711 yılında Tarık Bin Ziyad’ın komutanlarından Mugis Er Rumi tarafından fethedilen Kurtuba, 300 yıl boyunca Endülüs Emevi Devleti’nin başkentliğini yapmış. Şehir, yalnızca Mecsid-i Aksa’dan ilham alınarak inşa edilmiş ve 15. yüzyılda katedrale çevrilmiş olmasına karşın hâlâ İslam mimarisinin en güzel örneklerinden olan Kurtuba Camii için bile ziyarete değer.
Bu gördüğünüz sütunlar yüzyıllardır Allah kelamına hasret, onların özlemini duyuyor musunuz? Kurtuba şehrine, Kurtuba Camii’ne ilk gidişimde, rehberimiz Kadir Bey Kurtuba Camii’ni bize bu sözlerle anlatıyordu. Duyuyorduk, hissediyorduk, ağlıyorduk. Bu hafta güzel Endülüs’ün güzel şehri Kurtuba’yı, Kurtuba Camii’ni yazacağım. Bir seyahat yazısı formatına uygun olarak, şurayı da görün, buraya da gidin diyeceğim. Ama esasında yalnızca Kurtuba Camii için gidin dilerim. Kurtuba’nın görülecek tek yeri Kurtuba Camii olsa, onun için bin kez gitmeye değer.
Emevilerin 300 yıllık başkenti
Kurtuba şehri Guadalquivir Nehri’nin kenarına kurulmuş; şehre bu nehrin üzerindeki Roma Köprüsü’nden giriyorsunuz. Romalılar tarafından 1. yüzyılda yapılıp Endülüs Emevileri tarafından restore ettirilmiş bu köprü Kurtuba’da neleri göreceğinizin habercisi gibi aslında. Şehrin sokakları da girişi gibi tarihi, mimari ve estetik açıdan muhteşem. 711 yılında Tarık Bin Ziyad’ın komutanlarından Mugis Er Rumi tarafından fethedildikten sonra 300 yıl boyunca Endülüs Emevi Devleti’nin başkenti olmuş Kurtuba. Bu dönemde şehir Bağdat ve Kahire ile birlikte dünyanın en önemli bilim ve kültür merkezlerinden biri haline gelmiş. 400 binden fazla kitaba ev sahipliği yapan bir kütüphane dahil yüzlerce kütüphanesi, rasathanesi ile dünyanın dört bir yanından bilim insanlarının ziyaret ettiği bir yer olmasının yanı sıra dünyanın ilk şehir aydınlatması da Kurtuba’da mevcutmuş. Günümüzde Kurtuba, Kurtuba Camii, tarihi merkezi, Medinetüzzehra ve Avlu Festivali ile dünyada dört Unesco Dünya Mirasına sahip tek şehir. Bu cümlenin üzerine biraz düşünebiliriz. Ben Roma’yı sokaklarında yürürken kendimi yüzyıllar öncesinde hayal etmemin en kolay olduğu şehir olarak tanımlarım hep. Kurtuba’nın Roma’dan daha fazla sayıda Dünya Mirası kabul edilen alanlara sahip bir şehir olması bu yönüyle bakıldığında inanılmaz geliyor.
Mescid-i Aksa’dan esinlenilmiş
786 yılında I. Abdurrahman tarafından yapımına başlanan Kurtuba Camii’nin planında Şam’daki camilerden ve Mescidi Aksa’dan esinlenilmiş. İslam aleminin en büyük üçüncü camiisi olan Kurtuba Camii sekiz yüzyıl önce kiliseye çevrilmiş olmasına rağmen İspanya’da hâlâ “Mezquita de Cordoba” yani Kurtuba Mescidi olarak anılıyor. Cami, I. Abdurrahman tarafından inşa edildikten sonra, II. ve III. Abdurrahman ve II. Al Hakem tarafından yapılan eklemelerle bugünkü ihtişamlı halini almış. Günümüzde 175 metre uzunlukta, 134 metre genişlikte kurulu caminin, sekiz adet doğuda, dokuz adet batıda ve ikisi de kuzeyde olmak üzere on dokuz kapısı var. Camide 1593 yılında İspanyollar tarafından yıkılana kadar görkemli bir minare mevcutken, şimdilerde yerinde minarenin daha küçük bir benzeri olan bir çan kulesi mevcut. 15. yüzyılda katedrale çevrilmiş olmasına karşın hâlâ İslam mimarisinin en güzel örneklerinden biri Kurtuba Camii. 860 sütun üzerinde yükselen iki katlı, alt kısmı at nalı şeklinde, üst kısmı yuvarlak kemerler, kırmızı beyaz renkleri ile Kurtuba Camii’nin en önemli mimari özellikleri arasında yer alıyor. Dünyada en çok sütuna sahip mabet olan Kurtuba Camii’nde, yazının başında bahsettiğim bu dev, sessiz, güzel sütunlar sizi bir sütun ormanının içinde hissettiriyor ve rehberimizin dediği gibi bence o ormanın fısıldadıkları insanın yüreğine işliyor.
