Pazar günlerinin bir kısmını ailesine ayırdığını söyleyen Fatih Belediye Başkanı M. Ergün Turan, hafta sonu en çok Suriçi’nde dolaşmayı sevdiğini ifade ediyor ve ekliyor: “Sultanahmet, Nuruosmaniye, Sirkeci, Kadırga, Küçük Ayasofya’nın sokaklarında dolaşmayı çok severim. İyi ki İstanbul’da doğmuş büyümüşüm.”
Ünlü Fransız yazar Jean-Christopher Grange, bir romanında “Pazarlar birbirini izliyor ve birbirine benziyordu” diyor. Pazarların birbirine benzemesi, bu günün alametifarikalarından. Birbirine benzemesinin nedeni de belli rutinlere sahip olması. Bu hafta pazarlarının nasıl geçtiğini sormak, rutinlerini öğrenmek için Fatih Belediye Başkanı M. Ergün Turan’ın kapısını çalıyoruz. Malum ilk sorumuz, “Klasik bir pazar gününüzü tarif eder misiniz?” oluyor. Turan’ın cevabı ise şöyle: “Yaklaşık son 15-20 yıldır eğer Cumhurbaşkanımızın bir programı yoksa bizde pazar günleri öğlen iki-üçe kadar anne-baba günüdür. Şimdi babamız olmadığı için anne günü. Biz üç kardeşiz ve üç kardeş istisnasız hemen her hafta ailece saat 11 civarında annemize kahvaltıya gideriz. Çocuklar ve torunlar da buna dahildir. Yani bizim için pazar günleri anne günüdür.” Ailecek bir ara geldikleri sofraların değişmeyen lezzetleri de varmış. Turan, “Babaannemiz mutfak işlerinde çok mahirdir. Bir gün önceden hazırlıklara başlar. Bizim hanımlar da mutlaka bir şeyler yapıp, götürür. Ama bizim için değişmeyen lezzet börek ve yaprak sarmadır. Karadeniz mutfağından muhlama, börek, biber kavurma, turşu kavurma gibi lezzetler de masayı şenlendirir” ifadelerini kullanıyor.
Küçük Ayasofya’nın sokaklarında dolaşmayı çok severim
Belirli rutinleri devam ettirmeyenler veya o rutinleri sevmeyenler için pazarlar sıkıcı olabiliyor. Bu nedenle Turan’a “Pazarları sıkıntı olmaktan kurtarmak için öneriniz nedir?” diye de soruyoruz. “Pazar benim eskiden sevmediğim bir gündü. Şimdi pazar aile bireylerinin gelmesini beklediği bir gündür. Herkese ailesiyle vakit geçirmelerini önerebilirim” diyerek cevap veriyor. Pazarları gitmekten hoşlandığı bir mekân var mı, diye sorduğumuzda da ise Suriçi’ni işaret ediyor: “Suriçi’ni çok seviyoruz. Bu bölgenin belediye başkanıyım diye değil. Sultanahmet’te, Nuruosmaniye, Sirkeci, Kadırga, Küçük Ayasofya’nın sokaklarında dolaşmayı çok severim. İyi ki İstanbul’da doğmuş büyümüşüm. Tabii Boğaz sahilini de çok severim, oralarda yürümeyi... Ben İstanbul Teknik Üniversitesi mezunuyum. Üniversite yıllarında hafızamda kalan hatıralardan bir tanesi de o sahillerde dolaşmaktır. Ailece Beykoz’un köylerini de çok severiz. Elbette belediye başkanlığı döneminde tüm bu rutinler değişti. Hafta sonları da artık mesai günü gibi yoğun geçiyor.” Turan’a çocukluğunun pazarlarını sorunca “Her çocuk gibi belki de pazartesiyi düşündüğümüz için pazarları sevmezdik” diyor. Ardından şunları aktarıyor: “Çocukken kışları evimiz çok kalabalıktı. Kış olunca bütün Trabzon’dan büyüklerimiz gelirdi. Evimizde akşamları her taraf yatak dolardı. Yazları da sokak demekti. Bazı yazlarımız Trabzon’da, bazı yazlarımız da Erzincanlı olan dedemizin yanında Erzincan’da geçerdi.”
