2011 yılında başlayan halk ayaklanmasından bu yana Suriye'de 300.000'den fazla insan hayatını kaybetti, 10 milyondan fazla insan evinden barkından oldu, 4 milyona yakın kişi ise ülkeyi terk ederek mülteci konumuna düştü. Suriye'de yaşananlar artık, Tunus, Libya ve Mısır'daki halk ayaklanması örneklerinden daha çok, Yugoslavya'nın dağılma sürecinde yaşanan insanlık dramını hatırlatıyor. Beşar Esed ise Bosna'da ırk temelli katliam gerçekleştiren kanlı Sırp lider Slobodan Miloseviç'e benziyor. Tek farkı, Esed'in mezhep temelli kıyım yapması ve katletmeye giriştiği grubun ülkede nüfus olarak üçte iki çoğunluğa sahip olması.
1990'ların başında çatışmaya müdahale etmeden önce yıllarca Bosnalı Müslümanların katledilmesini izleyen dünya kamuoyu, şimdi de Suriye'de yaşanan felakete göz yumuyor. Hatta bir de üstüne üstlük izlediği yanlış politikalarla ülke içindeki durumu daha da karmaşıklaştırarak ve Esed yönetiminin ömrünü uzatarak, yaşanan katliama ortak oluyor. Kimyasal silah kullanımı gibi konularda önce kırmızı çizgiler çizip, sonra o çizgileri yok sayarak, Esed rejimine ve destekçilerine bütün insanlık dışı uygulamalarına devam etmeleri için cesaret veriyor. Avrupa, kapısına dayanan göçmenlerin sorunlarıyla değil, bu göçmenlerin kendi başına açabileceği muhtemel sorunlarla ilgileniyor. Bütün batı ülkeleri rahat koltuklarında ekranlardan izlediği savaşın gerçek hayatlar üzerindeki yıkıcı etkisini görmemek için kafalarını başka tarafa çeviriyor ve sınır kapılarını kilitliyor.
Son olarak bir de Rusya'nın doğrudan rejim muhalifi grupları hedef aldığı askeri müdahalesiyle, Suriye krizi iyiden iyiye içinden çıkılmaz hale geldi. Rusya aslında başından beri Esed rejimine askeri ve siyasi destek sağlıyordu. Fakat Rusya'nın son dönemde Tartus Deniz Üssü ve Lazkiye'deki Bassel El-Esed Hava Üssü başta olmak üzere Suriye'nin batısında konuşlandırdığı askeri varlığı, olaya yepyeni bir boyut kazandırdı. Önce Rus parlamentosunun üst kanadı olan Rusya Federasyon Konseyi, Rus askerlerin yurt dışında görev yapmasını onayladı. Sonrasında ise Rus Ortodoks Patriği, garip bir şekilde Rusya'nın Suriye'de gerçekleştireceği askeri saldırıların kendileri için bir "kutsal savaş" olduğunu açıkladı. Böylelikle İran, Hizbullah ve IŞİD gibi aktörlerden sonra Rusya da Suriye'de mukaddes(!) savaş yürüten aktörler arasına katılmış oldu. PYD de Rusya'nın askeri müdahalesini sevinçle karşıladı. Rusya'nın askeri yardım teklifine balıklama atlamakla kalmayıp, “Biji Obama” sloganından “Biji Putin” sloganına hızlı bir geçiş yaptı.
Şu ana kadar ABD ve İngiltere başta olmak üzere birçok ülke, Rusya'nın hava operasyonlarının IŞİD yerine, Suriyeli sivilleri ve Esed yönetimi ile mücadele eden Özgür Suriye Ordusunu hedef aldığını açıkladı. İngiliz Savunma Bakanı Michael Fallon, Rusya'nın gerçekleştirdiği ilk 21 hava saldırısından sadece bir tanesinin IŞİD ile alakalı bir bölgeye yapıldığını belirtti. Ülkedeki birçok yerel aktör de benzer gözlemler ifade etti. Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu Başkanı Halid Hoca, Rusya'nın hava saldırılarında birçok sivilin hayatını kaybettiğini açıkladı.
Rusya, ne iddia ettiği gibi IŞİD'le mücadele etmeyi önemsiyor ne de Suriye halkının çıkarlarını düşünüyor. Zaten şu anda Suriye'deki çatışmaya müdahil olan aktörlerin önemli bir kısmının en son önemsediği şey Suriyelilerin hayatı ve refahı. Açık kapı politikası izleyerek iki milyondan fazla göçmene kucağını açan, hiç çekinmeden onlar için milyarlarca lira harcayan ve benimsediği insani yaklaşımla diğer aktörlerin samimiyetsizliklerini yüzüne vuran Türkiye ise maalesef terör ve istikrarsızlık gibi sopalar kullanılarak kendi iç sorunlarına hapsedilmek isteniyor. Rusya'nın da doğrudan askeri müdahalesiyle birlikte şu an Suriye'de durum her zamankinden daha karmaşık ve karanlık görünüyor. Suriye'de patlayan bombaların altında sadece cansız bedenler kalmıyor aslında; insanlığın vicdanı da o yıkıntılar arasında bir yerlerde can çekişiyor.