Filistin-İsrail çatışmasının Afrika’ya yansıması

04:0013/10/2023, Cuma
G: 12/10/2023, Perşembe
Yeni Şafak
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.

Mevcut tablo, İsrail’in son 20 yılda Afrika ile ilişkileri geliştirmeye yönelik çabalarının az da olsa meyve vermiş olduğu yönündedir. Zira Afrika kıtası bugün Filistin-İsrail çatışmasına nasıl tepki vereceği konusunda bölünmüş durumdadır. Duygusal özdeşim ile pragmatik politika arasında diplomatik gel-gitler bugün Afrika’nın en önemli dilemmasıdır.

Doç. Dr. Yunus Turhan / Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Öğretim Üyesi

Orta Doğu’da mütemadiyen devam eden Filistin-İsrail çatışması zahiri olarak 20,770 kilometre kare alanda gerçekleşse de etkileri küresel ölçekte hissedilmektedir. Bu çatışmanın doğrudan bir parçası olmamasına rağmen olayların diplomatik net izdüşümü Afrika kıtasına düşmektedir. Zira Afrika, Yahudilik ve İslam’ın hem doğrudan proaktif bir öznesi hem de edilgen bir süjesi olmuştur. Afrika, kimliksel, dilsel ve kültürel olarak bu dinlerden çok etkilenmiştir. Son gelişmelere Afrika’nın gözünden bakmak bu manada zihinsel arka planımıza jeo-politik, teo-politik ve diplomatik bir pencere açacaktır.

TARİHTEN GELEN BAĞLAR

Tarihsel olarak Sami dinleri (İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik) Afrika’nın teo-politik ve kimlik yapısına doğrudan etki etmişlerdir. Kenyalı meşhur düşünür Ali Mazrui’nin ifade ettiği gibi dünyanın en başarılı (yayılma anlamında) Sami “Dini” Hristiyanlık, en başarılı Sami “Dili” Arapça, en başarılı Sami “Halkı” ise Yahudilerdir. Bu dinlerin dilsel ve biyolojik açıdan Afrika’ya doğrudan ve dolaylı etkisine baktığımızda, karşımıza salt dini alanın dışında Afrika’nın kimlik biçimine de yansıdığı görülmektedir.

Her şeyden öte, Yahudilerin Afrika ile organik bir bağı vardır. Hz. Musa, MÖ 1392 yılında Mısır’da doğmuştur. Annesi Levi ailesinden Yehoved, babası aynı aileden Keat oğlu Amram’dır. Bu bağlamda, eğer Hz. Musa’yı Mısırlı olarak kabul edeceksek, Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat Kuzey Afrika kökenlidir. Yani, şeriat ile yönetilen İsrail’in kutsal kitabı Afrika’dan neşet etmiştir.

Yahudiliğin ve Yahudi toplumunun Afrika ile olan bağı bununla da sınırlı değildir. Bugün Yahudiliğin iki ana kolu Afrika’da temsil edilmektedir. Birincisi, sayıları az da olsa Kuzey Afrika’da varlığını sürdüren İspanya-Portekiz kökenli ‘‘Sefarad Yahudileri’’; ikincisi ise Sahra-altı Afrika’da varlık gösteren Rus-Alman ve Doğu Avrupa kökenli ‘‘Aşkenaz Yahudileri’’. Arap dünyasında en fazla Yahudi’nin bulunduğu yer bir Afrika ülkesi olan Fas’tır. Cezayir’in Bağımsızlığı (1960) sırasında ülkede 135 bin Yahudi var iken bugün bu sayı 200 civarına düşmüştür. Aynı şekilde, 1935’lerde 100 bin Yahudi’nin yaşadığı Mısır’da bugün sayı 100 civarıdır.

Öte yandan, dünyanın en zengin (Güney Afrika Yahudileri) ve fakir Yahudileri (Etiyopya’daki Falaşalar) Afrika’da yaşamaktadır. ABD’deki Yahudilerden sonra İsrail hazinesine en fazla para gönderen Güney Afrika’daki Yahudilerdir. Hatta, nüfus sayısı temel alındığında Güney Afrika Yahudileri listede en üst sırada yer almaktadır.

Kıta ile İsrail’in ilişkisi Kutsal Kitap’ta geçtiği gibi kurumsal bir maziye sahiptir. İsrail kurulmadan önce Yahudiler için Afrika’da bir yurt önerilmiştir. Britanya Koloni Sekreteri Joseph Chamberlain tarafından 1903 yılında “Uganda Planı” çerçevesinde bugünkü Doğu Afrika’nın Mau Platosu’nda 13.000 kilometrekarelik bir alan Yahudilere yurt olarak teklif edilmiş (İkinci Dünya Savaşı’nda bu teklif yenilendi), lakin Theodor Herzl maiyetindeki Siyonist hareket, tüm önerileri reddederek bugünkü Filistin topraklarında ısrarcı olmuştur.