Western sineması babamın favorisiydi
Gelelim beyaz perdeye... Turan’a pazar günleri izlemek için film önerileri nedir, diye soruyoruz. “Benim rahmetli babam 1953’te Trabzon’dan İstanbul’a gelmiş. Kendisi film meraklısıydı. Bizim çocukluk hikâyelerimizin pek çoğunda babamızın bizi zorla sinemaya götürmesi vardı. Ben bazen gitmek istemezdim. Şu sıralar film izlemeye pek vaktim olmasa da bazı film önerileri verebilirim; Kanlı Elmas, Benim Afrikam, The Piyanist, Jakob The Liar. Bunların bazıları tam anlamıyla propaganda filmidir. Ancak propaganda meselesini anlamak için izlemek gerektiğini düşünüyorum. Yerli filmlerden de Şener Şen’in oynadığı her filmi çok severim. Pazarlarla özdeşleşen Western sineması ise babamın favorisiydi.”
Dost, hesapsız konuşacağımız insanlardır
Sırada “Pazar günleri görüşmek istediğiniz dostlarınız olur mu?” sorusu var. İşte bu soruya Turan “dostluk” kavramı üzerine çok önemli sözler söyleyerek cevap veriyor: “Allah dostlarımızın eksikliklerini göstermesin. Hayatın en önemli meselesi ev, araba biriktirmek değil. İnsan biriktirmek... Belirli bir yaşa geldiğinde biriktirdiğin en kıymetli şey dostlar oluyor. Belirli bir yaştan sonra da dostluk oluşturmak zor. Dost dediğimiz yıllar içinde kazanılır. Demlenmesi lazım. Dostluk yan yana beş saat oturup, sadece 15 dakika konuşmak oluyor bazen. Şunu da belirtmem gerekir ki, insanın en yakın dostu eşidir. Eşinle bazen üç saat konuşmazsın ama aynı odanın içinde, yakın olmaktan huzur duyarsın. Dostluğu ise ben şöyle tanımlıyorum; ‘Hesapsız konuşacağın adamdır dostun.’ Hatta hanım bazen tebessümle karışık şikayetçi fazla dostumuz olduğu için. Ama sağ olsun, biz dört evlat yetiştirdik. Onun tabii daha çok emeği var. Birbirimizi kabul ettik. Zaten budur dostluk; birbirini olduğu gibi kabul etmek. Eşler, birbirlerini değiştirmek için uğraşmazlar birbirlerini olduğu gibi kabul ederler; ‘Bizim bey böyle/bizim hanım böyle...’ sözlerini sık duyarız, değil mi? Biz de hanımla dostuz. Benim en yakın dostumdur. Dostluk kusurları örter. En çok da eşiniz sizin kusurlarınızı örter. Allah dostluğun eksikliğini vermesin.”
Ailemle beraber olduğum her pazar güzel
Bu köşenin zor sorusu “En kötü ve en iyi geçen pazarlarınızı hatırlıyor musunuz?” dur. Bu soruyu Turan’a yönelttiğimizde ise şunları söylüyor: “En kötü pazarım... Babamız bir cuma günü vefat etti, cumartesi defnettik. Pazar günü de ailemizin babasız kaldığı gündü. 50 yaşındaydım ama babamın yokluğunu hissettim. Bir büyüğümüz, “Baba ölünce sırrı büyük oğluna geçer” demişti. Ben o gün bunu hissettim. Ailemle beraber olduğum her pazar “en güzel pazar”ımdır. Hamdolsun, mutlu bir aileyiz. Gelelim son soruya: “Pazar günleri bir insan olsaydı nasıl olurdu?” Turan’a göre pazar güzel bir gün. Tam da bu nedenle, “Bizim için ailemiz için mutluluk demek. Pazar bir kişi olsaydı, mutlu, güleç bir kişi olurdu” diye cevap veriyor.