Bugün kütüphane olarak kapılarını açan Rami Kışlası’nın 200 yıllık tarihini belgeler eşliğinde Prof. Dr. Yüksel Çelik kaleme aldı. Vakıfbank Yayınları arasında çıkan Rami Kışlası kitabı etrafında Çelik’le kışlanın hikayesini konuştuk.
Bölgedeki arazi, Osmanlı Devleti’nde sadaret makamına kadar yükselmiş önemli bir devlet adamı olan Râmî Mehmed Paşa’nın (1655-1708) çiftliğiydi, adını da O’ndan almıştır. Çiftlik arazisi çevresinde askeri yapılaşmanın ilk adımları II. Mustafa devrine (hd.1695-1703) kadar götürülebilir. Modern Asakir-i Mansure-i Muhammediyye Ordusu için inşa edilen bu kompleks, 1828-1971 yılları arasında 143 yıl kışla ve diğer askeri amaçlarla kullanılmıştır. Bunun yanında modernleşme sürecinin önemli adımları olarak devlet memurlarına fes dahil yeni kılık-kıyafet, askerlere ise üniforma giydirilmesi, tanıtım amacıyla halka Mızıka-i hümayun (askeri bando) dinletilmesi ve 1836 gibi daha geç bir tarihte padişahın portresinin (Tasvîr-i Hümâyun) resmi dairelere asılması uygulamasına ev sahipliğinde ilk sırada yer almış olması kışlayı benzerlerinden ayıran özellikleridir. Bu tür yeni uygulamalardan Tasvîr-i Hümâyun’un devlet dairelerine asılması hariç, tamamı onun kışlada 617 günlük ikameti esnasında aşamalı olarak yürürlüğe konulmuştur. Belirtilen hususlar nedeniyle Râmî Kışlası II. Mahmud devrinde ivme kazanan modernleşme sürecinin vitrini olmuş ve oldukça önemli bir misyon üstlenmiştir denilebilir. Sonuç olarak II. Mahmud devrinde kışla üzerinden merkeziyetçi devletin inşası, muktedir hükümdar imajı ve teşebbüs edilen askeri-sivil reformların genelde başarılı olduğunu söylemek mümkündür.
Dönem belgelerindeki şekliyle söylersek Rami Çiftliği Kışlak-ı Hümayunu’nu diğer askeri yapılardan/kışlalardan farklı kılan en önemli husus, Mayıs 1828’de başlayan Osmanlı-Rus Savaşı nedeniyle sefere çıkacağını ilan eden ancak cepheye gitmeyen II. Mahmud tarafından 15 Eylül 1828-25 Mayıs 1830 tarihleri arasında 617 gün süreyle karargâh olarak kullanılmış olmasıdır. Bunun başlıca nedeni Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla sonuçlanan payitahttaki iç çatışma sonrasında ortaya çıkan ihtilal havası ve politik istikrarsızlıktı. Bunun yanında karşı darbe ihtimali ve önceki dönemlerde yaşandığı üzere Saray’ın basılıp ıslahatçı devlet adamları ve hatta bizatihi padişahın katledilmesi muhtemeldi. Bu nedenle II. Mahmud, Suriçi’nde Topkapı Sarayı’nda riskli bir bekleyiş yerine surdışında yeni inşa edilmiş bir kışlada Mansure Ordusu’nun başında muktedir bir hükümdar olmayı tercih etmiş, Yeniçeri bakiyesi ya da gayretkeşliği güden çevrelere karşı kendisini güvenceye almıştır. Saray’dan kışlaya geçerken yanına Enderun mensuplarından oluşturduğu süvari birliğini de alması söz konusu güvenlik endişesinin ciddiyetini göstermektedir. Sultan Mahmud belirttiğimiz sebeplerden ötürü yaklaşık iki yıl devletin sivil-askeri ve bürokratik tüm işlerini Rami Kışlası’ndan idare etmiş, bir anlamda kışla askeri misyonu yanında devletin yeni idari üssü konumuna gelmiştir.
