Müslümanların gerilemesiyle dünya neler kaybetti?

04:002/01/2025, jeudi
G: 2/01/2025, jeudi
Yeni Şafak
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.

Gerek geçmişe gerekse günümüze baktığımızda ütopik bir İslam birliğinden ziyade güçlü bir İslam devletinin hamiliğinin daha işlevsel olduğunu görüyoruz. Bölgesel, belirli bir sorun etrafında kurulan iş birliklerinin faydası olsa da bu iş birliği ya da teşkilatları yaşatacak, etkili ve faydalı kılacak olan yine güçlü bir ülkenin veya ülkelerin hamiliğidir.

Numan Aka / Yazar

Değerli alim Ebu’l-Hasen Ali El-Hüseyin En-Nedvî’nin aynı adlı eserinin ilk kez yayınlanmasından bu yana üç çeyrek asır geçmiş. Çok etkili bir soru olduğu için yazıya başlık olarak uygun gördüm. An-Nedvi içinde yaşadığı, bilim ve medeniyet çağı olarak adlandırılan 20. yüzyılı bir cahiliye çağı olarak nitelendiriyordu. Şimdi bir yüzyıl daha geçti, vahşet ve cehalet katlanarak sürüyor.

MEDENİYET KURMA İŞTİYAKINDAN YOKSUN TOPLUM

Zamanının mütefekkirleriyle benzer görüşlere sahipti yazar. Müslümanların gerilemesiyle dünyanın neler kaybettiğinden çok niçin gerilediğine odaklanarak başlıkta sorduğu soruya cevap aramıştı. Gerilemenin nedenlerini din ile siyasetin ayrılması, ehil olmayan kadroların yönetime geçmesi, toplum içinde bozulan İslam ahlakı, pozitif bilimlere ilginin zayıflaması, Müslümanların ihtilafları vb. sebeplere dayandırıyordu. Müslümanların gerilemesi ile dünyanın dini dolayısıyla düzen ve huzuru kaybettiğinin altını çizmişti.

Bugün Müslüman toplumlar, 75 yıl öncesine göre çok daha zengin, teknolojik açıdan çok daha gelişmiş ve güçlü toplumlar fakat artık bir medeniyet kurma azim ve iştiyakından yoksunlar. Vahyi rehber edinmiş Müslüman bir toplumun örneklik ve önderlik edeceği bir dünyanın nasıl olabileceğine dair herhangi bir tahayyülleri yok.

Aynı şekilde, pozitif ilimlerde okuyanların sayısı yazarın yaşadığı zamanlardan bu yana oldukça artmasına rağmen İslami ilimlere bağlılık ve güvenin azalması, bu ilimlerde eski canlılığın ve kurumsallığın kalmamış olması, toplumun kendi ruh, ahlak ve kültür köklerini yavaş yavaş yitirmesine, Batı taklitçisi, kendine yabancı nesiller oluşmasına yol açtı. Müslüman okumuşlar, çoğunlukla kendi dinleri ve coğrafyaları hakkında bir asır önceki Batılı müsteşrikler gibi düşünüp geri kalmışlığı ve acizliği kabullenir bir portre çizmekteler.

İTTİHAD-I İSLAM MÜMKÜN MÜ?

İslamcılık dediğimiz siyasi akım bu minvalde doğdu ve gelişti. Çözüm önerilerimin ilki Müslümanların çağın bilim ve teknolojisinden geri kalmaması idi. Hemen ardından ise Müslüman toplumların birleşmesi, en azından birlikte hareket edecekleri bir nizam kurulması gerektiği geliyordu.

Müslümanların birliği ya da İslam birliği, zannettiğimizin aksine çok yeni bir kavram. Hepimiz biliriz ki, Kur’an’da “Müslümanlar kardeştir” diye buyurulmuş ve Cenabı Allah’ın “ipine topluca sarılmamız” emredilmiştir. Hakikat şu ki; Müslümanlar Hz. Osman’ın halifeliğinin 6. yılından sonra bir daha tek bir idari çatı altında yaşayan bir toplum olarak kalamadılar. İslam yayıldıkça Müslüman toplumlar dağıldı ve çeşitlendi. Birbirlerinden haberleri dahi olmayan İslam toplumları oluştu hatta.

Dr. Mustafa Öztop; 25 Mayıs 2024 tarihinde Düşünce Günlüğü için yazdığı “İsrail’i durdurmak artık mümkün” başlıklı yazısında Müslümanların birliği fikrinin kökeni ve gelişimini özetledikten sonra, bu fikrin günümüzde nasıl uygulamaya konacağına dair birtakım yeni önerilerde bulunuyor.

