Kelime anlamı olarak “haram kılınan, yasaklanan; kutsal olan, saygı duyulan” anlamlarına gelen Muharrem, Hicri yılın ilk ayı, savaşmanın haram kabul edildiği dört aydan da biri. Hz. Peygamber (sav) tarafından Allah’ın ayı diye nitelendirilmesi ise Muharrem ayının faziletine, ilahî feyz ve bereketinin bolluğuna işarettir.
Muharrem ayının bağlı bulunduğu Hicri takvim, Hz. Peygamber (sav) ve çevresindeki Müslümanların 622’de Mekke’den Medine’ye göç etmelerini başlangıç noktası olarak kabul eder. Hicri takvimin ve Muharrem ayının doğuşu ise şöyle olur: Hicetin 17. yılında Hz. Ömer’in iktidarı döneminde, dört halifenin sonuncusu olan Hz. Ali’nin, “Hicret edilen yılın Hicrî takvimin ilk yılı, Muharrem ayının ise Hicri takvimin ilk ayı olması” önerisiyle alınan karar sayesinde Hicri takvim kullanılmaya başlanır.
Arap hükümdarları yeni yılın ilk gününe saygı gösterir ve tebrikleri kabul etmek üzere törenler düzenlerlerdi. Osmanlılar döneminde de Muharrem ayında devlet erkânı padişahın huzuruna çıkarak yeni yılı tebrik eder ve padişahtan “muharremiyye” denilen hediyeleri alırlar, kendileri de maiyetlerindeki kişilere muharremiyye verirlerdi. Ayrıca şairler tarafından yeni yıla ait manzumeler yazılırdı. Muharrem ayında bilhassa tekke ve camilerde okunan Kerbelâ Vak‘ası’na dair ilâhiler “muharremiyye” olarak adlandırılmıştır.
Muharrem ayının en önemli günlerinden biri muhakkak onuncu gününe denk gelen ve ‘Aşure Günü’ günü olarak adlandırılan gündür. Hadis kitaplarında, bu güne bu ismin verilmesinin hikmeti olarak, o günde Allah’ın on peygamberine on farklı ikram ihsan etmesi şeklinde anlatılır. Hadislerde yer alan şekliyle bu ikramlar şunlardı:
Âşure Günü’nde akla gelen ilk ibadet ise oruç. Nitekim Hz. Peygamber Medine’ye gelince, Yahudilerin Aşure Günü’nde oruç tuttuklarını görmüş ve “Bu gün niçin oruç tutuyorsunuz?” diye sormuştu. “Bu, hayırlı bir gündür. Allah, o günde Benî İsrâil’i düşmanlarından kurtardı. (Şükür olarak) Hz. Musa o gün oruç tuttu.” dediklerinde Resûlullah da “Ben Musa’ya sizden daha layığım (yakınım).” buyurup o gün oruç tuttu ve Müslümanlara da tutmalarını tavsiye etti. Hz. Peygamber’in Yahudilere muhalefet için ise ertesi sene Aşure orucunu Muharrem’in dokuzuncu günü de tutacağını söylemesi; bu orucun Muharrem ayının dokuzuncu ve onuncu veya onuncu ve on birinci günlerinde tutulmasının daha doğru olacağına işaret eder.
Aşure Günü oruç tutmanın faziletine ilişkin sahih hadisler bulunmasına karşılık, o günde hububat karşımı bir aş olan aşureyi pişirmek, sadaka vermek, mescitleri ziyaret etmek ve kurban kesmek gibi fiiller hakkında sahih habere rastlanmaz. Bununla birlikte aşure tatlısı, Müslüman Türklerin dinî halk geleneğinde önemli bir yer tutar. Muharrem’in onuncu günü yapımı başlayan aşure, daha sonraki günlerde de özel merasimle pişirilip dağıtılmış ve sosyal dayanışmaya önemli katkılarda bulunmuştur. Çok eskiden beri devam eden aşure aşı, Osmanlılar döneminde sarayda da pişirilmiş, "aşure testisi" adı verilen özel kaplarla da saray dairelerine ve halka birkaç gün süreyle dağıtılmıştır.
Aşure Günü aynı zamanda hatırladıkça yüreklerimizi dağlayan büyük bir hüznün, Kerbelâ hadisesinin yaşandığı gündür. Peygamberimiz’in “Benim dünyadaki çiçeğim, reyhanım” buyurduğu ve “Cennet gençlerinin efendisi” olarak nitelediği sevgili torunu Hz. Hüseyin ve çoğu Ehl-i Beyt’ten olan 70’i aşkın Müslüman, bir Aşure Günü şimdi Irak sınırları içinde yer alan Kerbela’da katledilerek şehadet şerbetini içtiler. Hz. Hüseyin ve beraberindekiler, haksızlığa ve zulme karşı onurlu direnişleriyle, doğruluk adına samimi yürüyüşleriyle, bütün müminlerin gönüllerinde taht kurdular. Onlara bu zulmü reva görenler ise Müslümanların ortak vicdanında mahkûm edildi.