1912, Kürd Süvari Birliği Çatalca’dan (İST) geçerken.
CHP’nin zulmü esasında seküler Kürtlere değil, dindar Kürtlere uğradı. Kürtler, ‘millet’ kavramının içinde kendilerini görüyor ve bu kavramı ulus gibi değil de ümmet gibi düşünüyordu. Kürtlerin buna nasıl bir itirazı olabilirdi ki? Ancak ‘yeni ve modern bir ulus yaratma projesi’yle birlikte Kürtler ve dindarlar için, dolayısıyla her ikisini de cem eden ‘dindar Kürtler’ için bambaşka bir dönem başlamış oldu.
Milli Mücadele döneminde Kürtlerin isyanlarla mı, ittifaklarla mı anılacağı konusu her zaman tartışılageldi. Yazı dizimizin ikinci bölümünde Kürtlerin Milli Mücadeleye verdiği destek ve Milli Mücadele Kürt-Türk ittifakını sona erdiren olaylar üzerinde duracağız.
Tarihi belgelere bakıldığında, arada irili ufaklı isyanlar çıksa bile, Türk-Kürt ittifakı Milli Mücadele döneminde de devam etti.
Mustafa Kemal, doğu ülkelerindeki kongreleri düzenlerken, Kürtlerin Milli Mücadeleye aktif katılımını önemsiyordu.
Mondros Antlaşmasında Kürtlerin yaşadığı bölgelerde Ermeni devleti vaad eden batılı itilaf devletleri, Sevr Antlaşmasıyla da Kürtlere göz kırpıyor, 64. maddeyle Kürtlerin Türkiye’den bağımsızlık elde etmesinin yolunu açıyordu.
Ancak Kürt aşiretleri bu duruma beklenmeyecek şekilde sert tepki gösterdi.
Yabancı devletler bir yandan Osmanlı devletinin bütünlüğünü bozacak her türlü eylemi yaparken, kâğıt üzerinde bölücü antlaşmaların olumlu bir tarafı da, Kurtuluş mücadelesini tetiklemesi oldu. Kurtuluş Savaşı Kürtlersiz düşünülemezdi. Nitekim Mustafa Kemal Paşa doğu illerindeki kongrelerinde; Kürtlere birlik mesajları verdi, din kardeşliğini ileri sürdü, halifelik kurumunu ön planda tuttu, Ermenistan tehdidini dile getirdi. Kürt ağalarına ve ileri gelenlerine teşekkürlerini sunan telgrafta aynen şunlar yazıyordu:
“Sizler gibi din ve namus sahibi büyükler oldukça Türk ve Kürd’ün yekdiğerinden ayrılmaz iki öz kardeş olarak yaşamakta devam eyleyeceği ve Hilafet makamı etrafında sarsılmaz bir vücut olarak dâhili ve harici düşmanlarımıza karşı demirden bir kale halinde kalacağı şüphesizdir. Cenab-ı Hak mesainizi kabul eylesin.”
Milli Mücadelede Kürtler ve Türkler birlikte cepheden cepheye koştu ve büyük zaferlere imza attı.
Batılı devletlerin Osmanlı’yı bölmek için ortaya attığı ‘Kürdistan’ planları yine tutmadı. 1. Meclis açıldığında, Anadolu’nun her tarafından temsil ediliyor, Kürtlerden de 70 kadar temsilci bulunuyordu.
Mustafa Kemal Paşa konuşmalarında sık sık Türkler ve Kürtleri ‘anasır-ı İslam’ın iki kardeşi olarak zikrediyordu.
‘MİLLET’ ULUS DEĞİL ÜMMET DEMEKTİ
Birinci Meclisin dayandığı esasların, Misak-ı Milli ve Teşkilat-ı Esasiye Kanunu olduğunu vurgulayan “Türkiye Kurulurken Kürtler” kitabının yazarı Sinan Hakan, 1. Meclisi ve sonrasındaki handikapı şu ifadelerle anlatıyor:
“CHP’nin ilkesel zemini teşkil eden Kemalist inkılap ve felsefesi, sadece Osmanlı mirasını değil, 1923 seçimlerinden sonra Lozan’ın imzalanmasını müteakip, 1924 Anayasasıyla Birinci Meclis döneminin kurucu iradesini ve ilkesel ruhunu da reddetmiştir. Kabul etmek gerekir ki CHP, Cumhuriyet Türkiyesi’nin tarihsel süreci içerisinde, topluma Türkiye’nin söz konusu asıl kuruluş felsefe ve ilkelerini unutturmayı ve yanlış bir algıyı egemen kılmayı başarmıştır.”