Râmi Kışlası Camii II. Mahmud Vakfı hayratındandır. Başlangıçta kışla inşaatının aciliyeti ve maliyetin düşürülmesi için cami düz çatılı yani kubbesiz ve minaresiz inşa edilmişti. 1835’te kışla camiine önce ahşap bir kubbe eklenip kurşun levhalarla kaplanmış, bir yıl içinde de yeni taş bir minare eklenmiştir. Zaman içinde müteaddit defalar tamirat görmüş ve yenilenmiştir. Kışla camiinin geçmişinde en zor dönemler İşgal İstanbul’unda yaşanmıştır. Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918)’nin ardından 13 Kasım 1918’de fiilen İstanbul’u işgale başlayan İtilaf Devletleri 16 Mart 1920’de bunu resmîleştirmişlerdi. İtilaf kuvvetleri, İstanbul’u belli bölgelere ayırarak stratejik mevkilere konuşlandılar. Bu paylaşımda Fransızların hissesine Râmi ve Davudpaşa kışlaları ile Maltepe Asker Hastahanesi ve daha küçük ölçekteki birçok askerî yapı düşmüştü. Vakit kaybetmeden Râmi Kışlası’nı zapt eden Fransızlar, kışlaya II. Fırka 27. Alay olarak anılan Cezayir’den getirdikleri birlikleri yerleştirmişlerdi. Fransızların kışlaya verdikleri en büyük zarar, cephanelik olarak kullandıkları kışla camii ile yakınındaki hamamı 28 Haziran 1919 akşamı bir yangın sonucunda kül etmeleri olmuştur. II. Fırka 27. Alay’a mensup Fransız subayların ifadesine/iddiasına göre cami içine atılan bir izmaritten cephanelik ateş almış ve söndürülemeyerek bir saat içinde hamam kısmen, cami ise tamamen kül olmuştu. Kışla camii cephanelik olarak kullanıldığından, söz konusu yangın patlamalar eşliğinde gerçekleşmiş, dolayısıyla cami büyük hasar görmüştür. Kışla camiinin en azından minaresinin ayakta kaldığını daha geç tarihli arşiv belgelerinden öğrenmekteyiz.
Yine Osmanlı arşiv belgelerinden öğrendiğimiz kadarıyla kışla camiinin geçmişindeki en hazin hikâye, Fransızların minaresine haç asmaları ve yaklaşık beş yıl asılı kalmış olmasıdır. Yoğun müzakereler sonucunda imzalanan Lozan Barış Antlaşması (24 Temmuz 1923) ve antlaşma hükümlerinin TBMM tarafından onaylanmasından sonra, işgal kuvvetleri protokol gereği altı hafta içerisinde tahliye işlemlerini tamamlamak zorundaydı. İngilizler tahliye konusunu ciddiye alırken Fransızlar ağırdan almaktaydı. Eylül 1923’ten itibaren hareketlenen bu süreçte Fransız işgali altında bulunan Râmi Kışlası’ndaki tahliye işlemleri 10 Eylül itibarıyla henüz tamamlanmış değildi. Tahliye işlemleri tamamlandıktan sonra da Râmi Kışlası hemen devredilmedi, kışlanın Türk Ordusu tarafından teslim alınması ekim ayının başını bulmuştur. İtilaf Devletleri nihayet 2 Ekim 1923 tarihinde İstanbul’dan ayrılmış, böylece beş yıllık işgalin ardından Türk Ordusu’nun 6 Ekim’de şehre girmesiyle İstanbul resmen ve fiilen esaretten kurtulmuş, daha önce de belirtildiği gibi Râmi Kışlası Camii’nin ayakta kalmış yegane kısmı olan minaresine Fransızlar tarafından 23 Eylül 1919 tarihinde asılmış olan haç da indirilmiştir.
