Yurtsuzların yurdu: okumak ve yazmak

Merve Akbaş
04:0016/07/2024, Salı
G: 16/07/2024, Salı
Yeni Şafak
Fotoğraf: Arşiv
Fotoğraf: Arşiv

Can Yayınları etiketiyle okurla buluşan Agota Kristof’un Okumaz Yazmaz’ı okumaktan, yazmaktan ve hayattan ümidi kesmeyenler için kısa bir eşlikçi vazifesi görüyor. Yurdunu kaybetmişlere ise gerçek yurtlarını hatırlatıyor.

Agota Kristof’un Okumaz- Yazmaz’ı okuduğumdan beri aklımdan çıkmayan bir kitap. Kitabı okurken aklımda dalgalanan cümleler Adorno’ya ait: “Ev geçmişte kalmıştır. Artık bir yurdu kalmamış kişi için yaşanacak bir yer olur yazı.” Kısacık bu kitabın aklımdan çıkmamasının belli başlı nedenleri var. Anlatmaya çalışayım…

Kristof’un kitabı geçtiğimiz aylarda okurla buluşunca ben de ilk fırsatta edindim. Okumaya başlayıp, bitirmem herhâlde bir saati aşmadı. Zaten kırk sayfalık kitabın metinden oluşan otuz sayfası var. Ancak anlattıklarındaki derinlik, etkisinden çıkmanızı engelliyor. Hatta bir süre sonra yeniden yeniden okumanız gerekiyor.

Macar yazar Kristof, Okumaz-Yazmaz’da doğduğu günden kitaplar yazmaya başladığı zamanlara kadar geçen sürede okumak ve yazmakla olan ilişkisini anlatıyor. Elbette yaşam öyküsüyle harmanlayarak… Kristof, 1950’li yıllarda Stalin rejiminin hakimiyeti nedeniyle memleketi Macaristan’dan İsviçre’ye, kocası ve dört aylık kızıyla kaçıyor. Burada, ülkenin Fransızca konuşulan bölgesinde bir yaşam kurmaya çalışıyor. Henüz dört yaşındayken öğrendiği okuma-yazmayı da burada yeniden öğrenmek zorunda kalıyor. Bilmediği bir dili öğrenmenin yanı sıra, bu dilde edebi metinler geliştirmeye başlıyor. Elbette süreç hiç de kolay olmuyor.


KISA CÜMLELER, NET İFADELER

Yazar, sonradan öğrendiği Fransızcasını yıllar içinde ilerletiyor. İlk başta sadece konuşuyor, ardından yazmaya ve okuma başlıyor. Yıllarca başucunda Fransızca sözlükler duruyor. Yeri geliyor, çocuklarıyla bile doğru düzgün biçimde iletişim kuramadığını, evlatlarının “ana dilinin” olmadığını, kendisinin ise dilini unuttuğunu fark ediyor. Fransızca aslında tam da bu nedenle, ona Stalin rejimi tarafından zorla öğretilmeye çalışılan Rusça kadar düşman bir dil oluyor. Yine de bu dilde konuşmak ve üretmekten vazgeçmiyor. Çünkü “ev geçmişte”, o bugünle ilgileniyor. Eğer onun dilini, anlatım biçmini anlamlandırmak istersek de şöyle söyleyebiliriz: Sonradan öğrendiği bu dile – belki de istediği kadar- hâkim olamadığı için kısa cümlelerle, net ifadelerle yazıyor. Bana kalırsa Okumaz -Yazmaz’ın alametifarikası da bu: Kısa, net ama derinlikli cümleler. Kim bilir, belki de Kristof, yazdığı her şeyi tek seferde anlatabilmek, riske girmemek istiyordu.

Kristof, zamandan zamana geçerken rolden role de giriyor. Kimi zaman çocuk kimi zaman genç kimi zaman anne kimi zaman bir entelektüel. Hiçbir kimliği diğerinden üstün değil. Her birine diğerleri kadar bağlı ve hepsiyle barışık. Bu zor bir hayatın hediyesi olabilir mi? Aslında bu kitap başına türlü aksilikler gelmiş, türlü bahanesi olan ama hiçbirini kullanmayan, okumaktan ve yazmaktan asla vazgeçmeyen, kendini en nihayetinde kaderini kabullenmiş birinin hikâyesini anlatıyor. Galiba bize de bunu öğütlüyor.

Hatırlıyor musunuz, Zorba ne diyordu? “Çok güzel bir yeşil taş buldum. Hemen çık gel.” Bu heyecanla söylüyorum: Bu kitabı ilk fırsatta okuyun.


#okuma
#yazmak
#Agota Kristof