"Amerika gerçekte ne yapmak istiyor?" sorusunu sormak, Amerika'nın "süper belirleyiciliği"ni kutsayan ve U.S.A. patentli projelerin yanında yer almayı iman haline getirenler için çok anlamlı olmayabilir. Ama insan sorgular, özgür ülkeler de sorgular. Kimse canını sokakta bulmadı, ülkeler de millî hakimiyetlerini sokakta bulmadılar.
"Amerika gerçekte ne istiyor?" sorusu üzerinde düşünmeliyiz. İki ihtimal üzerinde yoğunlaşmak mümkün:
1. Birincisi, ABD'nin bütün hesabının, uluslararası terörle mücadele ile sınırlı olduğu görüşüdür. Kalbine terörist bir saldırı gerçekleşmiştir ve onuru yaralanan her ülke gibi, hatta süper güç olmanın etkisiyle daha büyük bir öfkeyle cevap verme ihtiyacı hissedecektir. Gene süper bir güç olarak, terörizmin uluslararası ölçekte cevaplanmasını gündeme alabilir. Terörizme karşı mücadelede başka ülkelerle ortak hareket etmek istemesi de gayet tabiidir. Ama acaba niyet salt bu mudur? Ve diyelim terörist diye ilân edilen kişi ve gruplar ele geçirildiğinde dâvâ bitecek midir?
ABD'nin Üsame bin Ladin ve onunla bağlantılı olarak Afganistan üzerinde odaklaşması bu niyeti ile ilgili kuşkular doğuruyor. Bir kere şöyle bir soru var: Amerika gerçekte, 11 Eylül saldırısının arkasında Üsame bin Ladin'in bulunduğuna mı inanmaktadır? Buna dair, en azından kendisini ikna edecek delillere ulaşmış mıdır? Bu noktada, bütün dünyada kuşkular olduğu kesin. Ve Amerika da henüz bu kuşkuları giderici net bilgiler ortaya koymuş değil. Hatta, bu olayın arkasında Üsame'nin bulunmadığına dair görüşler daha kuvvetli. O zaman konumunuz, suçu sabit görülmemiş bir kişiye karşı maraza çıkarmaya çalışan bir kabadayıya dönüşüyor. Ya da eski bir hesaptan yola çıkarak, yeni hesaplar görme amacı gündeme geliyor. Üsame bahaneye dönüşüyor. Ve ister istemez akıllara "neyin bahanesi?" sorusu geliyor. Eğer hâlâ "Ya Üsame değilse?" sorusu önemini koruyorsa, Amerika'nın geliştirmeye çalıştığı operasyon üzerindeki kuşkular giderilemeyecektir.
2. İkincisi ise, Amerika'nın bu olayı vesile ederek, global bir yeniden yapılanmanın adımlarını atmasıdır. Körfez Savaşı ile gündeme giren "Yeni Dünya Düzeni"nin gene Amerikan çıkarları merkezde olmak üzere "Yeni Yeni Dünya Düzeni" projesine göre dizayn edilmesidir. Ülkemizde birilerimiz "Aman treni kaçırmayalım, yeni bir Yalta'ya doğru gidiyor dünya. Asya'da kartlar yeniden karılıyor. Bu, yüzyılın planlamasıdır. Amerikan yandaşlığını ıskalamayalım" yollu uyarılarda bulunuyorlar. Bu uyarıların arkasında da aslında "Üsame gerilimi"nin terörle bağlantılı, en azından terörle sınırlı bir gerilim olmadığı gerçeği var. Özetle Amerika, terörden yola çıkarak Asya stratejisini hayata geçirmeye çalışıyor. Büyük satranç oyununda bir hamle bu. Amerika, massedici bir nüfusa sahip, ekonomik bakımdan kendini toparlamış, BM Güvenlik Konseyi üyesi süper güç adayı bir Çin, Sovyet bozgunundan sonra Asya ile ilişkilerini yeniden tanzim etmiş bir Rusya, bir ekonomi devi Japonya, Hindistan, Pakistan, İran, Türkiye-Türk Cumhuriyetleri gibi yerel güçler denkleminin içinde, Avrupa'nın yoğun ilgisine mazhar, enerji yatakları başta olmak üzere yoğun hammadde kaynaklarına sahip bir coğrafyada, nükleer güç arenasında okyanus ötesinden süper güç borusunu nasıl öttürebileceğini hesaplıyor. Balkanlar'da varoldu, Kafkaslar'ı Rusya ile paylaştı, şimdi Asya'da ne yapacak? Deniyor ki, "Hesap global düzenleme hesabı? Üsame bahane?" Ve ekleniyor: "Hesap bunun hesabı ise, duruşumuzu ona göre belirleyelim."
Acaba bu iki ihtimalden hangisi Amerika'nın gerçek isteğini ortaya koyuyor? Bunu belirlemek lâzım, çünkü Amerikan operasyonuna karşı sağlıklı tavır belirlemek buna bağlı.
"Terörle mücadele" konusu, etrafında geniş mutabakat sağlanabilecek bir konsept. Ona karşı çıkmak neredeyse mümkün değil. Dikkat edilirse "salt terörle mücadele" konusunda şu an hedefte bulunan Taliban bile ittifaktan yana.
Oysa aynı mutabakatı, "Amerikan çıkarları etrafında global bir yapılanma" için sağlamanız mümkün değil. Orada da Amerika müttefikler bulabilir hiç kuşkusuz. Ama orada her ülkenin ayrı bir millî hesabı olur ve bu ülke ondan dolayı kınanamaz. Türkiye açısından bakarsak, olayın bu boyutu da reel planda değerlendirilip ona göre tavır geliştirilebilir.
Burada dikkat çekmek istediğimiz konu şu: Amerika "terörle mücadele" gibi gerçekten insanî bir konuyu, kendi global çıkarları konusunda istismara mı yöneliyor? Eğer böyleyse, insanların aklına, "Üsame ve Taliban'la ilgili bunca psikolojik savaş malzemesi, sadece dünyanın aklını çelmeye yönelik atraksiyonlardan mı ibarettir?" sorusu gelmez mi? Burada hem kendi halkına, hem de dünya halklarına yönelik çirkin bir aldatma olduğu ortaya çıkmaz mı? Bir ahlâkî sorun karşısında hissetmez miyiz kendimizi? Ve bu, terörle gerçek mücadeleyi akamete uğratmaz mı?
Dolduruşa gelmemek ve olayları süzerek takip etmek, en çok bugün için gerekli.