Mondros Mütarekesi’nin (30 Ekim 1918) ardından 13 Kasım 1918’de fiilen İstanbul’u işgale başlayan İtilaf Devletleri’nin askeri birlikleri, İstanbul’u belli bölgelere ayırarak stratejik mevkilere konuşlanmışlardı. Bu paylaşımda Fransızların hissesine Râmi ve Davudpaşa kışlaları ile Maltepe Asker Hastahanesi ve daha küçük birçok askerî yapı düşmüştü. Râmi Kışlası’nı zapt eden Fransızlar, kışlaya II. Fırka 27. Alay olarak anılan Cezayir’den getirdikleri birlikleri yerleştirmişlerdi. İşgal İstanbul’unda Kuvva-yı Milliye’nin ihtiyaç duyduğu silah, mühimmat ve askerî teçhizat mevcuttu. Keza Millî Mücadele’ye destek verecek birçok subay da Anadolu’ya geçmek için fırsat kollamaya başlamıştı.
Gerek silah ve mühimmat tedariki ve gerekse askerî istihbarat temini bakımından başkent ile taşra arasında sıkı ilişkiler kurulması tercihten ziyade zaruretti. Bu nedenle Ankara’da TBMM Hükûmeti kurulur kurulmaz, Milli Müdafaa Vekâleti ile Erkân-ı Harbiyye-i Umumiyye Reisliği İstanbul’daki güvenilir subay ve isimlerin yer aldığı gizli bir teşkilat kurmuşlardır. Öte yandan 13 Kasım 1918’de kurulmuş olan Karakol Cemiyeti’nin varlığını İngilizler öğrenmiş olduğundan, cemiyet bu sebeple Zabitan Grubu adı altında faaliyet göstermeye başlamış, Ekim 1921’den itibaren de Yavuz Grubu adını almıştır. Keza 23 Eylül 1920’de İstanbul’da yine gizli olarak kurulan Hamza Grubu, Ankara’nın onayı ile resmen sürece dâhil olmuş, sonraları Mücahid, Muharib ve Felah Grubu adlarıyla 26 Ekim 1923 tarihine kadar faaliyetlerine devam etmiştir. İstanbul’da kurulan bir diğer gizli cemiyet olan Millî Müdafaa Teşkilatı, 3 Mayıs 1921’de Ankara Hükûmeti tarafından resmen kabul edilmiş, teşkilatın başına getirilen Süvari Miralay ve İstanbul Merkez Kumandanı Esad Bey Ankara Erkân-ı Harbiyye-i Umumiyye Riyaseti ile yakın iş birliği içerisinde önemli hizmetler ifa etmiştir. Müşir Ahmed İzzet Paşa, son Osmanlı Hükûmeti’nde Hariciye Nazırı olarak göreve başladığında, Millî Mücadele’ye destek vermeyen İstanbul Polis Müdürü Tahsin Bey’in yerine İstanbul Merkez Kumandanı ve aynı zamanda Millî Müdafaa Teşkilatı Merkez Heyeti Başkanı Miralay Esad Bey’i atamıştır. Harbiye ve Hariciye nezaretlerinde yapılan değişiklikler yanında Ankara hükûmetinin Fransızlarla yaptığı Ankara Antlaşması’ndan sonra özellikle Miralay Esad Bey’in gayretleriyle Anadolu’ya silah, mühimmat ve teçhizat kaçırılması büyük bir ivme kazanmıştır. Bu noktada İngilizlerle ciddi bir rekabet ve çıkar çatışması yaşayan Fransız ve İtalyanların gösterdikleri müsamaha, bu süreci bizim açımızdan olumlu etkilemiştir.
