14 Mayıs seçimleri, iyi ve kötü propagandanın da yarışıydı bir bakıma. “Ne olursa olsun kazanalım” şiarıyla her türlü yalan, iftira, şantaj ve mübalağayı meşru gören sosyal medya yönlendirmelerinin etkin olduğu, fakat kazanamadığı bir seçim atlattık. Velhasıl; sokakların hakikati, sosyal medyanın şişirilmiş gerçekliğini bir kez daha yenmiş oldu.
Ülkece 14 Mayıs 2023 seçimlerini alnımızın akıyla tamamladık. Dış basında ve muhalif yankı odalarında iddia edildiği gibi iç kargaşa çıkması bir yana sulh içinde bir seçim geçirdik. Sağlık sebebiyle birkaç vatandaşımızın vefat edişi dışında üzüntü verici bir hadise de yaşanmadı seçimler esnasında.
Millet iradesinin nasıl tecelli ettiği çeşitli açılardan konunun uzmanlarınca uzun uzadıya değerlendirilecektir. Her birini bu yazıda konu etmek mümkün olmayacaktır. Bu yüzden seçimlerin kendimce önemli gördüğüm dört sonucunu ele almayı düşünüyorum.
MİLLİ SİYASETİN ZAFERİ
Seçimin en önemli sonucu, muhafazakâr milliyetçi düşüncenin galibiyeti oldu. Türkiye merkezli düşünmenin, ülke siyasetini milli kalkınma, milli güvenlik ve bağımsız dış politika temeli üzerine oturtmanın halkın hâlâ en değer verdiği siyaset biçimi olduğu bir kez daha tescillenmiş oldu.
Bağımsız, güçlü ve bölünmez bir Türkiye hedefiyle halkın karşısına çıkan Cumhur İttifakı Meclis’te çoğunluğu sağlarken Cumhurbaşkanlığı ipini de önde göğüsledi. 1. turda çok az bir oy farkıyla cumhurbaşkanı olmayı kaçıran Recep Tayyip Erdoğan’ın 2. turda yarışı önde bitireceği yurt içinde ve dışında, taraflı tarafsız yapılan değerlendirmelerin tamamına yakınının ortak kanaati.
Seçimlerde odağına Batı dünyasıyla uyumu koyan, dış politikada Batı çıkarlarıyla ortak hareket etmeyi, iç hukukta Batı’nın arzu ettiği değişiklikleri yapmayı vaat eden, ekonomide ise Batı’dan borç para bulmayı yeterli gören Kemal Kılıçdaroğlu ise yarışı geride tamamladı. Partisi CHP, bünyesine kattığı 4 partiye rağmen oylarını artıramazken ittifak ortağı İYİ Parti, kendi beklentilerinin hayli, seçim öncesi anketlerin ise epey altında kaldı.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığını destekleyen ayrılıkçı, teröre destek veren sol partilerden müteşekkil Emek ve Özgürlük İttifakı da beklentilerin altında bir sonuç elde etti. İttifakın gövde partisi, kapatılması beklenen HDP’li adayların yeni adresi Yeşil Sol Parti, yerelde özerklik ve mahpus PKK’lı teröristlerin tahliye edileceği vaatleriyle hem oy kaybetti hem de Meclis’teki koltuk sayısı azaldı. Irki aidiyeti ne olursa olsun seçmenlerin büyük çoğunluğu ülkenin birlik ve bütünlüğünün korunmasını hâlâ öncelikli bir mesele olarak gördüğünü ilan etmiş oldu.
CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİNE GÜVENOYU
Altılı Masa nam Millet İttifakı’nın vatandaşa en büyük vaadi parlamenter sisteme dönüş idi. Binlerce sayfadan oluşan mutabakat metninin mendireği olan bu vaat, gerçekleşmesi halinde diğer tüm vaatlerin de gerçekleşmesine kapı aralayacaktı.
14 Mayıs seçimleri bu açıdan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi için bir tür halk oylaması niteliğindeydi. Milletimiz sistemin değiştirilmesinden yana olmadığını gösterdi ve başta muhalefetin parlamenter sisteme dönüş vaadi olmak üzere eskiye dönmeyi çağrıştıran tüm mutabakatları da öğütücüye gönderdi.
Önümüzdeki günlerde ilk turda alınması gereken yüzde 50+1 oy eşiğiyle ilgili bir değişiklik düşünülse de şu gerçeğin bir kez daha altını çizmek gerek: Milletin gözünü boyamaya çalışarak değil, milli değerlere gerçekten değer vererek seçmenin karşısına çıkmak Cumhurbaşkanlığı’nı kazanmanın her zaman anahtarı olacaktır.