MANDELA: ÖZGÜRLÜĞÜMÜZ EKSİK KALACAK

İsrail’in devlet statüsü kazanmasının hemen arifesinde Afrika ile ilişkiler yeni bir sürece evrilmiştir. Afrika açılımının mimarı olan dönemin Başbakanı David Ben-Gurion ve Dışişleri Bakanı Golda Meir kısa sürede 32 Afrika ülkesi ile diplomatik ilişkiler kurmuş ve 10’dan fazla ülkeyle de savunma alanında askeri iş birliği yapmıştır.

Aynı şekilde, Afrika ülkelerinin yeni kurulan İsrail’e yönelik destekleri de olmuştur. Bu desteği bir yandan yeni kurulan İsrail’in küresel tanınması için diplomatik bir hamle, diğer yandan da Afrika toplumunun BM’de İsrail aracılığıyla ABD’nin desteğini yanına alma hamlesi olarak okumak gerekir. Bu çerçevede, Gana bağımsızlığını kazanmadan önce bu ülkeye İsrail’in teknik ve ekonomik yardımı olmuştur. Akabinde 1960 yılında Mali, Yukarı Volta ve Madagaskar ile anlaşmalar imzalanmıştır. 1961’de Dahomey ile; 1962’de Fildişi Sahili, Uganda, Gabon, Sierra Leone, Ruanda, Kamerun, Gambiya ve Burundi ile; 1963’te Nijerya ve Tanzanya ile; 1964’te Togo ve Çad ile, 1965’te Kenya ile iş birliği anlaşmaları imzalanması, İsrail’in Afrika açılımının bir sonucudur. 1960’larda 1.800’den fazla İsrailli uzman kıtada kalkınma programları yürütmüş ve 1972’ye gelindiğinde İsrail, İngiltere’den daha fazla Afrika büyükelçiliğine ev sahipliği yapmıştır.

Soğuk Savaş döneminde İsrail’in Afrika açılımı, esasında Sovyetler’e karşı Üçüncü Dünya’nın kalbinde mevzi kazanmak isteyen ABD’nin (Batı) bir dış politika uzantısı olarak devam etmiştir. Ancak, 1973 Arap-İsrail Savaşı sonrası İsrail-Afrika ilişkileri bozulmaya başlamıştır. Mart 1972 ile Ekim 1973 tarihlerinde savaşın patlak vermesi ile birlikte sekiz Afrika ülkesi İsrail ile ilişkilerini kesmiştir. Mısır liderliğinde İslam Ülkeleri İşbirliği Teşkilatı ve Afrika Birliği’nin Filistin lehine tavır almaları, kolonyalizmden yeni çıkan halkın ezilmişler lehine duruşu, Afrika ülkelerini blok halinde İsrail’e karşı ortak tavır almaya itmiştir. Güney Afrika’daki apartheid rejiminin maruz bıraktığı halkın Nelson Mandela önderliğinde dayanışma girişimleri tüm Afrika uluslarında Filistin davasına sempati kazandırmıştır. Nelson Mandela’nın 27 yıl hapiste kalarak verdiği mücadele, özellikle İsrail işgali ile apartheid duvarı ve siyah Güney Afrikalıların karşı karşıya kaldığı mağduriyetlerin benzerliği, Filistin davasına yönelik Afrika halkları nezdinde duygusal bir zemin oluşturmuştur. Mandela’nın 1997’de Uluslararası Dayanışma Günü’nde yaptığı konuşma pek çok Afrikalının duygularını ifade eder mahiyettedir: “Filistinlilerin özgürlüğü olmadan bizim Afrikalılar olarak özgürlüğümüzün eksik kalacağını çok iyi biliyoruz.”

ORGANİK İTTİFAK ARAYIŞI SONUÇ VERMEDİ

Soğuk Savaş sonlarına doğru değişen dünya gerçekliği, İsrail’in 1980 sonlarından itibaren neo-liberalizme eklemlenme çabası barış görüşmelerini hızlandırırken, İsrail için Afrika yeniden en önemli gündem maddesi olmuştur. Bu sefer konu, Etiyopya’da yaşayan ve kendilerini kayıp Yahudi kolu olarak gören ‘‘Beta Yahudileri’’ olmuştur. “Beyt-i İsrail” (Beta İsrail) olarak bilinen bu grup “yurtsuzlar, başıboşlar” anlamında “Falaşa” diye tanımlanmaktadır ve İsrail’in ana etnik kimliklerinden birisidir. Kökenleri hakkında pek çok farklı rivayet varsa da en genel bilgi Hz. Süleyman’ın Habeşistan’a gönderdiği oğlu Kral Menelik’in soyundan geldikleri yönündedir. 1983 yılında “Musa Operasyonu”, “Yuşa Operasyonu” ve “Süleyman Operasyonu (1991)” gibi farklı yıllarda gerçekleşen operasyonlarla pek çoğu İsrail’e taşınmışlardır. İsrail’de yaşayan Ultra-Ortodoks Yahudiler olarak bilinen Harediler, Falaşalar için “Yahudi numarası yapan zenciler” nitelemesi yapmış, onlara yönelik kültürel saldırı, ayrımcılık ve kolonyalist davranışlar sergilemişlerdir. Bugün Falaşalar her ne kadar İsrail’de varlıklarını sürdürseler de kültürel olarak tamamen Afrikalıdırlar. İsrail’in son dönemde Falaşalar üzerinden Afrika toplumları ile organik bir ittifak arayışı, fanatik Yahudilerin üstenci ve dışlayıcı bakışları nedeniyle ölü doğmuştur.

