Lider odaklı terörle mücadele operasyonları ya da ilgili literatürdeki kullanımı ile dekapitasyon (decapitation) terör örgütlerinin liderlerini, komuta kademelerini ve üst düzey siyasi veya askeri yöneticilerini etkisiz hale getirmek veya ele geçirmek suretiyle düzenlenen operasyonlar olarak tanımlanabilir. Bu operasyonların arkasındaki motivasyon kaynakları ise terör örgütlerinin liderlik kademesinin örgütün ideolojik, söylemsel, taktiksel ve operasyonel yapısının temel yapı taşı olduğuna dair bir ön kabuldür. Böylelikle lider odaklı operasyonlar ile terör örgütlerinin organizasyonel ve operasyonel yeteneklerinin azaltılması, buna bağlı olarak da eylem düzenleme kabiliyetlerinin önüne geçilmesi hedeflenmektedir. Ayrıca bu operasyonlar ile terör örgütlerinin liderlik yapılarını zayıflatmak, iletişim kanallarını kesmek ve faaliyetlerini engellemek amaçlanır.
Dekapitasyon stratejisi, terör örgütlerinin liderlerini yakalamak veya etkisiz hale getirmek için istihbarat çalışmalarına da dayanır. İstihbarat birimlerinin saha personelleri, terör örgütünün lider kadrosunun kimlerden oluştuğunu, örgüt içerisindeki konumunu ve faaliyet alanlarını çeşitli yöntem ve araçlar ile tespit etmeye çalışır ve hedef alır. Örgütün lider kadrosu ele geçirildiğinde ya da komuta kademesi hasara uğratıldığında örgütün operasyonel yeteneklerinin ciddi şekilde etkilenmesi ve örgütün hiyerarşik düzeninin bozulması beklenir. Hiyerarşik düzeni ve organizasyonel yapısı bozulmuş bir örgütte güvensizlik ortamının ve teröristler arasında iletişim/koordinasyon sorunlarının ortaya çıkması ise kaçınılmaz bir durumdur.
Öte yandan dekapitasyon stratejisine dair literatürdeki araştırmalarda eleştirel yaklaşımlar da mevcuttur. Bazıları, liderlerin öldürülmesinin örgütü zayıflattığını ve terör faaliyetlerini azalttığını savunurken, diğerleri örgüt içerisinde hızla yeni bir liderlik yapısının oluşturulabileceğini ve örgütün faaliyetlerinin devam edebileceğini belirtmektedir. Bu noktada örgütün motivasyon kaynağının ne olduğu kendi içerisinde bir önem ihtiva etmektedir. Zira, örneğin, literatürdeki araştırmalar ideolojik motivasyona sahip örgütlerin dini motivasyona sahip örgütlere kıyasla lider odaklı operasyonlara daha fazla direnç sağlayabildiğini öne sürmektedir. Bu nedenle bu tür operasyonların etkisi incelenirken liderlik kademesi hasara uğratılmış olan örgütlerin eylem yapabilme kabiliyetleri, eylem sıklıkları, şiddeti ve örgüt içi hiyerarşik yapının üzerindeki etkileri gibi pek çok parametre öne çıkmaktadır.
MİT’in Irak ve Suriye sahasındaki lider odaklı operasyonlarına dair genel bir değerlendirme yapıldığında ağırlıklı olarak örgütün sözde lider kadrosunun ve orta/üst düzey terörist operatiflerin hedef alındığı görülmektedir. Bu noktada Irak ve Suriye’de geniş bir alana yayılmış olan saha personelinin topladığı veriler ışığında istihbari çalışmalar yapılmakta; ayrıca komuta merkezine iletilen bilgiler ile örgütün sözde lider kadrosuna yönelik İHA/SİHA operasyonları icra edilmektedir. Buradaki temel strateji ile sözde komuta kademesinin tahrip edilmesi, örgütün hiyerarşik düzeninin bozulması, nitelikli eleman kaybının yaşatılması ve bu sayede psikolojik üstünlüğün Türk güvenlik güçlerinin elinde tutulmasını sağlayarak örgütün çözülme sürecine girmesi hedeflenmektedir.
