Bu coğrafyada yaşamanın en ağır bedeli belki de gözlerimizin önünde süregiden savaşlar, çatışmalar, katliamlar, soykırımlar ve göçlere şahitlik etmek. “Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar/ ben yaşarken koptu tufan” diyor ya İsmet Özel. Buna rağmen başını havaya kaldırıp ıslık çalarak hayatına devam eden ne çok insan var. Yanı başındaki çaresizlikleri, yersiz yurtsuz kalışları, insanca yaşamak için çırpınışları görmezden gelen…
Yıldız Ramazanoğlu yazar ve aktivist kimliğiyle öteden beri kan donduran bu savaş ve çatışmalar, yerinden edilmeler ile mültecileri kendine dert edinen, bu konularda yapılan çalışmalara katkıda bulunan, onların hikâyelerine sahip çıkan isimlerden.
İz Yayınları’ndan okurla buluşan yeni kitabı Kayıtlar’da da son 20 yıldır kalbimizi kor gibi yakan olayları bir araya getirmiş. Filistinliler ve Suriyeliler alt başlığını taşıyan kitap Filistin bahsinde işgalin kökenleri ve 75 yıllık geçmişine de değiniyor.
Kitabı yazma niyetini şu cümlelerle özetliyor: “Türkiye en fazla mülteci barındıran ülke sıralamasında bir numaraya oturdu. İnşaallah çoğunluk yurtlarına dönebilir. Fakat koşulların iyileşmesi ile bazı misafirlerimiz gitseler de büyük bir nüfus burada kalacak gibi görünüyor. Bu uyum ve entegrasyon sürecini insani değerlerimizi kaybetmeden bir kazanca dönüştürmemiz gerekir. Bunun yolu birbirimizi dinlemekten, ötekinin hakikatine, hikâyesine eğilmekten geçiyor. Bu kitaptaki kayıtlar birbirimizi tanımaya, anlamaya ve dinlemeye yönelik. Emperyalist güçlere karşı bütün bölgede barışa, insaniyete, birlikte varoluşa bir nebze de olsa katkı vermek için. Nefrete, ön yargıya, dışarıdan zihnimize kaydedilmiş bagajlara karşı.”
Bir hafıza tazeleme kitabı Kayıtlar. Mültecilere nereden ve nasıl bakmamız gerektiğini ensar ve muhacir tanımlarını, bu bakıştan neden vazgeçilmemesi gerektiğini hatırlatarak başlıyor söze Ramazanoğlu. “İnsan fani, ölümlü bu dünyada, sandığımız kadar yerleşik değil. Ahiret yurdunun bakiliğine kıyasla dünyada her insan misafir ve mülteci.” diyerek de kendi hakikatiyle yüzleştiriyor okuru.
Orta doğu coğrafyasında akan kanın durması, barış ikliminin oluşması için tevhid bilincinin önemine dikkat çekiyor: “Medeniyetler Çatışması kitabıyla epeyce gündem olan Amerikalı siyaset bilimci Huntington’ın Müslüman Savaşlarının Çağı makalesi o kadar fazla konuşulmadı ama neredeyse bütünüyle hayata geçti. İslam dünyasındaki etnik, mezhepsel ve kültürel farklılıkların diyalog içinde olması, gelişmelerin arkasından sürüklenmemek için çatışmayı önleyici çabaların başlatılması gerekiyordu. Farklılıkların tevhid bilinci ve uzlaşma kültürü içinde barışa, iş birliğine tahvil edilmesi bizi selamete götürecek yegâne yol.”
Mültecilerden rahatsız duyanlara Türkiye’nin son yüzyılında aldığı göçleri hatırlatan Ramazanoğlu, “Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. Dünya Savaşı’nda tespih tanesi gibi dağılışını takiben, kendini zulüm altında yalnız ve kimsesiz hisseden nice kardeşlerimiz payitahtın etrafında kurulu son kale olan Türkiye’ye iltica etmek durumunda kaldı. Başta Bulgaristan olmak üzere Balkan, Kırım, Girit, Kafkas, Özbek, Kırgız saymakla bitmez. /…/
Ege, Akdeniz, Marmara başta olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanı geniş Osmanlı topraklarından türlü çeşit sebeplerle göçüp gelen göçmenlerle dolu. Bu topraklarda şefkat ve iyilik görmeyi insanların kendine hak görmesi ne kadar normal, çünkü İstanbul herkesin payitahtı, anayurdu. Gelenlerle güçlendik, genişledik, dar bir ulus tanımına hapsolmak yerine mütekâmil bir millet olduk. Fakat iş Suriyeli mültecilere gelince en çok tepkinin son elli senede gelenlerden zuhur etmesi dikkat çekici. Hep anlattılar Girit’te, Makedonya’da, Bosna’da ve nice şehirlerde bir zamanlar yaşadıkları asude hayatları, sonra ata yadigârı topraklarını, kıymetli mülklerini nasıl terk etmek zorunda kaldıklarını. Peki mültecilerin Şam, Halep, Deraa, Hama, Humus, Busra gibi şehirlerde nasıl bir güzelliği, derinliği, tarihi, yaşantıyı geride bıraktıklarını, içlerinin nasıl kan ağladığını biliyor muyuz?” sözleri ile mültecileri ötekileştirmek yerine kader ortaklığımızı hatırlayıp birbirimizi anlamaya çağırıyor.
Ramazanoğlu, Suriyeli mülteciler konusunda neler yapılması gerektiğine dair de önemli tespit ve değerlendirmelerde bulunuyor.
Kitapta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın One Minute çıkışından, Vicdan Konvoyu’na, Aylan bebekten bombardımandan kurtarılıp konulduğu turuncu ambulans koltuğundaki görüntüsüyle hafızalara kazınan Halepli Ümran Dikniş’e, Mavi Marmara’ya, Doğu Kudüs’teki evini işgalcilere bırakmamak için evinin karşısında bir çadır kurup nöbet tutan ve Kudüs’ün bekçisi olarak tanınan Filistinli Fevziye Sudki Cabir hanıma kadar pek çok tarihi olay, görüntü ve kişiyi kayıt altına alan Ramazanoğlu, bazen bir sergi, bir kitap, konferans ya da sinema filmleri ile mültecilik ve Filistin meselesini gündemde tutan sanatçıları da okurların dikkatine sunuyor.
Faşizmin beşiği Avrupa’nın ikiyüzlülüğüne bir kez daha yüksek sesle dikkat çekmesi Avrupa’nın vicdan sahibi iyi insanlarının çabasını yok saymasına neden olmuyor.
İngiliz Parlamenter George Galloway ve arkadaşlarının öncülüğünde başlatılan Filistin’e Yol Açık hareketiyle 6 Aralık 2010’da Londra’dan yola çıkıp Avrupa’daki her durakta çoğalarak on günde İstanbul’a ulaşan insanlardan da söz ediyor Ramazanoğlu, Ortadoğu’daki ateşi harlayan ülkelerinin politikalarına inat Batılı şehirlerde vicdanın sesi olanlardan da.
Ağustos 2014’te İsrail’in Gazze’ye saldırılarını anlatıyor sanki 10 sene sonra yaşanacakların provası gibi. Ocak 2006’da Hamas’ın Filistin’deki seçimleri kazanması o günlerde işgalciler için saldırı ve katliam gerekçesiydi. Tarihler değişse de Filistinlilerin maruz kaldığı zulüm de dünya ülkelerinin sessizliği de aynı şekilde devam ediyor.