Sultan II. Mahmud'un karıştırdığı kelime neydi?
Sultan III. Selim, II. Mahmud ve II. Abdülhamid'e dair ilgi çekici üç anektod...
Eski İstanbul'un sesini, kitaplarını okurken satırlarından duyduğumuz biri var: Abdülhak Şinasi Hisar.
Ayaspaşa'da Boğaz'ı gören bir evde yaşayan Hisar'ın kaleminden çıkan, “Boğaziçi Mehtapları” ve “Boğaziçi Yalıları” başta olmak üzere, bize İmparatorluğun son yüzyılının bir panoromasını sunan eserler yâdigar kaldı.
Bu kitapların içinde belki de en az bilineni “Geçmiş Zaman Fıkraları”. “Şifahî bir tarih antolojisi” olarak tavsif edilen kitapta, Sultan III. Selim'den Meşrutiyet devrine, pek çok ilginç kişi ve olaya dair pek çok enteresan anekdotlar yer alıyor.
Şöyle diyor Hisar, eserinin başında:
“Bütün bu küçük fıkraları, zaman dediğimiz varlığın ayrı ayrı saatleri, dakikaları, saniyeleri içinde işitirken bir çeşme suyunun akan sesleriyle hayatın manalarını, ahenklerini, tatlarını, parça parça duyarız.”
Ben de III. Selim, II. Mahmud ve II. Abdülhamid'e dair ilgi çekici olduğunu düşündüğüm üç anektodu sizlerle paylaşıyorum:
1.Sultan III. Selim tahta çıkıyor
Saray, her hususta ananeleri birleştiren bir müesseseydi. Sultan I. Abdülhamit bir sabaha karşı ölmüştü. Bütün saray halkı için bir padişahın ölümü dünyayı oynatan bir hadise oluyordu.
Darüssaade Ağası, İdris Ağa, sabahleyin harem-i hümayûna gelip Veliaht Şehzade Selim'in odasına girmiş, yer öpüp padişahın ölümünü haber vermiş, ve tahtın kendisine ait olduğunu söyleyerek, “Amcanızın naaşını ziyaret kılın da, badehu Hırka-i Şerif odasına teşrif buyurunuz” demiş. Abdülhamit'in yattığı odadaki örtüyü kaldırarak naaşını gösterince Sultan Selim haşyet ve dehşet duyarak geri dönmek istemiş. İdris Ağa birkaç söz söylemek hakkını yahut vazifesini duymuş, “Sizden evvel, amcanız büyük bir padişahtı. Akıbet felek ona da ölüm şerbetini içirdi. Efendimiz ibret ve basiret gözleriyle görünüz ki bu âlem fani ve ancak Huda bakidir. Gece gündüz ondan korkarak ibadullaha merhametle hareket ediniz ki, saye-i adaletinizde bütün âlem hoşhal olsun! Buyurun, kullarınız kudûmunuza muntazırdırlar!” Saray adamlarıyla Hırka-i Şerif odasına giriyorlar. Saray ananesiyle, başkalarından önce sadrazam ve şeyhülislam, sonra da birer birer diğerleri biat ediyorlar.
2.Sultan II. Mahmud'un karıştırdığı kelime
Sultan Mahmut kelimeleri doğru telaffuz ettiği halde, her nedense, “telaş” yerine “talaş” der ve bu da etrafındakilerin dikkatini çekermiş. Bir gün Musahip Sait Efendi, “Dün bendehanede bulunan talaşlar tutuşuverdi. Biz de hayli telaş ettik” diye bu kelimeleri tekrar edince, Sultan Mahmut onun maksadını anlamış ve “Peki, artık anladım. Ne telaş et, ne de talaştan bahset!” demiş.
3.Sultan Abdülhamid'in halası
Adile Sultan, Sultan Mahmut'un kızı, ailenin en yaşlı azası ve Sultan Hamit'in halası idi. Zamanla ihtiyarlamış ve çok şöhret kazanmıştı. Senenin dört mevsiminde ayrı bir sarayda otururdu:
Baharda, Silahtarağa Köşkü yahut Çırağan Köşkü denilen sarayında; yazın Kandilli tepesindeki sarayında; sonbaharda, üzüm vaktinde Koşuyolu'ndaki köşkünde; kışın da Fındıklı'da, lodosa nazır sarayında kalırdı.
Ona daima hürmet gösterilirdi. Bir gün, istediği bir şeyi Sultan Hamit yaptırmak istemiyormuş. Nihayet ona, “Benim istediğimi ne diye yaptırtmak istemiyorsun?” demiş. “Ben, senin babandan daha yaşlıyım. Eğer kadın olmayıp erkek olsaydım, senin babandan daha evvel padişah olacak ve şimdi de hâlâ padişah bulunacaktım!”
#İkinci Abdülhamid
#II. Mahmud