Özellikle 2023’ün ilk yedi ayındaki operasyonların sıklığı ve mahiyeti incelendiğinde bu operasyonlar ile örgüt içerisinde uzun yıllar boyunca faaliyet gösteren üst düzey operatiflerin ve sorumluların hedef alındığı görülmektedir. Ocak-temmuz ayları arasında aralarında sözde yürütme konseyi üyesi, istihbarat sorumluları, bölge, özel güç, maliye, iletişim, havacılık, lojistik, sabotaj ve eğitim sorumluları gibi örgüt içerisinde çeşitli katmanlarda görev alan ve isimleri açıklanan en az 25 orta/üst düzey operatif etkisiz hale getirilmiştir.
Örneğin örgütün sözde istihbarat sorumlusu ve Irak’ta şehit edilen diplomat Osman Köse’ye yönelik eylemin azmettiricisi olan Hasan kod adlı Celal Kaya, MİT tarafından temmuz ayında düzenlenen operasyon ile etkisiz hale getirilmiştir. Kaya’nın Irak’ta TSK unsurlarına yönelik eylemlerde ve Türk kamu görevlilerinin kaçırılması adına istihbarat topladığı ve eylemler planladığı belirtilmektedir.
Interpol tarafından kırmızı bültenle aranan ve PKK/KCK içerisinde sözde üst düzey yürütme konseyi üyesi Esad Faraşin/Esad Avrupa kod adlı Abdurrahman Çadırcı Haziran ayında MİT’in Suriye’deki operasyonu ile etkisiz hale getirilmiştir. Çadırcı, kuruluşundan bu yana örgüt kadrosunda bulunmakta ve 2000 yılından itibaren ise örgütün Avrupa’daki faaliyetlerinde rol almaktaydı. Örgütün sözde üst düzey yöneticilerinden olan ve Kandil sorumluluğunu üstlenen Gri kategorideki Sinan Dijvar kod adlı Fehmi Öğmen ise 1993 yılından bu yana örgüt içerisinde yer almaktaydı. MİT’in yerel istihbarat ağı ile takibe aldığı Öğmen’in Türkiye’deki pek çok eylemi bizzat organize ettiği ve Haziran ayında MİT tarafından etkisiz hale getirildiği belirtilmektedir.
Benzer şekilde örgüte 1993’te katılan ve Türkiye’deki üs bölgelerine yönelik eylemlerin faili olan Bager Türk kod adlı Haydar Demirel ise örgütün sözde Suriye Hol eyaleti sorumluluğunu üstlenmekteydi. Uzun süredir MİT’in takibinde olan Demirel’in mayıs ayında PKK/YPG üyesi teröristlere eğitim verirken etkisiz hale getirildiği ifade edilmektedir.
MİT’in Mayıs ayında gerçekleştirdiği bir operasyona ise ayrı bir parantez açılması gerekmektedir. Zira MİT, PKK/KCK’nin haberleşme altyapısına sızmış ve buradaki sorunun giderilmesi adına örgütün gizli iletişim altyapısından sorumlu olan Rodi kod adlı Emre Şahin’in görevlendirilmesini sağlamıştır. Bunun akabinde Irak’ta ilgili bölgeye intikal eden Şahin ve koruması, MİT operasyonu ile etkisiz hale getirilmiş; örgütün haberleşme altyapısı hasara uğratılmıştır. Son olarak ise örgüte 1986’da katılan ve PKK/YPG’nin sözde maliye sorumlusu olan Hamza Kobani kod adlı Mehmet Yıldırım ise Mart ayında etkisiz hale getirilerek örgütün mali ve ekonomik kanadına önemli bir darbe vurulmuştur.
Sonuç olarak, MİT’in 2015 yılından bu yana benimsemiş olduğu terörle mücadelede proaktif ve terörü kaynağında yok etme stratejisinin 2023 yılında da çok yönlü ve katmanlı bir şekilde devam ettiği görülmektedir. Ayrıca lider odaklı bu operasyonlarda örgütün komuta kademesi düzleminde yer alan ve örgütün operasyonel kabiliyetlerine dair kilit rollere sahip orta/üst düzey operatiflerin hedef alındığı anlaşılmaktadır. Bu sayede örgüt içerisinde eylem planlama, istihbarat toplama, eğitim verme ve mali işlerden sorumlu olan; lider ve alt seviye terörist unsurların arasında bulunan bu kademeyi etkisiz hale getirerek örgütün organizasyonel mekanizmasında bir aksamanın ve çözülmenin amaçlandığı düşünülmektedir.
