|

Şeytanın izdüşümü: Siyonizm

04:00 - 29/01/2024 Pazartesi
Güncelleme: 06:50 - 29/01/2024 Pazartesi
Yeni Şafak
Fotoğraf: Arşiv
Fotoğraf: Arşiv
Ahsen İlhan - Sanat Tarihçisi - Yazar

İnsanın kendini bilmesi ve tanıması, tasavvufta, hakikat arayışının yankılandığı bir yolculuktur. Bazı kaynaklarda hadis olarak zikredilen, İbn Arabi’nin bir eserine de adını veren ve tasavvufta hikmet ehlinin farklı biçimlerce aynı anlama defalarca temas ettiği “Nefsini bilen, Rabbini bilir.” sözü de hakikate giden ilk adımın, varlığın tercümesinden geçtiğini anlatıyor. Kendini bilmenin belki de ilk merhalesi, yaratılmış olmanın acziyetiyle Yaratan’ın kudretine teslimiyetse; bu teslimiyetten düşmeden yaşayıp gidebilmenin mecburiyetleri arasında da düşmanı bilmek ve ona göre bir statüye sahip olmak bulunuyor. Allah (cc) ayeti kerimesinde de şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Hep birlikte ve bütün varlığınızla İslâm’ın barış ve huzur iklimine girin. Şeytanın adımları ardınca gitmeyin; çünkü o, size apaçık bir düşmandır.” (Bakara/208)


HUZUR İKLİMİ

Müfessirlerce ayette zikredilen apaçık düşman; şeytan ve şeytanla aynı yolu tutanların, çağa göre değişebilen ama muhtevası ve kimliği benzer özellikler taşıyan kavimleri. Zaten insan, irfan ile zamanı okumak gayretine girdiğinde, nefsini mütemadi günah ve haram yoluyla bataklığa davet eden ‘şeytanın izdüşümü’ toplulukları saptayabiliyor. Mezkûr ayete tekrar dönecek olursak; iman edenlerin barış ve huzur iklimine davet edilmesindeki mânâ da elbette barışın, huzurun ve adaletin yegâne sağlayıcısının İslâm olduğu gerçeğine ilaveten; iman etmiş bulunmamızın tam tekmil İslâm’a bağlanmış olduğumuzla aynı meale denk düşmediği uyarısını da hissettiriyor. İslâm’ın huzur iklimi, hayatın bütün ritimlerinde belli bir niteliğe ve gönül rahatlığına kavuşmayı temin eder. Oysa ne az bu ritme sabitlenebiliyor, ne kadar da az iman ettiğimiz hâliyle nefes alıp verebiliyoruz. Yapmamız gerekeni bilmekten öteye gidişin yokuşlarında tıkanıp kalıyoruz. Kendimizi tam olarak bilemediğimizden düşmanı da tanıyamıyor ve ne yazık ki ona karşı koyacak pozisyonu alamıyoruz.


İBLİSE PABUCUNU TERS GİYDİRMEK

İnsan, şeytanın tekliflerini değerlendirmeye alana dek, şeytan sadece fısıltıdır. Şeytanı bedene bürüyen, ona hareket kabiliyeti verense; onun davetine icabet eden ve davetine davet ile mukabele eden insan suretli varlıklardır. Bebek katillerinin, şeytanı kendi iklimlerine davet eden vahşetlerini de bu kapsamda dile getirebiliriz. Çünkü şeytan, bebek katillerinin davetinden dönerken pabucunu ters giyecek kadar hayrete uğruyor.

