Doğal kaynak gelirlerini yatırım ve savunmaya harcarken gözünü kırpmayan Körfez ülkeleri için Türkiye müttefiklik noktasında Batı ülkelerine bir alternatif olarak yükseliyor.
Arap Baharı ile başlayan süreçte ortaya çıkan ve bütün dengeleri altüst eden sorunların diplomasi kullanılarak bir mizana oturtulması yoluyla şimdi geliştirilebilen bu çok yönlü ilişki, bunların yakın tarihte yaşanabileceğini ön göremeyen Batılı ülkeler için bir tehdit unsuru denebilir. Çünkü Körfez ülkeleri onlar için ürünlerini yüksek fiyatlara sattıkları halde bunu lütufmuş gibi sundukları, savunma sanayilerinin çarkını döndüren, ancak kendilerine dayattıkları politikalarını kabul etmemeleri halinde en ihtiyaç duydukları anda yalnız bırakabildikleri ülkeler.
Batılıların bölgeyle ilişkisi, sömürgecilik zihniyetleri nedeniyle birbirleri hariç eşitler arasında ilişki kurmayı bilmedikleri için asimetrik olmaya mahkum ve bu asimetriyi bozabilecek her aktör bir tehdit. Ancak Afrika ülkeleri ile karşılıklı faydanın sağlanabildiği, simetrik ilişki kurabilen Türk Dış Politikası, Körfez ülkelerine de kendi coğrafyalarındaki tehditlere karşı aradıkları özgüveni getirebilir. Üstelik bu coğrafya Türkiye’nin de yakın coğrafyası olduğu için Körfez ülkeleri de Türkiye’nin çözmesi için yalnız bırakıldığı sorunlarda yapıcı bir aktör olarak devreye girebilir. Çin ve Rusya, son zamanlarda yüz üstü bırakıldığını hisseden bazı Körfez ülkelerinin bu potansiyelini kendi çıkarlarına uygun olacak şekilde devreye sokmaya başladı bile. Ancak her ülkenin nihayetinde kendi çıkarlarını gözettiği ve bu coğrafyada realizmin tam anlamıyla hissedildiği yani gücün en önemli belirleyici unsur olduğu unutulmamalı.
Suudi Arabistan’ın; Ukraynalı esirlerin takası, savaşın diplomasi ile sonlandırılması, Sudan’daki darbeye karşı aldığı tavır Türkiye’nin tavrına benzer. Katar da, Suriyeli savaş mağdurlarının ülkelerine dönebilmeleri için Türkiye ile birlikte elini taşın altına koyan, ABD Afganistan’ı terk etmeden önce Taliban ile yaptıkları görüşmelere arabuluculuk eden, Filistin’de Hamas ve Fetih gruplarını görüştüren, blokaj altında yaşayan Gazze’ye yaptığı maddi yardımlarla hayatın devam edebilmesini sağlayan ve İsrail yönetiminin Hamas’la yürütmek istediği görüşmelerde muhatap olarak aldığı, ayrıca Fransızların Afrika’daki en büyük üssünü barındırmasına rağmen pek çok teröristin cirit attığı, devlet başkanının öldürüldüğü Çad’da başkaldıranlarla devlet arasındaki görüşmelere ev sahipliği yapan bir ülke… Katar’ın diplomatik kaslarını geliştirirken attığı adımların Türk politikasına zarar veren nitelikte olmadığını, pek çok noktada iş birliği içinde olduğunu da not düşelim. Körfez ülkelerine sadece maddî bir kaynak olarak bakmak ve bu ülkelerle kurulacak bütün ilişkileri ekonomik çıkar ilişkilerine indirgemek yanlış bir Uluslararası İlişkiler analizi olur.
Körfez turunun gündemi yapılan antlaşmalar da nedeniyle elbette ki ekonomi. Meyve vermesi umut edilen, yazıya da geçirilmiş sözlerin piyasalara olumlu etkisi gözlerden kaçamaz. Körfez ülkelerinin deprem bölgesine ve depremzedelere karşılık beklemeden hem yaptıkları hem de yapmayı vaat ettikleri yardım ve yatırımlar saf bir çıkar ilişkisinden ziyade, denklemin iki tarafındaki ülkelerin de ilişkilerin iyi bir düzlemde ilerlemesi için samimiyet göstergesi olan adımlar attığına işaret ediyor. Söz verilen meblağların yüksekliğine bakınca vaat edilen her tutarın gerçeğe dönüşmeyebileceği ya da halihazırda var olan antlaşmalar daha tam gerçekleşmemişken başka yeni antlaşmaların imzalanabileceği öngörülebilir. Ancak bu realist yaklaşım bile bu ziyaretin birçok anlamda başarılı ve dünyada da ses getiren bir ziyaret olduğu gerçeğinin önüne geçemiyor. Çünkü bu, yazarın gerçek olduğunu umduğu bir temenni değil, bazı yabancı aktörlerin bile şaşırarak itiraf ettiği bir realite.
Körfez ülkeleri ile ilişkiler gelişirken politika yapıcıların ve uzmanlarının bildiği bazı gerçeklikleri okuyucuya aktarmakta fayda var. Türk hükümeti aslında halklarının, kültürlerinin ve dillerinin benzerliği nedeniyle birbirinin aynı olduğu yanılgısına düşülebilecek ülkeleri değil, farklı devlet dinamikleri ve dış politika tercihleri nedeniyle aralarında hem siyasi hem iktisadi rekabet de olan, üç önemli bölge ülkesini ziyaret etti. Şimdi sıra bu rekabeti kendi lehine döndürerek üçüyle de özgün ilişkiler kurabilmekte. Üstelik bu rekabet sayesinde Katar ile var olan ve olduğu haliyle de zaten iyi olan ilişkilere bile, diğer iki aktörün devreye girmesiyle yeni boyutlar eklenebilir.