DİNDAR KÜRTLER İÇİN YENİ BİR DÖNEM
Lozan görüşmelerinde de Kürtlerin desteği devam etti. Zira Kürtler, ‘millet’ kavramının içinde kendilerini görüyor ve bu kavramı ulus gibi değil de ümmet gibi düşünüyorlardı. Kürtlerin buna nasıl bir itirazı olabilirdi ki?
“Müslüman bir ülkede Müslümandan azınlık olmaz”
anlayışıyla Lozan’da azınlıklara tanınan haklardan bile feragat eden Kürtler, Lozan’daki yazışmalarda ‘Kürt’ adının geçmemesi üzerine ilk şüphe tohumlarını yeşerttiler.
İşte bu atmosferde Cumhuriyet ilan edildi. Yeni ve modern bir ulus ‘yaratma’ projesiyle birlikte Kürtler ve dindarlar için, dolayısıyla her ikisini de cem eden ‘dindar Kürtler’ için bambaşka bir dönem başlamış oldu.
Hilafetin kaldırılmasıyla birlikte, birleştirici unsur da aradan çekilince, isyanlar ve isyanları bastırmak için kullanılan şiddet, Kürt ulusalcılığını tetikledi.
CHP’nin Kürt politikası bu dönemde şekillendi ve nur topu gibi bir ‘Kürt sorunu’muz oluştu.
TÜRK-KÜRT KARDEŞLİĞİNİN SEMBOLÜ
İslam tarihinin en önemli müesseselerinden biri olan Hilafet, Osmanlı döneminde 72 millet, çok farklı dinler ve gruplarla bir arada yaşamayı sağlıyordu
. Birçok kimse tarafından öne sürüldüğü üzre, hilafetin kaldırılması Kürt ve Türk ilişkilerinde bir milat oldu.
O tarihten itibaren hiçbir şey eskisi gibi olmadı.
Kürtler üzerine yaptığı araştırmalarla tanınan Martin van Bruinessen’e göre hilafetin kaldırılması şuna tekabul ediyordu:
“Hilafetin kaldırılmasıyla birlikte, Türk-Kürt kardeşliğinin en önemli sembolü ortadan kalkmış oldu. Ankara hükümetini din dışı olarak suçlamak mümkün hale geldi ki, bu suçlama hükümetin aldığı diğer bazı kararlarla da desteklenir gibi gözüküyordu. Bu argüman, İslam’a kuvvetle bağlı olan Kürtler için diğer herhangi bir argümandan daha etkiliydi.”
Türklük kimliği dayatıldı
O dönemin şartlarına göre ‘ulus devlet’ belki de kaçınılmazdı. Ancak modernlikle kendini öne çıkartan resmi ideolojiyle, dindarlık üzerine kurulu olan toplumun temel taşları çatışıyordu.
Kürt meselesi esasında modern Türk ulusu yaratmanın bir sonucu olarak ortaya çıktı. Kürtler kendini Müslüman bir milletin parçası olarak ‘asli unsur’ görmekte zorlanmıyordu. Ama ‘Müslümanlık’ devre dışı kalınca, Kürtlük de büyük bir sorun haline geldi.
CHP’nin zulmü esasında seküler Kürtlere değil, dindar Kürtlere uğradı. Bunun tek istisnası, Dersim’deki Alevi Kürtlerdi.
Yazar Muhsin Kızılkaya,
“Başta bu ‘Türklük’ fikri ötekilerin yerine önerilen bir kimlik olmasaydı, belki bu kadar yakıcı sorunlara yol açmazdı, ama Türklük kimliği ‘dayatıldı. Türk olmayanlara ‘hizmetçi olma’ hakkı tanındı, Kürtçe konuşmalara telgraf tarifesi başına ceza kesildi, 1930’lu yıllardan itibaren Kürtçe yasaklandı ve tamamen kamusal alanın dışına çıkartıldı”
ifadeleriyle durumu özetliyor.
KÜRT ULUSALCILIĞININ DOĞUŞU
Dışlanmışlık, yabancılaşma, ötekileştirme ve şiddet öfkeyi doğurdu, öfke ise beraberinde karşı şiddeti getirdi.
Cumhuriyet döneminde Kürt bölgelerinde çıkan olaylar, her ne sebepten olursa olsun ‘Kürt isyanları’ olarak tarihe geçse de, Kürt bağımsızlık hareketlerini tetikleyen olay Şeyh Said isyanı oldu. Günümüzde bile tartışılan bu olayın çıkış sebebinden ziyade, bastırılma şekli, Kürt ulusalcılığının doğuşuna zemin hazırladı.
Tıpkı 80 ihtilalinde Diyarbakır cezaevinde yaşananların PKK’yı güçlendirdiği gibi... Resmi görüş Şeyh Said olaylarını zaman zaman “Kürt isyanı” zaman zaman da “irticai ayaklanma” olarak niteliyor.
İSMET İNÖNÜ’YE VERİLEN YETKİLER
Kürt meselesi Şeyh Said öncesi ve sonrası diye ikiye ayrılsa, yeridir. Zira olayın sonrası tam bir felaket.
Olaylara katılan aşiretler adeta tarihten silinmek istendi. Şeyh Said ve 46 arkadaşı idam edildi.
Bu dönemde İsmet İnönü başbakan oldu ve şu yetkilerle Şeyh Said olaylarının üzerine gitti:
Hıyanet-i Vataniye Kanunu,
Takrir-i Sükun Kanunu ve bu kanuna dayanarak oluşturulan İstiklâl Mahkemeleri,
Takrir-i Sukün kanunuyla bir yandan muhalefet susturulurken, diğer yandan isyan bölgesindeki Kürtlere yönelik büyük zulümler yapıldı.
Olaylara karışanlar idam edildi, karışmayanlar tutuklandı veya Anadolu’nun farklı bölgelerine sürüldü. Diğer yandan da Kürtleri tedirgin eden bir kimlik politikasıyla Kürtçe ve Kürt kültürüne ait her şey yasaklandı. Şark Islahat Planı işte bu tarihlerde çıktı.
Her türlü baskı ve şiddetin yanı sıra, sistemli bir asimilasyonu da öngören bir plan olarak sadece Cumhuriyet döneminde değil, 2000’li yıllara kadar çeşitli şekillerde uygulamada kaldı.
Sıkı yönetim, OHAL, umumi müfettişlikler (Genel Valilik), iskan kanunları, Kürtçe konuşma yasağı uzun yıllar devam eden bu uygulamalardan bazıları.
Şeyh Said’in torunlarından Hüsamettin Korkutata, idam edilen, uzun yıllar köylerinden sürgün edilerek başka şehirlerde yaşamak zorunda kalan, babası da dahil olmak üzere dağları mesken tutan ailesini anlatıyor:
“Bizim ailemiz Tırakya, Kastamonu gibi yerlere sürgün edildi. Babamın bir amcası da Suriye’ye gitti. Dedem, yeğenlerini kurtarmak için teslim olmaya gitti ve bizden beş kişi o gün idam edildi. Babam ve sekiz kardeşi dağa çıktı. Yıllarca dağlarda yaşadılar, teslim olmadılar. 1940’lı yıllarda umumi af çıkınca dağdan indiler.”
Köylerin çoğunun yakıldığını, kitapların yırtıldığını, Kürtçe konuşmanın yasaklandığını söyleyen Korkutata, en çok da şapka giymedikleri için köylülerin dövülüp hakarete uğradığını sözlerine ekledi.
“Sadece şapka yüzünden ciddi zulümler yaşandı. Bingöl’de doğru dürüst karakol bile yokken, bizim yaşadığımız Çan köyünde asayiş karakolu kuruldu. O karakolun baskısını çok yaşadık. Ezan Türkçe okutulacağı zaman da ilk önce Çan’da okutalım dediler. Ama Türkçe okuyacak kimseyi bulamadıkları için, Elazığ’dan ‘Yusuf’ diye bir adamı getirdiler.”
Sason’daki sıradan insanlar
Şeyh Said olaylarından sonra birbirinden habersiz birçok irili ufaklı Kürt isyanı yaşandı. Bu isyanların çıkış sebebi genelde o bölgelerdeki uygulamalara tepki olsa da, “Kürt isyanı” olarak kayıtlara geçti. Mesela Sason’daki sıradan insanların Kürdistan diye bir idealleri yoktu. Onlar açlık ve yoksulluğun mücadelesini veriyordu. Eski Başbakanlık danışmanlarından Sasonlu Ekrem Direkçi, o dönem yaşanan bir olayı bizzat öldürülen kadının oğlundan dinlediğini söylüyor:
“Sason’da askere pusu kurmuşlardı. Hamile bir kadın askerler zarar görmesin diye pusuyu askere haber vermek için siperinden çıktı. Askerler kurtuldu ama kadın öldürüldü. Bu acılar toplumda unutulmayan izler bıraktı. Bunların tamamının sorumlusu CHP zihniyetidir.”