İstanbul’un işgali ve ardından askerî-stratejik yapı ve bölgelerin paylaşımından sonra, Fransızların denetimine geçen Râmi Kışlası’nda bulunan ve Osmanlı ordusuna ait silah ve mühimmat da doğal olarak düşman eline geçmişti. Ancak İstanbul’da gizlice örgütlenen vatanseverlerden oluşan Millî Müdafaa Grubu, Anadolu’ya kayan direnişe silah ve cephane temin etmek amacıyla Râmi Kışlası’ndaki mühimmatı gizlice tahliye etme kararı aldı. Yapılan müzakerelerden sonra harekât planı oluşturuldu. Bu arada istihbarat çalışmaları sonucunda Râmi Kışlası’ndaki Cezayir asıllı Müslüman Fransız askerlerin Eyüp Camii’ne cuma namazı için gittikleri saptandı. Millî Müdafaa Grubu bu Müslüman askerleri elde etmek için Hafız Kemal Bey’i görevlendirdi. Hafız Kemal Bey, cuma namazları öncesinde ya da sonrasındaki sohbetlerde ayet ve hadisler eşliğinde Müslümanlar arasında dayanışmanın önemine dair vaazlar veriyor ve bu konunun altını bilhassa çiziyordu. Bu sözler Fransızca bilen sivil emniyet mensupları ve Millî Müdafaa grubunda çalışan sivil kıyafetteki subaylar tarafından Cezayirli askerlere tercüme ediliyordu. Bu propaganda mekanizmasının aksamadan yürütülmesini de başkan yardımcısı Binbaşı Kemal Koçer ile Hafız Kemal Bey sağlamaktaydı.
Diğer taraftan Binbaşı Emin Ali Bey’in Harbiye Nezareti’ndeki arkadaşlarının yardımıyla tahsilini Fransa’da Saint Cyr’de tamamlayan ve bu sebeple Fransız Kemal lakabıyla anılan Piyade Yüzbaşı Kemal Bey, tercüman sıfatıyla Fransız karargâhına tayin ettirilmişti. Kemal Bey gerekli talimatları Millî Müdafaa grubundan almış ve görev yerine gitmişti. Bu arada Hafız Kemal Bey’in gayretleriyle Râmi Kışlası’nda ikamet eden Cezayirli Müslüman askerlerin büyük bir kısmı elde edilmişti. Kemal Bey ise karargâhta istihbarat şube müdürü olarak görev yapan Saint Cyr Akademisi’nden devre arkadaşı Kine’nin yardım ve himayesiyle sözü geçen bir subay olmuştu ve son olarak Fransız işgal kuvvetleri komutanı General Charpy, Hilâl-ı Ahmer Reisi Hamid Bey’le dostane bir münasebet içindeydi. General Charpy, Fransa’da tahsilini yaparken tanıdığı ve yakın dostluk kurduğu Hamid Bey’e: İngilizlerin Yunanlarla iş birliği yaparak Akdeniz hâkimiyetini korumaya çalıştıklarını, bunun da Fransız menfaatlerine aykırı olduğunu açıkça söylemiş ve “Türklerin istediği yardımı yapacaklarını vaat etmişti.” Bu şartlar altında Rami Kışlası’ndan Milli Müdafaa Grubu ve Millî Mücadeleyi destekleyen diğer grupların iş birliği ve desteğiyle Anadolu’ya silah, teçhizat ve mühimmat nakledilebilmiştir.
Tarihsel süreç itibarıyla bugün Râmi semti ve Cuma Mahallesi’ndeki yerleşimin nüvesini teşkil eden Râmi Kışlası yapıları, Cumhuriyet döneminde I. Ordu Komutanlığı’na tahsis edilmişti. 1971 yılına dek askerî amaçlı kullanılan kışla yapıları, Bir yıl sonra İçişleri Bakanlığı’na devredilmiştir. Söz konusu devir işleminden sonra kışla yapılarının farklı amaçlarla kullanımının önü açılmış oldu. Çok geçmeden imar planında tadilat yapılarak Mart 1973’te kışla yapıları ve arazisi emniyet hizmetlerine tahsis edildi. Bu plan değişikliği, imar ve iskân bakanlığınca da onaylandıktan sonra resmen yürürlüğe girmiş oldu.