BATI’NIN OTORİTERLİK YAYGARASI İFLAS ETTİ
14 Mayıs seçimleri Batı dünyasının da bir numaralı gündemiydi. Batı dünyasının önemli yayın organlarında gerçekleşecek seçimlerle ilgili geniş makaleler ve haber dosyaları yayınlandı. Büyük çoğunluğu Türkiye siyasetini anlamaya çalışmak ve nesnel bir öngörüde bulunmaktan ziyade muhalefet lehine propaganda yapmaya ve Türk seçmenini doğrudan etkilemeye yönelikti.
Batı basının, Batılı ülkelerin Türkiye üzerindeki çıkarlarından bağımsız olmayan bu çarpık bakışı ülkemiz gerçekleri karşısında yine aciz kaldı. Seçimlerin, kendi ülkelerinde hayal bile edemeyecekleri bir oranda, yüzde 89 katılımla ve olaysız geçmesi, çizdikleri karanlık tabloyu ve yazdıkları iç kargaşa senaryolarının çöpe atılmasına yol açtı.
Her şeye rağmen adil değerlendirmeler de yok değildi. Londra merkezli Middle East Eye’da, seçim öncesi yayınlan bir röportajında David Hearst, Batılı ülkelerin ve özelikle Batı basının önyargılı ve temelsiz yaklaşımını sorgularken nedenine dair can alıcı bir soru sordu:
“Bunun nedeni, Erdoğan’ın otoriter olması mı, yoksa bağımsız ve Müslüman olması mı?”
Hearst, sorunun cevabını da kendi verdi: “Mesele, Erdoğan’ın otoriter veya demokrat olması değil. Batı, Erdoğan’dan daha kötü olan otoriter liderlerle iyi geçiniyor. Batı, Türkiye’nin bir kez daha kendilerinin uysal oyuncağı olmasını istiyor.”
Hearst’ün muhalefetin adayına yönelik tespiti de oldukça gerçekçiydi: “Batı medyası şaşıracak, çünkü Kılıçdaroğlu’nun sözde demokrasisinin altında çok demokrasi dışı çizgiler yatıyor; ırkçı çizgiler.” Kemal Kılıçdaroğlu’nun son açıklamalarına bakıldığında, 2. tur stratejisinin istikametinin tam da bu yönde olduğunu görebiliyoruz.
SOSYAL MEDYA BALONLARI PATLADI
Sosyal medyanın toplumsal siyaset açısından önemini 2013’teki Gezi Olayları ile keşfetmiştik. Ondan sonra öyle hızlı benimsedik ki; dünyanın en çok aktif kullanıcısına sahip ülkelerinden biri olduk ve aynı zamanda en güvensiz sosyal medya ortamına da… Çünkü çok geçmeden anlaşıldı ki; biz onu kullanırken o da bizi kullanıyordu. Vaka, sadece bir takım bilgilerimizin şirketler tarafından ticari amaçla kullanılmasından ibaret değildi. Artık siyasi fikirler de, pazarlama diliyle söyleyecek olursak, bir ürün gibi insanların aklına yerleştirilebiliyordu. Tevekkeli, bugünlerde en çok kullandığımız kelimeler dezenformasyon, manipülasyon, post-truth (yanlı gerçeklik) ve yankı odaları…
Bu seçimler, iyi ve kötü propagandanın da yarışıydı bir bakıma. “Ne olursa olsun kazanalım” şiarıyla her türlü yalan, iftira, şantaj ve mübalağayı meşru gören sosyal medya yönlendirmelerinin etkin olduğu fakat kazanamadığı bir seçim atlattık. Muhalefetin ekonomi danışmanı olarak adı geçen Daron Acemoğlu durumu şu şekilde okumuş: ”Hükümetin deprem bölgesinde bile erimeme sebebi bölgede kurduğu patronaj ağı ve sahada çok aktif çalışması”. Velhasıl; sokakların hakikati, sosyal medyanın şişirilmiş gerçekliğini bir kez daha yenmiş oldu.
Bu çıktıyı iyi kullanıp seçim sonrası peşini bırakmayarak özelikle sosyal medya fanuslarına hapsolmuş, fikri olarak kısılıp kalmış genç nesli meselenin vahametine uyandırmak gerekmektedir.