T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 19 ŞUBAT 2006 PAZAR | ||
|
Ben umudumu korumayı sürdürüyorum. Onun, taşımaya yükümlü olduğu kaya tepeye çıkartılmaya ramak kalmışken birkaç kez yuvarlanmış olsa da, bu başarısızlığın onun yeteneğiyle ilgili olmadığını düşünmekte ısrarlıyım. Onunla Özal arasında benzerlikler olduğunu düşünüyorum. Benzerliklerin en benzer olanı da, ikisinin de yalnız olması. İkisinin de, yalnızlığını paylaşacağı kimseyi bulamaması. İkisinin de, kafasında taşıdığı tasarının paylaşılamaz oluşu. Her fatih, kafasında taşıdığı tasarıyı son ana değin saklamaya mecburdur. Sır ve fetih, fatihin kafasında birlikte yürür. Ya devlet başa ya kuzgun leşe, diyen atanın feraseti, herhalde tam da böylesi bir sırla fethin sarmalını hedef tutuyordu. Böyle bir sırrı muhafaza eden biri bana ne diyebilir? Böyle bir sırrı taşıyan birinden, bana, bir sırrım var demesini nasıl bekleyebilirim? Ama ferasetten bir nebze behresi olan, onun: "Biraz sabır..." tavsiyesinden bir şeyler çıkartabilmeli değil mi? Sağduyu ve itidal çağrısının kendi içinde bir anlamı var bulunmalı değil mi? Ben, onun yalnız biri olarak durduğuna inanıyorum. Şimdi onun en yakınında yer aldığı farz edilen kimselerin bile, onu anlamaktan uzak olduğunu düşünüyorum. Hukukun bir dünyası olduğu gibi, terörün de bir dünyası bulunuyor. Ama terör, her zaman ortalarda gördüğümüz kaba terörden ibaret değil. Devletin, derinde bir izdüşümü olduğu gibi, terörün de derinde bir izdüşümü olmalıdır. Bunun fark edilmesi gerekiyor. Onun kimizaman Kasımpaşa delikanlısı gibi göründüğü yer, aynı zamanda onun en saf ve arı halidir. Onun, kendisine kaba laflar etmeye kalkışanlara onların ağzıyla ağızlarının payını verdiği yer de, bu karakterin en yalın, en sahih tezahürünü oluşturuyor. Ama önemli olan bunlar değil. Önemli olan, Anadolu'yu gezme fırsatını bulanların, anayurdun bir baştan bir başa çifte yollarla donatıldığını müşahede etmekte oluşudur. Bu başarı, sessiz sedasız gerçekleştirilmeye devam ediyor. Bu başarının tantanası yapılmıyor. İşte bunun için, onun sağduyu ve itidal çağrısına kulak verilmeli, diyorum. İşte bunun için, onun, muhalifleriyle aradığı uzlaşma zemininin anlamı üzerinde düşünmek gerekir diyorum. Önünüzde, ulaşılması gereken bir hedefin bulunduğuna inanmanıza rağmen, o hedefe ulaşmanızı önleyen geçit vermez bir dağın durduğunu görüyorsanız, biliniz ki, büyük Yunus'un sözünün, size de bir diyeceği varbulunmaktadır: "Dağ ne kadar yüce olsa/Yol onun üstünden aşar." Ancak o yolun hangi güzergâhtan geçeceğinin keşfi her kişinin işi değildir. O yol bir kez keşfedilince, onu herkes kendiliğinden keşfedebileceğini sanır, çünkü keşfi gereken yol öylesine basit olarak orada durmaktadır. Ancak o yolu keşfetmek, o yolu çıkar yol haline getirmek dehanın harcıdır. O yol şimdilik orada, kendiliğinden duruyor ve keşfedilmeyi bekliyor. Ben, onun kâşifini bildiğimi sanıyorum ve onun sabır uyarısına kulak verilmesini öneriyorum.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |