıt üzerinde bir çok koalisyon formülü ve hükümet seçeneği vardı. AK Parti-CHP, AK Parti-MHP, AK Parti-HDP, AK Parti-CHP-MHP, CHP-MHP-HDP koalisyonları bunlar arasında yer alıyordu. Ancak, malum, alan ilk günden daraldı, daraltıldı. MHP'nin HDP'yi gayri meşru ilan etmesi, bu partiyle dolaylı, dolaysız tüm işbirliğini reddetmesi geriye iki formül bıraktı. Bunlardan AK Parti-MHP koalisyonu da MHP tarafından ilke olarak reddedilince, geriye tek seçenek, AK Parti-CHP koalisyonu kalıyordu.
Bu iki görüşmeler hiç beklenmedik biçimde, alışılmadık ölçüde yumuşak, yapıcı ve uzlaşmacı bir atmosferde yürüdü. Kabul etmek gerekir ki, bu tablo bile yerleşik çatışmacı siyasetin bir ölçüde normalleşmesine, gerginliğin kısmen azalmasına, uzlaşma umutlarının doğmasına neden oldu, hatta katkıda bulundu.
Ancak “gerçek bir normelleşme sürecini” tamamlamak için bunlar yeterli olmuyor. Siyasi partilerin karşılıklı tavizler vererek, kimliklerinin ötesine geçen bir yönetim mekanizması oluşturmayı kabul etmeleri, buna ilişkin riski almaları, katılımcı ve uzlaşmacı adımları öne almaları gerekiyor.
Kamuoyunun bu iki parti arasındaki umutla, iyi niyetlerle, yüksek beklentilerle izlediği temaslarda bunlar gerçekleşmedi ne yazık ki koalisyon arayışları başarısızlıkla sona erdi.
Kim ne derse desin, 7 Haziran 2015 seçimleri sonrası, siyasi aktörlerin ilk demokrasi ve uzlaşma sınavını başarıyla verdikleri söylenemez.
Üç nedenden söz edebiliriz.
İlki ülkedeki uzlaşma kültürünün zayıflığı ve iki siyasi ana damar arasında işbirliği geçmişinin fakirliğidir. Dış politika, milli eğitim gibi konularda, reform anlayışında ve koalisyon süresi konusunda ciddi farklar içeren bakış açıları ve angajmanlarıdır.
İkincisi blokaj halinde erken seçime gidilecek olması, bunun yüzde 41 oy alan ve tekrarlanacak seçimlerde tek başına iktidara gelebileceğini düşünen AK Parti çevrelerinin varlığı ve etkisidir.
Üçüncüsü AK Parti ve CHP dışındaki, Meclis'in milletvekillerinin üçte birini kapsayan iki siyasi partinin, uç eğilimde, talepleri yüksek, uzlaşma şartları sınırlı siyasi partiler olmasıdır. Ve bunun siyasi ittifak alanını sınırlamasıdır.
Başbakan Davutoğlu dün, CHP Genel Başkanı'yla yaptığı görüşmeden sonra, iki hususun altını çizdi.
Önce yeni ve beklenmedik bir gelişme olmadığı (örneğin MHP'yle yeni bir temas ve uzlaşma) takdirde, koalisyon alternatiflerinin tüketildiğini ve erken seçim aşamasına geldiklerini söylüyordu.
Davutoğlu'nun altını çizdiği diğer husus, erken seçim kararını, siyasi partilerin anlaşarak, cumhurbaşkanına bırakılmadan parlamentoda almaları yönündeki AK Parti tavrıydı.
Anayasa'nın siyasi partileri hükümet kurmak için verdiği süre, en azından cumhurbaşkanının devreye girmesine kadar geçecek süre 23 Ağustos'a uzanıyor. Davutoğlu'nun önümüzdeki günlerde, aldığı hükümet kurma görevini iade etmeyeceği, yapacağı görüşmeleri ise temel olarak bu çerçevede yürüteceği anlaşılıyor.
AK Parti'nin kendi hükümetiyle ya da bir azınlık hükümetiyle gitmek istemesi tabidir. MHP ise cumhurbaşkanının görevlendirmesiyle kurulacak zorunlu bir hükümette HDP'nin varlığına duyacağı tepki nedeniyle bu tür formüllere destek vermesi beklenir.
Top sanırız bundan sonra bu iki partide olacak, yeni bir uzlaşma zemini ya da azınlık veya ortak seçim hükümeti…
Görünen istikamet bu…