İbn Haldun, “Coğrafya kaderimiz” derken, belki de doğrudan depremi kastetmemişti. Nasıl ki Freud, “Kadavramız kaderimiz” derken depremi kastetmediği gibi. İnsana yön veren, yol veren ve karakterinin şekillenmesinde elbette coğrafyanın önemli etkisi vardır. 6 Şubat 2023’de meydana gelen deprem coğrafya gerçeğini bir kez daha ortaya koydu. Kahramanmaraş merkezli iki büyük depremde 50 binden fazla can kaybı, mal kaybı oldu ve on binlerce bina da yıkıldı. Bu büyük yıkım 11 il ve yaklaşık 15 milyon nüfusu etkiledi. Bu zamana kadar depremlerde yaşanan en büyük can kaybı ve yıkımı yaptığı için de “asrın felaketi” olarak nitelendi.
BİRLİK VE BERABERLİK
Depremin ortaya çıkarmış olduğu önemli bir husus; vatandaşlar arasında birlik ve beraberlik algısını güçlendirici özellikler taşımasıdır. Hayırseverlik ve yardımlaşma üzerinden ilerletilen bu çabanın sivil bir girişim özelliği taşıması da toplumsal insani dayanışma bağlarının güçlülüğüyle ifade edilebilir. Sivil girişimlerin birey devlet ilişkilerini güçlendirici ortak sahiplenmelere yol açıcı tarzda ilerletilmesi bu bağlamda önemsenmelidir. Farklı bir bakışla, depremin yol açtığı diğer bir algı, dünya insanları arasındaki yardımlaşma, destek ve soruna birlikte yardımcı olabilme çabasıdır. Nitekim yabancı ülkelerden gelen kurtarma ekipleri ve maddi yardımlar, evrensel kültüre yapılmış olumlu katkılar olarak düşünülebilir. Bu tip yardımlaşmaların dünya barışına katkı sağlayacağı, insanın merkeze alındığı ve uluslar arasındaki önyargıların eritilmesinde önemli olduğu söylenebilir.
Deprem sadece fiziksek bir yıkıma değil toplumsal bir yıkıma tahribata, örselenmeye (travmaya) sebep olduğu için de sosyolojik bir yöne sahiptir. İnsanların en yakınlarını kaybetmesine neden olurken diğer yandan ekonomik kayıp da gelecekle ilgili maddi ve manevi endişenin var olmasına neden olmaktadır. Deprem sadece insanların değil grupların, toplulukların, kurumların ve nihayetinde devletin olağan işleyişini yani düzenini bozmaktadır. Depremin açığa çıkardığı enerji o kadar büyük ki, sürekli atom bombası ile ölçülüyor. Sosyolojik açıdan bakıldığında aynı şey toplum için de geçerli depremin açığa çıkardığı enerjinin bir benzeri toplumda ortaya çıktı. 7’den 70’e herkes kenetlendi, insanlar yollara döküldü, deprem bölgesine bir yardım seli aktı.
Depremler binaları yıkarken bizim dayanışma ağlarımızı, millet olma bilincimizi pekiştiriyor. Bu bilinç ve ruh hali bizi tarih boyunca karşılaştığımız bütün felaketler karşısında dayanıklı kılıyor. Her acıdan, afetten, felaketten hem ders çıkarıyor hem de daha güçlü biçimde çıkıyoruz. Çünkü acı bizi birbirimize bağlıyor, ayrılıklarımızı unutturuyor, birbirimize ne kadar çok ihtiyacımız olduğunu gösteriyor biz bir olunca bizi hiçbir şeyin yıkmayacağını gösteriyor. Biz aynı evin ferdi, aynı ailenin bir parçasıyız yeter ki bu süreçte hanemizden kapımızın kilidini açmaya çalışanlar olmasın.
AFETLER TOPLUMSAL DÜZENİ DE ETKİLİYOR
Sosyoloji tarihi boyunca afetlere yönelik temel yaklaşımlar geliştirilmiştir. Bu yaklaşımlar toplumların davranışlarının - özellikle afetten sonra - anlaşılması için fikirler sunmaktadır. Bu örneklerden ilki Durkheim’ın işlevselci yaklaşımıdır. Durkheim’a göre doğal afetlerden kaynaklı yıkımlar ya da insanın sebep olduğu yapay afetler, toplumun üyelerini bir araya getirmeye, sorumluluk almaya ve sosyal dayanışmayı kuvvetlendirmeye teşvik etmektedir. Bu süreçte bireylerin empati yeteneği hiç olmadığı kadar gelişebilmektedir. Dolayısıyla toplum, dolaylı da olsa bir araya gelmekte ve bir dayanışma içerisine girmektedir.
Afetler yalnızca bireylerin psikolojilerini etkilemekle kalmayıp toplumdaki mevcut düzenin değişiminde de önemli bir rol oynamakta ve doğal olarak sosyolojik açıdan da önem atfetmektedir. Deprem gibi yıkıcı afetlerin yaşandığı bir ülkede, depremin sadece fiziksel yaralar açmadığı, ayrıca toplumsal boyutta da önemli değişikliklere yol açtığı görülmektedir. Deprem gibi afetlere son derece yakın olan ülkemiz, bu afetlere de hem öncesinde hem de sonrasında hazır olmalıdır. Deprem gibi kriz anlarını iyi yönetmek demek olumsuz toplumsal değişimlerin önüne geçmek demektir.
Sonuç olarak, Türkiye’nin bundan sonra da deprem ile imtihanı devam edecektir. Devlet, toplum ve fert olarak üzerimizi düşen ayrı ayrı ödevler vardır. Bunlardan en önemlisi de depremin geçtiği fay hatlarına bina inşa etmemek gerekir. Buna devlet asla izin vermemelidir. İnşa edilen tüm binalar sağlam, kanun ve kurallara uygun bir şekilde yapılmalıdır vesselam. Millet olarak başımız sağ olsun. Allah böyle bir afeti bir daha göstermesin…