BÜYÜKELÇİ SALONDAN ÇIKARILDI

2022 itibarıyla İsrail, 46 Sahra Altı Afrika ülkesinden 41’iyle tam diplomatik ilişki kurmuş ve 54 Afrika ülkesinden 11’inde büyükelçilik açmıştır: Ruanda, Senegal, Mısır, Angola, Gana, Fildişi Sahili, Etiyopya, Nijerya, Güney Afrika, Kenya ve Kamerun. Tüm bu diplomatik ilişkilere rağmen, İsrail 1970’lerde Filistin toplumu lehine Afrika halkları nezdinde kaybettiği moral üstünlüğünü kazanamamıştır. Afrika Birliği’nde halihazırda gözlemci statüsüne sahip “Filistin” yönetimine her daim desteğini gösteren kıta ülkeleri, BM nezdinde bunu somutlaştırmıştır. 2011 yılında BM’ye üyelik başvurusu yapan Filistin yönetimi, 2012 yılındaki oylamada 138 ülkeden ‘evet’, dokuz ülkeden ‘hayır’ oyu alırken, 41 ülke de çekimser kalmıştır. Oylama neticesinde Filistin BM’de; “üye olmayan gözlemci devlet statüsü” kazanmıştır. Sembolik manada olan bu karar Filistin açısından büyük bir diplomatik zaferdir. 2017 yılına gelindiğinde başkentini Kudüs’e taşımak isteyen İsrail, yeniden Afrika’nın kapısını çalmıştır. ABD’nin Kudüs kararına karşı BM’de oylama yapılmış, çoğunluğun kararıyla kabul edilmemiştir. Oylamada 128 evet, 9 ret ve 35 çekimser oy kullanılmıştır. ABD ve İsrail ile aynı çizgide ret oyu veren tek Afrika ülkesi Togo olmuştur. Çekimser oy kullanan ülkeler arasında ise Güney Sudan, Uganda, Benin, Ekvador Ginesi, Lesotho, Ruanda yer almıştır. İsrail’in adım adım kurmaya çalıştığı Afrika açılım politikası Ruanda, Fas ve Kenya gibi ülkelerde karşılık bulurken, hali hazırda Cezayir ve Güney Afrika’nın ciddi rezervleri devam etmektedir. Temmuz 2021’de Afrika Birliği’ne gözlemci üye olan İsrail’in, fazla sürmeden üyeliği askıya alınmış ve Şubat 2023’de Etiyopya’da yapılan Afrika Birliği Zirvesi’nde İsrail büyükelçisi salondan çıkartılmıştır.

KAMPLAŞMA POTANSİYELİ TAŞIYOR

7 Ekim’de Hamas’ın başlatmış olduğu “Aksa Tufanı” Operasyonu sonrasında Afrika ülkelerinin tepkisi, İsrail’in Afrika’da inşa etmeye çalıştığı politikanın geldiği noktayı anlama açısından önemli bir referanstır. Geçmiş yıllarda blok politikasının uzantısı olarak ortak hareket eden Afrika ülkeleri, son çatışmada yeknesak bir duruş sergileyememişlerdir. Bir taraftan Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Zambiya, Kenya, Togo ve Gana’nın açık bir şekilde Hamas’ı kınaması ve İsrail’i desteklemesi; diğer taraftan Cezayir, Tunus, Sudan, Cibuti ve Güney Afrika’nın Filistinlilere destek beyanatı; Uganda, Senegal, Tanzanya ve Nijerya’nın daha ılımlı ve itidalli yaklaşımı, Afrika Kıtası’nın Filistin-İsrail meselesinde ihtilaflara açık olduğunu göstermektedir.

Mevcut tablo, İsrail’in son 20 yılda Afrika ile ilişkileri geliştirmeye yönelik çabalarının az da olsa meyve vermiş olduğu yönündedir. Zira Afrika kıtası bugün Filistin-İsrail çatışmasına nasıl tepki vereceği konusunda bölünmüş durumdadır. Duygusal özdeşim (kolonyalizm, dışlanmışlık, hakların elinden alınması) ile pragmatik (ABD ve İsrail’in dış yardımları) politika arasında diplomatik gel-gitler bugün Afrika’nın en önemli dilemmasıdır. Son tahlilde, İsrail-Filistin çatışması, “Tek Afrika Politikası” inşa etmek isteyen kıtanın ortak vizyonunu zayıflatmaya namzet bir dış faktör olarak yorumlanabilir. Afrika’nın mevcut çatışmada oynayabileceği bir aktörlük rolü olmasa da, çatışmanın sınır aşan bir boyutta Afrika ülkeleri arasında ünsiyet duygusuna ket vurduğu aşikârdır. Bu sebeple, Filistin-İsrail sorunu Afrika ülkeleri arasında ayrışma ve kamplaşma potansiyeli taşıyan ender konulardan bir tanesidir.



#Filistin
#İsrail
#Politika