Alparslan hükümdarlığı süresince devletin batı yönüne daha çok önem vermiş, batıda fetih, doğuda ise genellikle asayişi temin amacıyla harekâtta bulunmuştur.
Göçmen olan Türkmenler Selçuklu Devleti bünyesine girmekte ve onlar için barınacak bir yere ihtiyaç vardı. Burası ise bozkırları ve hayvan yetiştirmeye elverişli olan bölgeleriyle Anadolu'ydu.
Alparslan, çocukları arasında en fazla sevdiği Melikşah ile Horasan'dan getirdiği eski veziri Nizamülmülk de beraberinde olarak Rey' den Azerbaycan'a hareket etti. Bizanslılar'ın elinde bulunan, bölgenin en müstahkem şehri Ani'yi kuşattı. Bir aydan fazla devam eden muhasara ve çok şiddetli çarpışmalar sonunda şehir Selçukluar'ın eline geçti (16 Ağustos 1064). Zaptı imkânsız sanılan Ani'nin Müslümanlar tarafından fethedilmesi Doğu'da ve Batı'da büyük yankılar uyandırmış, Halife Kaim-Biemrillah özel elçisiyle gönderdiği mektubunda takdir ve tebriklerini bildirerek Alparslan'a
lakabını vermiştir.
Bir yandan Türkler'in Anadolu'daki ilerlemeleri devam ediyordu. Anadolu'da ilerleyen bu Türkler, Tuğrul Bey zamanından beri Anadolu'ya yöneltilen Türkmen aşiretleri ile Tuğrul Bey'in ölümü üzerine meydana gelen taht kavgaları ve isyanlar sırasında taraftarlarıyla birlikte Alparslan'dan kaçan bazı kumandan ve şehzadelerdi. Birbirinden müstakil hareket eden bu kuvvetler pek çok önemli şehri ele geçirmişler ve Bizans imparatorluğu için açık bir tehlike oluşturmaya başlamışlardı. Anadolu'nun süratle ellerinden gitmekte olduğunu gören Bizanslılar, 1068 yılında dul imparatoriçe ile evlenmek suretiyle tahta geçen Romanos Diogenes'e kurtarıcı gözüyle bakıyorlardı.
Diogenes, Türk meselesini kökünden halletmek üzere, ordunun başında, yalnız Anadolu'yu akınlardan temizlemek değil, İran içlerine yürüyerek Selçuklu başkentini de zapt etmek kararı ile 13 Mart 1071 günü dördüncü seferine çıktı.
Anadolu'da olaylar, kaçınılmaz bir Romanos Diogenes-Alparslan karşılaşmasına doğru tırmanırken Alparslan Suriye ile meşguldü ve Mısır'daki Şii Fatımı iktidarını yıkmayı hedef edinmişti. Çünkü Tuğrul Bey zamanından beri Selçuklular'ın kurmaya çalıştığı İslam dünyasındaki dini-siyasi birlik, Fatımilier'in aksi yöndeki çabaları sebebiyle istenen düzeyde gerçekleşemiyordu ve hala İslam dünyası iki başlı bir görünüm arz ediyor, hutbeler bölgelere göre Sünni Abbasi halifesi veya Şii Fatımı halifesi adına okunuyordu. Selçuklular, yıllarca Abbasi halifelerini baskı altında tutan Şii Büveyhilier'in tahakkümüne son vermişler ve esir alınarak zindana atılan Halife Kaim- Biemrillah'ı kurtarıp tekrar makamına oturtmuşlardı. 1070 yılında Alparslan, Haremeyn-i şerifeyn'de (Mekke, Medine) tekrar Halife Kaim- Biemrillah adına hutbe okunmasını sağlamış ve bu sebeple de
"Burhanü Emiri'l-mü'minin
" (halifenin delili, halifenin halife olduğunu ispat eden) unvanını almıştı.