Dünyanın en güzel mihraplarından
Caminin bir başka muhteşem kısmı da mihrap ve minber bölümü. Dünyanın en güzel mihraplarından biri olarak kabul edilen mihraptaki mozaikler, altın yaldızlı kabartmalar, hem Bizans hem Abbasi sanatını, Endülüs sanatı ve süslemeleriyle birleştiriyor. Dörtgen bir niş şeklindeki oymalı mermer mihrabın iki tarafında birer yan mihrap daha bulunuyor. II. Hakem dönemine ait ahşap minberin yapımında ise fildişi parçalar, değerli taşlar ve altın çiviler kullanılmış. Kurtuba’nın 1236 yılında tekrar Hristiyanların eline geçmesinin ardından kiliseye çevrilen caminin orta kısmına 1500’lü yıllarda Rönesans tarzı bir katedral eklenmiş. Bugün Kurtuba’da ellerinizi açarak dua etmek dahil İslami usul ibadet etmek yasak.
Aklınızda olsun
Kurtuba’yı ziyaret etmek için en uygun zaman ilk ve sonbahar ayları. Yazın sıcaklıklar çok yüksek olduğu için önermiyorum, bununla birlikte ortalama sıcaklığın 10-12 derece olduğu kış aylarında ziyaret edilebilir. Şehrin sokakları Arnavut kaldırımlı olduğundan yürüyüşe uygun bir ayakkabı giymenizi öneririm.
Kurtuba Camii ziyareti pazartesiden cumartesiye (cumartesi dahil) kadar her gün sabah 08.30-09.30 arası ücretsiz. Ziyaretinizi bu saat aralığına denk getirmek isteyebilirsiniz. Ücretli saatlerde girecekseniz biletinizi önceden internetten almanızı öneririm. Bu sayede uzun kuyruklara takılmazsınız. Caminin bahçesindeki çan kulesine çıkılabiliyor ve yukarıdan Kurtuba tarihi merkezinin harika bir manzarası var, çıkmanızı öneririm. Alkazar gibi ücretli diğer yerlerin de giriş biletlerini önceden online almanızı öneririm.
Kurtuba’yı gezmek için bir gün yeterli ancak imkanınız varsa bir gece konaklamanızı ve gün batımından sonra ışıklanan Roma Köprüsü’nü, camiyi ve dünyanın ilk aydınlatma sistemin sahip şehrin sokaklarını görmenizi öneririm. Bisiklete binmeyi seviyorsanız, gece bisiklet turlarına katılmak ya da bisiklet kiralayıp sokakları pedallayarak gezmeniz de mümkün.
İspanya resmi turizm sitesinde Kurtuba, “Çiçekler Şehri” olarak anılıyor. Sebebi Kurtuba’daki evlerin avlularının çiçeklerle dolu olması. Fakat şehrin gerçekten çiçeklerle bezeli bir şehre dönüştüğü zaman, her yıl mayısın ilk iki haftası düzenlenen Avlu Festivali’nin olduğu günler. Bu dönemde şehrin yalnızca turistik kısımları değil, her yer çiçeklerle süsleniyor. Sokaklarda kutlamalar, flamenko dans gösterileri yapılıyor. Şehirde yaşayanlar evlerinin geniş avlularının kapılarını açıyor, dört bir yanda duvarlardan sardunyalar, yaseminler, karanfil saksıları sarkıyor. Seyahatinizi Mayısın ilk iki haftasına denk getirerek UNESCO Somut Olmayan Dünya Mirası Listesi’ndeki bu festivale tanık olabilirsiniz.
Hapishaneye dönüştürülen Kraliyet Sarayı
Kale anlamına gelen ve esasen 8. yüzyılda “Halifelik Sarayı” olarak inşa edilen Alkazar, 1236’da Hristiyanların Kurtuba’yı ele geçirmesinin ardından yıkılıp yeniden inşa edilmiş ve çağlar boyunca Engizisyon mahkemelerinin merkezi ve hapishane olarak kullanılmış. Alkazar’ın, Aslanlar, Kale, Engisizyon ve Güvercinler kulesi olmak üzere dört adet kulesi mevcut. Surların üzerinden şehrin panoramik manzarasını izlemek mümkün. Benim önerim önce kulelerden birine tırmanıp ardından, sarayın içini, mozaik salonunu, banyoları, verandayı, avluları görmeniz ve son olarak aromatik bitkiler, portakal ağaçları, çeşmelerle kaplı büyük ve güzel bahçeleri ziyaret etmeniz.
Şehir yürüyerek gezilebilir
Kurtuba’nın merkezi yürüyerek rahatlıkla gezebileceğiniz çiçeklii avlular, dar sokaklar ve sokakların açıldığı küçük meydanlarla dolu. Tarihi merkezde İslam, Hristiyan ve Yahudi kültürlerinin bir arada oluşunun izleri çok net hissediliyor. Kurtuba Camii’nin yanı sıra, Yahudi Mahallesi’ni, sinagogu, yukarıda bahsettiğim Alkazar’ı, Calahorra Kulesi’ni, Corredera Meydanını görebilirsiniz.
Bir sarayın kalıntıları
Kurtuba şehrinin 10 km dışında, Sierra Morena Dağları’nın eteğinde III. Abdurrahman’ın 929 yılında yaptırdığı Halifelik Şehir Sarayı’nın kalıntıları bugün “Medinetü’z- Zehra” adıyla ziyarete açık. Kaynaklarda yapımı için her gün on bin kişinin çalıştığından bahsedilen saray, iç savaşlar nedeniyle tamamen yıkılmış olsa da, günümüzde İspanya’nın en büyük arkeolojik alanı.