İttihad-ı İslam'ın Avrupa Birliği benzeri modern bir formda mümkün olabileceği gibi 1924’te ilga edilen Hilafet’in yeniden tesisi ile gerçekleşebileceği de ileri sürülmüştür. Ürdün, Suudi Arabistan, Türkiye gibi birden fazla lider adayı olduğu, asabiyet ve ehliyet kaynaklı tartışmalar son bulmadığı için şimdilik Halifelik konusu üzerinde durmak faydasız olacaktır. Nitekim günümüz İslam İşbirliği Teşkilatı, D8, Arap Ligi gibi İslam birliği örneklerinin tamamı dönüşümlü ev sahipliği ve müşterek teşkilatlar şeklinde hayata geçmiştir.

İttihad-ı İslam düşüncesi belki de insan tabiatı, coğrafi imkansızlıklar, kültürel farklılıklar, tarihi ve toplumsal dinamikler yüzünden gerçekleşmesi mümkün bir ideal gibi olmadı hiçbir zaman. Mevcut İslami teşkilatların kendi üyeleri üzerinde ve dünya siyasetinde yeterince ağırlığa sahip olmaması buna örnektir.

Mezkur yazısında Öztop, Filistin’in işgali sonrası petrol ihraç eden Arap ülkelerinin İsrail’i destekleyen Batılı ülkelere karşı giriştiği petrol ambargosu gibi başarılı uygulamalardan bahsetmektedir. Fakat bu başarılı kabul edilen ambargo dahi, girişimin mimarı Suudi Arabistan Kralı Faysal, sarayında kendi yeğeni tarafından katledilerek akamete uğratılmıştı. Yine de bu ambargo, coğrafi kısıtların artık öneminin azaldığı günümüzde belirli bir alanda veya bölgesel çapta müşterek hareketin mümkün olabileceğini bizlere göstermiştir.

“TÜRKİYE’NİN OLDUĞU YERDE HUZUR OLUR”

Prof. Dr. Şener Aktürk, 1 Temmuz 2024 tarihinde Fokusplus platformunda yayınlanan “İnsani Müdahaleler ve Müslüman Büyük Bir Gücün Eksikliği” yazısında şöyle soruyor: “Böyle bir uluslararası düzende, Arakan, Doğu Türkistan, Filistin veya Suriye’de olduğu gibi kitlesel katliamlarla karşılaşan bir Müslüman topluluk hangi büyük güçten medet umabilir?” Aktürk, daha sonra “Sünni Müslümanların uluslararası sistemde hamisiz ve soykırıma karşı en korunmasız toplumlar olduğu” kanaatini paylaşıyor.

Yazarın şu tespiti oldukça çarpıcıdır. ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya’dan müteşekkil BM Daimi Güvenlik Konseyi üyeleri, dünyada halihazırda cereyan eden veya yakın zamanda gerçekleşmiş, müslüman toplumlara yönelik kitlesel katliamlardan, soykırım girişimlerinden en az birinin doğrudan faili ya da destekçisidir. Bu tespiti yaptıktan sonra son yüzyılda Müslümanlar açısından bu durumu tersine çeviren tek istisnanın Türkiye’nin Suriye meselesindeki tutumu olduğunu iddia ediyor. Türkiye, Rusya’nın ve ABD’nin de dahil olduğu bu bölgesel çatışmada gövdesini ortaya koyarak 10 milyonu aşkın Suriyeliyi bir soykırımdan kurtarmıştır.

Şener Aktürk Hoca’nın yazısı 6 ay önce yayınlanmıştı. Ne mutlu bize ki; katliamdan kurtarılan bu mazlum halk, ülkesini işgalcilerden ve zalim yöneticilerden temizleyerek vatanını yeniden kazandı bugün ve Türkiye, bundan sonra 20 milyon aşkın Suriye halkının tamamının hamisi olacağını ilan etti dünyaya.

Gerek geçmişe gerekse günümüze baktığımızda ütopik bir İslam birliğinden ziyade güçlü bir İslam devletinin hamiliğinin daha işlevsel olduğunu görüyoruz. Bölgesel, belirli bir sorun etrafında kurulan iş birliklerinin faydası olsa da bu iş birliği ya da teşkilatları yaşatacak, etkili ve faydalı kılacak olan yine güçlü bir ülkenin veya ülkelerin hamiliğidir. Aksi takdirde gayrimüslim büyük devletlerin baskıları ve/veya Müslüman devletlerin kendi aralarındaki iç tartışmalar nedeniyle kurulan birliklerin faydasız hale gelmeleri işten bile değildir. İsrail vahşeti karşısında mevcut İslam birliği teşkilatlarından hiçbirinin etkili olamaması bunun en büyük göstergesidir.



#Toplum
#İslam
#Dünya