Çevik Bir'in Çevik Bir olduğu günlerde, ona atfen bir söz yansımıştı medyaya: "İslâm'ın ılımlısı, aşırısı olmaz. Bunlar, sonuçta aynı denize dökülen ırmaklar gibidir." diyordu sayın General... Yalanlanmadı.
28 Şubat sürecindeki operasyonlar bu mantıkla yapıldı. Mantığa göre, bir takım uç yapılanmalar varsa, bunu doğuran bir zemin de vardı ve Ruşen Çakır'ın ifadesiyle "öncelikle gövdeye vuruldu." Evet böyle oldu. İmam Hatipler, Kur'an Kursları, başörtülüler, dindar bürokratlar ve sermaye... biçildi.
Ve bunun toplumsal sonucu, dindar toplum kesimlerinin devletle ilişkilerinde mesafe oluşması oldu. Eskiden bir kırgınlık vardı, çok partili dönem bunda nisbi bir iyileşme sağlamıştı, 28 Şubat süreci toplumu yeniden kırgınlık atmosferine taşıdı.
Konu zaman zaman MGK'ya taşındı, "irtica ile mücaadele"nin geniş samimi dindar toplum kesimlerini rahatsız etmeyecek ölçüde ve hukukun üstünlüğü çerçevesinde yürütülmesi vurgulandı. Ama değişen çok bir şey olmadı. 28 Şubat serpintileri halen toplumu huzursuz etmeye devam ediyor.
Amerika uluslararası teröre savaş açacak. Ruşen Çakır diyor ki: "Bu global çapta bir 28 Şubat süreci olacak." Sonra açıyor: "Yani tıpkı Türkiye'de olduğu gibi sadece uç noktalar değil, onu beslediğine inanılan gövde de vurulacak." Bu, Amerika'da da bir "Çevik Bir mantığı"nın bulunduğu anlamına geliyor. Uluslararası bir 28 Şubat süreci demek, tüm dünyada Müslümanlar için özgürlük alanlarının daraltılması demek. Siyasette, ekonomide, kültürde, bürokraside...
Ve bu ihtimal, uluslararası planda tedirginlik oluşturuyor. Kaygı sürecin bir "Hristiyan-İslâm çatışması" niteliğine bürünmesi noktasında odaklaşıyor. Amerikan tavrının İslâm dünyasında bir "Haçlı Seferi" gibi algılanması... Belki şu anda bu tedirginlik, İslâm topraklarının sıcak savaşla vurulması alanında odaklaşıyor, ama sürecin sadece sıcak savaşla bitmeyeceği, uzun vadede bir "Mac Carthyst insan avı" nın devreye gireceği tahmin ediliyor. Şu an Amerika'da Arap çocukları, görünüşü İslâm intibaı veren her insan hakarete uğruyor... Bu "zencilere karşı beyaz sendromu"nun global çapta genişlediğini düşünün. İşte global 28 Şubat'ın ilk belirtileri bu olmalı.
Hoş, gerek ABD'li gerek İngiliz liderler bu toptan İslâm karşıtlığına net olarak tavır koydular. Bu, gerçekte ne ABD'nin, ne İngiltere'nin ne de diğer Avrupa devletlerinin göze alacağı bir çılgınlık değil. İngiltere'nin Lozan'da kendisini "En büyük İslâm devleti" diye tanımladığı biliniyor. Yani Müslüman halklarla iyi geçinmek, sömürge politikası olarak bile olsa dikkate alınacak bir gerçekliktir.
Türkiye'de de, liderler seviyesinde tedirginliğin dile getirildiği dikkat çekiyor. Başbakan Ecevit ve Dışişleri Bakanı Cem bu noktada sağduyu çağrısı yaptı. 9. Cumhurbaşkanı Demirel de, CNN Türk'teki programda, uluslararası tepkiyi İslâm'a yöneltmenin büyük tehlikesine işaret etti.
İki liderin Türkiye'de 28 Şubat'la bütünleşmiş iki isim olması manidar. İlginçtir ki, bu sayın liderler de, Türkiye'deki uygulama sebebiyle geniş toplum kesimlerinin tepkilerine muhatap olmuşlardır. Şimdi uluslararası bir 28 Şubat uygulaması karşısında tedirgin olmalarını önemsemek gerekiyor.
Şu açıdan ki, Türkiye, hiçbir biçimde İslâm'la ilgili sorumluluklarından soyutlanamıyor.
Türkiye'nin Batı dünyası ile İslâm arasında çok kritik bir misyonu üstlenecek konumda olması, onun "artık batılılışmaş" "Batıyla entegrasyonu tamamlamış" bir ülke olmasından kaynaklanmıyor. Evet, bu yanı önemli. Bu yanı ona önemli bir köprü niteliği temin ediyor. Ama asıl önemi, İslâm'la hâlâ diri bir bütünleşmişlik içinde bulunmasıyla ilgili. Hem Batı tarafından önemsenmesinde, hem İslâm dünyasında itibar sahibi olmasında, onun İslam'la ilişkisinin yaralanmamış olması tercih edilecektir.
Şöyle düşünülebilir: Batı Türkiye'nin şahsında İslâm dünyasıyla iletişim sağlayabilen, belki ona sözünü dinletebilen bir ülke görmek ister. Bu, Batı böyle görsün görmesin, bir İslâm ülkesi olarak İslâm coğrafyasının çıkarlarını öne alan tutumlarıyla İslâm dünyası nezdinde itibarı olan bir Türkiye demektir.
Buna karşılık İslâm dünyası da, Batı ile iletişim sağlayan, gelişmiş, ama yüreği İslâm coğrafyasında atan "samimi" bir Türkiye arar. Nerede durduğu bilinmeyen bir Türkiye değil meselâ. İslâm'ı ne yapacağını bilmeyen bir Türkiye de değil. İnsanları inanç özgürlüğü yaşayan bir Türkiye'nin İslâm dünyasında da tartışma konusu olacağı açık. Batı ile bir olup sömürge politikalarına eşlik ediyor intibaı veren bir Türkiye'nin de İslâm coğrafyasında, en azından toplumlar nezdinde saygı uyandırması mümkün değil.
Türkiye'nin hassas bir koordinatta bulunduğu açık. Bu, her dönemde Türkiye'yi büyük yapabilecek, aynı zamanda riskli bir noktadır. Bu koordinatın belirleyici unsurunun İslâm'la ilişki olduğu kesin. İslâm'ı mutlak barış iklimi olarak algılayan, kendi halkıyla, İslâm dünyasıyla ve tüm dünya ile barışık bir Türkiye, yeni zamanlarda çok büyük hizmetler verebilir. Bunun için Türkiye'nin acil görevinin "yerli 28 Şubat'ı sorgulamak" olduğunu düşünmek şaşırtıcı görülmemeli.