Sözde liderlerin etkisiz hale getirilmesi, deneyimli eleman eksikliğine neden olmakta ve terör örgütünün hafızasının adım adım silinmesine yol açmaktadır. Bununla birlikte, operasyonel yeteneği olmayan militanların üst kadrolara terfi ettiği ve sonuç olarak terör örgütünün gerçekleştirdiği eylemlerin niteliğinin azaldığı ve karar alma yeteneklerinin körelmeye başladığı gözlenmektedir.
Dahası sözde liderlerin etkisiz hale getirilmesi terör örgütü içerisinde hiyerarşik yapının bozulması ve eylem kapasitesinin de azalmasına neden olmaktadır. Zira terör örgütünün sözde liderleri eylem yapılacak sahalardan uzak noktalarda saklanmakta; terör örgütü üyeleriyle telsiz, mektup ve video gibi iletişim vasıtalarıyla bağlantı kurmaya çalışmaktadır. İletişimdeki kopukluklar sebebiyle emir komuta zincirinde aksaklıklar yaşanmakta ve terör örgütünün sözde yöneticilerinin alt kadrolar üzerindeki otoritelerinin sarsılmaya başladığı ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda iletişim bağlantılarının kesilmesi terör örgütünden kaçışların artmasına ve teröristlerin teslim olmasına hızlandırıcı bir etki göstermektedir. Dahası teröristlerin konumlarının tespit edilmesinden korktukları için mağaralardan çıkamadığı ve alt kadrodaki üyelerin örgüt içi otonomisinin arttığı, sözde liderlerin otoritelerinin ise sarsılmaya başladığı ifade edilmektedir.
Öte yandan terör örgütü kaynaklarının mayıs ve haziran ayında Irak ve Suriye’de gerçekleşen MİT ve TSK operasyonlarına dair açıklamaları, örgütün söylemsel bağlamdaki zayıflığını da göstermektedir. KCK sözde yürütme konseyi eş başkanlığı, 6 Şubat’tan bu yana ilan ettikleri tek taraflı ateşkesi durdurduklarını ve terör eylemleri düzenleme kararı aldıklarını duyurmuşlardır. Benzer şekilde terörist elebaşı Duran Kalkan da seçim sonuçlarını ve Türk güvenlik güçlerinin bölgedeki operasyonlarını vurgulayarak daha radikal eylemler düzenlemek istediklerini söylemiştir. PYD sözde eş başkanı Salih Müslim ise artan operasyonlardan ötürü savunma pozisyonuna geçtiklerini ve 21 Haziran’daki Suriye konulu Astana Görüşmelerinden çıkacak sonucu beklediklerini ifade etmiştir.
Her ne kadar örgüt kaynakları ve sözde liderleri söylemlerinde Türkiye’yi tehdit etmeye devam ediyor olsa da bu söylemlerin Türk güvenlik güçlerine karşı hızlı bir reaksiyon gösterme çabasından başka bir şey olmadığı düşünülmektedir. Zira etki-tepki prensibi bağlamında değerlendirilebilecek olan bu hamlenin, örgüt içi söylemlerde altı doldurulmamış bir şekilde ifade edildiği görüldüğü gibi KCK, Duran Kalkan ve Salih Müslim’in açıklamalarındaki ortak noktalar ise uluslararası kamuoyundan ve küresel güçlerden Türkiye’ye karşı yardım talebinde bulunuyor olmalarıdır. Bu durum örgütün Suriye’de savunma pozisyonuna geçmesi ve Irak’ta ise güneye doğru sürülmelerinin bir sonucu olarak taktik ve operasyonel kabiliyetlerinde yaşadıkları yetersizliğin ve Türk güvenlik güçleri karşısında yaşadıkları demoralize zihin yapısının açık bir göstergesidir. Dahası haziran ayının ikinci haftasından itibaren MİT ve TSK’nın bölgedeki operasyonları sonucunda 70’den fazla teröristin etkisiz hale getirilmiş olması ve PKK/YPG’nin örgüt elemanlarına askeri üniforma yerine sivil kıyafetler ile dolaşma emri vermesi örgütün henüz somut bir reaksiyon gösterecek fırsatının olmadığını da kanıtlar niteliktedir.