Kışla yapılarına ve geniş arazisine talip olan ve yirmi polisle yapının çevresini korumaya alan Emniyet Genel Müdürlüğü İnşaat Şube Müdürlüğü, sanat tarihçileri ve mimarlardan oluşan bir gruba 1973’te hazırlattığı bilirkişi raporuyla, kışlanın fiilen kullanılmasına ruhsat verilmesini talep etmiştir. Elbette bu amaç doğrultusunda hazırlanan raporda tarih, mimarlık ve sanat tarihi açısından kıymeti olmadığı özellikle vurgulanmıştır. Kışla arazisine “Toplum Polisi Tesisleri” ile “Polis Eğitim ve Toplum Siteleri”nin ihtiyacı olan spor salonlarının yaptırılması öngörülmüştü. Kışlanın doğu bloku yerine ise yüksekliği kışla kütlesini aşmayan “Polis Eğitim Merkezi Binası”, köşe blokunun bulunduğu kısım ise eğitim merkezinin yönetim hizmetlerine ayrılarak, içinde dershaneler yaptırılması teklif edilmişti. Yine ilgili projeye göre, kışlanın batı bloğu aynen muhafaza edilerek iç hacimlerinde hiçbir değişiklik yapılmadan yeniden düzenlenecekti. Ayrıca kışlanın mimari karakterinin haricinde yapılmış olan pencere ünitelerinden hafifletme kemeri tuğladan, pencere üstü lentosu ise betonarmeden rekonstrüksiyonla orijinal haline dönüştürülecekti. Bu arada batı bloku konsolide edilirken yeni bir eleman eklenmeyecek, gerekli takviyeler de yapının sadeliğine tezat teşkil etmeyecekti. Projeye göre aslına uygun olarak restore edilecek bu bölüm, trafik muayene komisyon toplantı odası ve arşiv bölümü olarak kullanılacaktı. Emniyet Genel Müdürlüğü İnşaat Şube Müdürlüğü tarafından hazırlanan bu projeye göre, kışlanın açık alanları da farklı amaçlar için kullanılacaktı. Örneğin kışlanın iç avlusu, toplum polisi binası ve tesislerine ayrılmıştı. Bundan başka, kalan 16 hektarlık arazi; trafik imtihan pistleri, helikopter pisti, otopark ve merasim alanı olarak kullanılacaktı. Kışlanın güney bölümünde kalan açık alanlar ise İstanbul Emniyet Sarayı binası, bahçe, otopark ve merasim alanı olarak düzenlenecekti. Neyse ki kışla hakkında Gayrı Menkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun ilgili kararları doğrultusunda, “korunması gereken kültür varlığı” olarak tescil edilmiş olduğundan, bu proje de kuvveden fiile çıkamamıştır. Dolayısıyla bu karara istinaden hazine, emniyet genel müdürlüğünün projesini kabul etmediğinden, kaderine terk edilen kışla yapıları oldukça harap bir vaziyette de olsa günümüze ulaşabilmiştir.
