Gazetelerde ilk haberlerden biri Başbakan'ın
:
“Bu mücadeledeki kararlılığımız herkes tarafından bilinmelidir. Nitekim Türkiye'nin Kuzey Irak'taki hava operasyonları da dün ve bugün devam etmiştir ve çok etkin bir şekilde hedeflere dönük olarak neticeler elde edilmiştir”.
Devletin yöneticisi, kamu güvenliğinden sorumlu, devletin işleyişinden sorumlu, bir numaralı yetkili olarak Başbakan'ın, terör ve şiddetin toplumda yaratabileceği yılgınlık karşısında bu tür açıklamalar yapması doğal, hatta kaçınılmazdır.
Ancak bu sözlerin aynı zamanda savaş iklimine işaret eden sözler olduğuna da
. Savaş ikliminde, toplumsal ve siyasal meselelerin yerini asayiş sorunu ve sorunları alır. Nitekim bugün Kürt meselesinin yerini tümüyle örgüt meselesi almış bulunuyor. Çatışma ve şiddet, siyaseti emmiş, içine hapsetmiş bulunuyor.
Peki bu zincir nasıl kırılacak?
Aslında ön koşul basit ve tek:
PKK'nın tek taraflı, süre koymadan derhal eylemlere son vermesi, siyasetin koşullarını kabul ettiği ve bunlara razı olduğunu açıklaması gerekiyor.
Ardından, siyaset koşullarının tekrar oluşturulması, bunun için boğulmaya çalışılan, ancak kendisi de elinde zaman zaman alev püskürtücüyle dolaşan HDP'nin kurucu, yapıcı, nispeten özerk bir siyasi işleve kavuşması, kavuşturulması, siyasi iktidarın güvenlikçi dili bırakıp, siyaseti yeniden inşa edecek adımlar atması icap ediyor.
Bu nasıl gerçekleşecek?
Bunun en etkili yolu, toplumun her kesimiyle, milyonlarıyla
ortak ve yüksek bir ses çıkarmasıdır. Bu, kanaat önderlerinin, AK Parti karşıtlığını Kürt meselesi üzerinden besleyen kesimlerin (Erdoğan'ın kişisel savaşı tarzı gibi vurgularla ifade edilen) takıntılarını bir kenara itip, şiddeti, hak ve demokrasi gibi kavramların arkasına gizleyen PKK politikalarına itiraz etmelerini gerektirir.
siyasi bir değer, siyasi bir araç olarak görme eğiliminin sorgulanmasını, örgüt şiddetini türev şiddet, sonuç şiddet, haklı şiddet gibi tasnif etme çabalarından vazgeçilmesi gerekir.
Kolay değil. Onlarca yılın taraf olma, siyasi pozisyonla var olma ve düşünme geleneği ve duruşu, aydın zihniyeti bir çırpıda elbet değişmeyecektir. Ama bu durumu ve sorumluluğu bir kenara tekrar not etmekte fayda var.
Bayrak o zaman siyasi partilerdedir.
MHP'yi bir kenara koyalım. Bahçeli sokaktaki şiddeti durdursun, öfkesine gem vursun yeter.
Devlete ve siyasi iktidara ise düşen çok şey var.
Cumhurbaşkanı'ndan Başbakan'a yapılması gereken, sadece kararlılık gösterme ve meydan okuma değildir, aynı zamanda siyasete yönelik umudun ayakta tutulmasıdır, kapanan siyasi kapıların tekrar açılabileceği mesa
anmasıdır.
Yapılması gereken
tek araç, tek yol olarak lanse etmek değil, güvenlik tedbiri alırken aynı zamanda siyasetin de önünü açmaktır. Örneğin HDP'yi sistem
içine çekmenin yolunu bulmak, siyasi aktörleri
alanı şiddet karşısında korumaktır.
Erdoğan bir süre önce
örgütün “çözüm sürecinden istifade ederek örgütün bölgeye silah depoladığını” söylüyordu
. Ancak, MHP tezlerinden farkını ortaya koyabilmesi, siyasete güven ifade etmesi için şunu ima etmesi gerekirdi: “Burada sorun çözüm sürecinde değil, örgütün teşhir edilmesi gereken davranışındadır, verilen bir açıktadır, istihbarat açığındadır...”
CHP ve HDP'ye de düşen çok iş var...
HDP'nin silahlı eylemlerle arasına mesafe koyma arayışını mümkün olduğunca derinleştirmesi ve öne çıkması gerekir.
CHP'nin, en azından, tek başına ya da diğer partilerle birlikte,
tüzel kişilik olarak ya da tek tek
milletvekili imzalarıyla ve yazılı bir bildiriyle “Kandil'e, örgüte eylemlere derhal son ver, silahlı mücadeleyi derhal bırak çağrısı” yapması, barış ve siyaset fikrine, şiddet karşıtlığına büyük güç verir.
Bunlar ya da benzer adımlar...
Siyasete
dönüş imkanlarını zorlamak lazım
...
Başka çıkış yok...