İsrail bu anlatımda aslında sadece bir misal. Daha bunun Çin’i var, İngiltere’si var, azmettirici ve milyonlarca insanın katili ABD’si var. Ama daha da büyük bir vahamet olarak; Müslüman halkların başına getirilmiş, adı Müslüman ama içeriği Mossad olanı, alt metni Siyonizm olanı var. Şeytanın hizmetkârları sadece Allah’ı tanımayan toplumları idare etmek üzere mi bir yol haritası belirler? Yoksa Müslümanların arasına nifak ve düşmanlık sokmak mıdır gayeleri? Mısır’da yapılan darbe, inançlı bir halkın Siyonist uşağı bir yönetime mahkûm edilmesi projesi değil miydi? Irak’a giren ABD, gerçekten Irak halkının refahını mı arzuluyordu? Afrika’nın, Yemen’in sömürülmesindeki gaye sadece şeytan hizmetkârlarının açgözlü tabiatlarını mı tatmin yoluydu yoksa asıl hedef, inancın yeşerttiği zeminleri kurutmak ve Allah diyen insanların dünyada söz hakkı olmamasını sağlamak mıydı?

Ya 15 Temmuz? Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsına düşmanlık mıydı? Yoksa şahsında tezahür eden millet ve devlet birliğine, yerli savunma sanayiine, artan yerli üretime, dışa borçlanmanın azalmasına, ihracatın yükselişine, Akdeniz’deki haklarımızın korunmasına, kendi kendine yetebilecek bir ülke olma yolundaki devasa adımlara taş koyma ihaneti miydi? Türkiye’de başaramadıklarını şimdi uyanışa geçen Afrika ülkelerinde yıllardır başarmış olmasalardı; Irak’ı talan edip de ABD’nin Orta Doğu üssü hâline getirmeselerdi, Mursi’yi doğal ölüm süsüyle öldürmeselerdi şimdi Siyonist düşmana karşı elbette elimiz daha güçlü olacaktı.

Orta Doğu’daki sessizliğin ve ıssızlığın sebebi Müslüman halkları yöneten Siyonist kuklalarıdır. Ve hemen bütün Avrupa ülkeleri de aynı vahametin içindedir. Siyonizm dünyayı sarmış, idarelere yön veren en önemli mevkileri işgal etmiştir. Türkiye gibi nadir devletler, milletleriyle beraber darbelere, içeriden gelen işgallere karşı durabilmiştir. Hiç şüphesiz Müslüman olmadığı hâlde Siyonizme ayak direyen Venezuela’da darbe girişimlerinin sebebi de yine aynıyla vakidir.


TÜRKİYE’Yİ “SESSİZ”E ALAMADILAR

Siyonizm, FETÖ ve PKK terör örgütleri yoluyla bizi sessize alamamıştır ama Avrupa ve Orta Doğu ülkelerinin çoğunda yönetimleri işgal yoluyla bizi ve bizim gibi düşünen ülkeleri yalnızlaştırmıştır. Elbette bunlar, bugüne dek olagelenlerin tespiti. Ama işler hiç de sanıldığı gibi düşmanın izdüşümü Siyonistlerin lehine ilerlememektedir. Kassam Tugayları ve Kudüs Tugayları, işgale ve çocukları öldürmeye gelen İsrail’in terörist askerlerine Gazze’yi mezar etmeye devam ediyor. Bu arada dünyada İslâm’la şereflenen binlerce insanı bir kenara bıraksak; Siyonist kuklası devletlerine karşı ayaklananlar, Siyonizm’in yayılmış bir ur gibi dünyayı sardığı gerçeğiyle tanışanlar ve Müslümanları terörist gösterme yolundaki bütün algıları ayakları altında ezenler, bu şeytanî düzeni temelinden sarmış bulunmakta. Birbirine düşen düşman bloklarının, birbirlerinin kirli işlerini (Epstein vb.) ortaya dökmeye başlaması da bu değişimin öncül belirtilerinden. Kaybedilen pek çok şey geri alınabilirse de; küresel itibarı yerle bir olanlar ve medya iktidarları yoluyla algı üretenlerin kaybettiği ikna edicilik, geri dönüştürülemez. İşte tam böyle bir vasatta, düşmanı iyi tanımak, onunla yol alanların ayrımına varabilmek ve Allah’ın hükümranlığında O’nun yolundan gidenler dışında hiçbir gücün ve iktidarın gerçek bir zafere ulaşamayacağını bilerek pozisyon almak gerek.


#Siyonizm
#Gazze
#İsrail
8 ay önce