Râmi Kışlası’nın insan kaynaklı ve maksatlı tahribatında ikinci perde 1985 yılında başlamıştır. Bu defaki teşebbüs ilki gibi akamete uğramış bir proje değildir. Şöyle ki; 1985 yılında Maliye ve Gümrük Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi arasında imzalanan protokolle, Râmi Kışlası arazisi “Haliç Projesi uyarınca işyerleri kaldırılan Eminönü’ndeki Yemiş ve Yağ İskelesi ile Unkapanı kesiminde yer alan kuru gıda toptancıları yeni yerleşim bölgelerine intikal edinceye kadar geçici yerleşimlerini temin etmek amacıyla” iki yıllığına belediyeye tahsis edildi. Bu protokolde belediye ile esnaf arasında kira mukavelesi yapılamayacağı, iki yıllık müddet sonunda arazinin boş bir biçimde belediye tarafından teslim edileceği, arazideki yapılaşmanın sadece “demontable” olabileceği, bunların da tahsis süresinin bitiminde yıkılacağı ve belediyeye tahsis edilen arazinin kullanımına karşılık herhangi bir bedel tahakkuk ettirilemeyeceği belirtilmişti. Ancak protokol hükümleri tamamen kâğıt üzerinde kaldı. Zira kuru gıda toptancıları, ilgili protokole istinaden kışlanın dış arazisine yerleştikleri gibi, kışlanın harici duvarlarına yaslanmış dükkânlar ve depolar oluşturdular ve zamanla iç kısımlara doğru mekânlarını genişletmeye koyuldular. Resmî protokolde yer alan ve iki yıllık geçici yerleşimi öngören maddeye rağmen, kuru gıda toptancılarının 1985’te başlayan ve 1987’den itibaren hukuka aykırı bir biçimde devam eden işgalinin önü uzun yıllar alınamayacaktır. Eyüp Belediyesi Planlama Müdürlüğü’nün ilgili yazısına göre; Râmi Kışlası arazisi 1986’da belediye tarafından satın alınmış, 21.6.1990 tarihli III Numaralı Koruma Kurulu’nun kararıyla 1/1000 ölçekli “Râmi Uygulama İmar Planı’nda”, Râmi Kültür Merkezi olarak tanımlanmıştır. Buna rağmen kuru gıda toptancıları, uzun süre kendileri için Bayrampaşa’da 250.000 m2 arazi üzerinde inşa edilen ve aynı zamanda Avrupa’nın ikinci büyük toptan gıda pazarı olan Mega Center Büyük Gıda Merkezi’ne taşınmamaktaki ısrarlarını sürdürmüşlerdir. Elbette bu süreçte kışla, esnafın insafına ve zamanın tabii tahribatına terk edilmiş, neticede ciddi bir şekilde tahribata uğramıştır.
KÜLTÜR SANAT MERKEZİ OLARAK AYAKTA KALACAK
Rami Kışlası’nın 200 yıllık hikayesini çalışmış bir akademisyen olarak bugün Rami Kütüphanesi’ni nasıl buldunuz? İzlenimleriniz nedir?
Rami Kışlası, aslında dilimizi artık Rami Kütüphanesi’ne alıştırmamız lazım, gayet güzel restore edilmiş görünüyor. İşin teknik boyutlarını elbette mimarlık ve sanat tarihçilerine sormak gerekir. Gördüğüm kadarıyla tarihi kışla yapısının asli hüviyeti korunmuş, temel birimlerine gereksiz müdahalelerden kaçınılmış, geçmişte günlük talim alanı olarak kullanılan iç avlusu olabildiğince işlevsel bir biçimde güncel ihtiyaçlar doğrultusunda başarıyla düzenlenmiş.
Bu arada peyzaj düzenlemesi de Millet Bahçesi konseptinde, tam da olması gerektiği gibi. İç mekanların tasarımı, tefrişinde kullanılan malzeme, renk ve diğer donatılar kışlanın tarihi kimliğini ve estetiğini gölgelemeyecek şekilde seçilmiş gibi geldi bana. Bünyesinde barındırdığı Bebek ve Çocuk Kütüphanesi, Dijital Kütüphane, Gençlik Kütüphanesi, Derleme Kütüphanesi ve İhtisas Kütüphaneleri, yine Sesli Kütüphane, sergi alanları, amfiler, oldukça konforlu okuma salonları, bireysel çalışma odaları ile Rami Kütüphanesi ülkemizin önemli kültür ve sanat merkezlerinde biri olmaya adaydır diye düşünüyorum.